Dinlemeye başladığınız müzik İlhan Erşahin`in İstanbul Sessions isimli albümünden alınan Kefal isimli çalışmasıdır.
Cazın sıra dışı bir müzik; cazcıların da bir miktar sıra dışı insanlar olduğu söylenegelir. İKSV, “cazcılar bir de sıra dışı bir mekânda caz yaparlarsa, ortaya nasıl bir cümbüş çıkar acaba?” diye düşünmüş olmalı ki, 18. İstanbul Caz Festivali’nin raytingi yüksek cumartesilerinden birisini “Caz İçin Tuhaf Bir Yer” mottosu ile tarihi, mekânsal özellikleri ve etkileyici atmosferi olan Haliç Tersanesi’ne ayırmış. Hem de üç ayrı performans ile: Dan Berglund’s Tonbruket / İlhan Erşahin’s Love Trio feat. Arto Tunçboyacıyan / Randy Brecker-Bill Evans Soulbop feat. Medeski Martin & Wood. Biz, İlhan Erşahin Love Trio’ya fokuslandığımız için, bir merhaba mesafesindeki diğer caz ustalarını -sözüm ona- görmezden gelmeye çabalıyoruz.
İlhan Erşahin’in menajeri Reha Öztunalı, sound check saati 17.00’de bizi mekâna davet ediyor. Müziğin, müzisyenlerin ve mekânın dışında günümüzün geri kalanının da sıra dışı geçeceğinden habersiz bir şekilde mütevazi bir röportaj yapmak üzere, çekingen ve mütereddit bir ruh hâli ile Tersane’ye obsesif bir dakiklikte ulaşıyoruz. İlk etapta pejmürde tersane ortamının şaşkınlığını yaşıyor, Tersane’ye demirlemiş ve mekânı denize paralel perde gibi örten Mavi Marmara gemisinin etrafa yaydığı negatif enerjiyi hissediyoruz. Bizim gibi röportaj yapmaya gelen Fransız gazeteci kızlarla derme çatma bir kuliste beklemeye başlıyoruz. İlhan ile karşılaşmamızla birlikte, içimize pozitif enerji akmaya başlıyor. Yanımızdan geçerken daha biz olduğumuzu bilmeden kurduğumuz ilk göz temasında, insan sevgisi ile bezenmiş, zarif bir insanla hoşça vakit geçireceğimizin; monolog şeklindeki klasik röportajı aşan bir duygusal alış-veriş yaşayacağımızın sinyalini alıyoruz. Sound check tahmin edilenden geç başlıyor, müzisyenleri konserde yaşanacak skandala hazırlarcasına uzun ve gergin geçiyor. Konser saatinin yaklaşması ve henüz akşam yemeğine vakit kalmamasından ötürü, röportajın güme gideceğini düşünürken, İlhan bizi kaldıkları otele davet ediyor, lobide rahat bir ortamda sohbet edebileceğimizi söylüyor. Şaşkınlığımızı yaşamaya fırsat kalmadan kendimizi ekibin minibüsünde buluyoruz. Kısacık yolculuğumuzda yaşam dolu, capcanlı Arto Tunçboyacıyan’ın sıcaklığı, içten kahkahaları ve zarifliği dikkatimizi çekiyor. İlhan, üstünü değiştirmek için odasına çıktığında otelin lobisinde ikinci kez beklemeye başlıyoruz. Dönüşünde, yemek ile konser arasındaki zamansal yakınlaşmanın röportajı uzaklaştıracağından ikinci kez endişelenirken, röportajın ilk yakınlaşmanın içinde güzel bir akşam yemeğine eşlik edebilecek olmasına çocuklar gibi seviniyoruz. İlhan, Jesse Murphy, Kenny Wollesen ile birlike Galata Kulesi’nin dibinde bir restaurantta leziz mezeleri yiyip rakı kadehlerimizi tokuştururken ses kayıt cihazının düğmesine basıyoruz. Biz ısrarla çağımızın hastalığı kariyer, hedefler, planlar, geçmiş ve gelecekten dem vururken, İlhan bilgece anın güzelliğini ve rahatlığını bize hatırlatıyor.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: 16 yaşında müziğe başlıyorsunuz, birçok sanatçı aslında daha erken yaşlarda müziğe başlıyor. Müziğinizde bunu bir eksiklik olarak hissettiniz mi ya da bunu telafi etmek için bir çabanız oldu mu?
İlhan Erşahin: Aslında daha genç olduğum zamanlarda bazen hissettim bunun eksikliğini, çok daha bilgili olan insanlar vardı tabii ki yeni başladığımda, hem de ben 16 yaşında direkt çalmaya başladım, ama yine de 19-20’li yaşlara kadar çok fazla ciddiye almadım sanki.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Yani bu günleri düşünmediniz, hayal etmediniz diyebilir miyiz?
İlhan Erşahin: Evet öyle oldu ve sonra devam etti, sanki biraz kader. Çok fazla düşünmedim aslında. Sporcuydum, 16 yaşına kadar sporla ilgilendim, kafamda hep spor vardı. Bir sürü spor yapıyordum ama squash ile oldukça ilgileniyordum, futbol ve basketbol oynuyordum. 15-16 yaşlarında liseye başladığım zaman müzisyen arkadaşlarım olmaya başladı. Zaten futboldan sıkılmaya başlamıştım, orada hep bir rekabet vardı, ama müzikte bir paylaşma olayı vardı ve ben onu gördüm. Spora sürekli zaman ayırman lazım, antrenmanlar var. Müzik başladı ve benim ortamım birden bire değişti. Müzik yapalım, çalalım, eğlenelim derken birden bire ortam değişti. Ama zaten hep müzik dinliyordum, hep seviyordum, evde sürekli müzik çalınıyordu, müzisyen yoktu evde ama müzik hep vardı. Hep sanki sanat vardı, onun için birden bire müziğe başlamam çok garip gelmedi. Böyle başladı ve sonra yavaş yavaş gruplara girmeye başladım ve müzisyenlik hayatım başladı. Amerika’ya gittim ve orada artık karar verdim müzisyen olmaya ve müziği daha ciddiye almaya başladım.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Müziğe ilk başladığınız zamanlarda özdeşim kurduğunuz, sizi heyecanlandıran kimler vardı?
İhan Erşahin: Bir sürü insan vardı beni heyecanlandıran. Ben aslında caz ile başlamadım, daha çok rock, reggae, punk ile ilgileniyordum. Ama sonra saksafon olduğu için, yavaş yavaş başka kim saksafon çalıyor diye araştırmaya başladım, aslında aletten caza girmiş oldum. Saksafon bana hep ilginç geldi, bir konsere gittiğim zaman saksafon çalan kişileri hep çok cool bulurdum. Saksafonun sesini beğendim. Mesela grup içinde saksafon solo çaldığında çok güzel geliyordu kulağa. Birkaç grup vardı sevdiğim, onların en sevdiğim şarkılarında saksafon solo vardı (Brown Sugar). Hem müziğe hem de saksafona girişim doğal sürecinde oldu.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Bir röportajınızda diyorsunuz ki “Ben cazı anlamak için çok uğraştım”. Caz müziği gerçekten anlaşılması zor bir müzik mi? Çünkü Türkiye‘de jazz, çok geniş bir kitlede dinlenmiyor ve bizler de insanlara jazzı anlatmaya çalışıyoruz.
İlhan Erşahin: Aslında ben cazla büyümediğim için bana yeni bir şey gibi geldi. O dönemlerde okuduğum kitaplarda da hep cazdan bahsediliyordu ve oradan da bir merak başladı caz nedir diye. Kitaplarda geçen plakları gidip aldım, onları dinlemeye başladım. İlk başlarda hatırlıyorum, sevdim ama çok doğal gelmedi. Reggae, rock ve punktan geldiğim için çok karışık geldi, ama aynı zamanda sevdim, çünkü 14 yaşından itibaren kafamda hep New York vardı. Bir çok şeyi New York’a bağladım. Hep New York’a gitmem gerektiğini düşündüm, bana çok maceralı geldi. Belki caz da New York’tan geliyor diye böyle bir bağlantı yaptım.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: New York, Stockholm, İstanbul ne hissettiriyor size, müziğinizi nasıl etkiliyor? Yoksa hep aynı İlhan mı?
İlhan Erşahin: Aslında biraz aynı İlhan gibi. Ama Türkiye’de Türk müzisyenlerle çalmak tabii ki beni etkiliyor. 10 sene evvel Hüsnü Şenlendirici ile tanıştım, birlikte çalmaya başladık, o oldukça etkiledi. Sonra başka Türk müzisyenlerle çalmaya başladım. Türkiye’de hava, camiden gelen sesler, yemekler, insanlar her şey etkiliyor. Ama aynı zamanda İlhan, Brezilya’da da New York’ta da aynı. Bazen şunu hissediyorum: Ben aynıyım, grup değişik renk veriyor ve ben farklı insanlarla çalışıyorum.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: O zaman İlhan dünya insanı, İstanbul’da ya da Newyork’ta o aynı müziği çalıyor ama onunla birlikte diğer müzisyenler farklılık katıyor.
İlhan Erşahin: Evet, renk değiştiriyor. Tabii ki biraz müziğe de bağlı. Mesela Love Trio’nun belli parçaları var, Harikalar Diyarı’nın ya da İstanbul Sessions’ın farklı repertuarı var.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Caz emprevizasyona açık bir müzik türü, cazı diğer müzik türlerinden ayıran en önemli özelliği burada, çünkü hiçbir kalıp yok. Dışarıdan bakıldığında, müzisyenlerin özgürce çaldıklarını görüyoruz. İnsan kendi içinde, iç dünyasında ne kadar kalıplardan kurtulur, ne kadar kendisini özgür hissederse, sanıyorum müziğinde de aynı özgürlüğü yaşayacaktır. Sizde de böyle mi?
İlhan Erşahin: Caz öyle değil bence. Klasik caz çalanlar bir stil öğreniyorlar, belki sololarda notalar uçtuğu zaman özgür hissediyorsun ama onun dışında bir kalıp, belli bir stil çalıyorlar. Mesela popta bir şarkı yazıyorlar her konserde aynı, ama çoğu zaman cazda da öyle. Bizim istediğimiz biraz daha farklı, belli bir sistem var bizde, ama biz gün ne getiriyorsa onu çalıyoruz sanki. Mesela bugün konserde ona göre çalıyoruz, gece başka bir kulüpte çalıyorsak farklı çalıyoruz; insanlar dans ediyorsa onlara göre çalıyoruz, insanlar oturuyorsa başka türlü çalıyoruz, biraz ortamın havasına göre. Ama caz çoğu zaman öyle değil, festivalde çal, konserde çal hep aynı. Mesela Nublu nedir? Nublu işte o demek biraz. Yani ortama çalıyoruz bir anlamda. Bence güzel olan bu, her gün değişik, her gün kalıbın dışına çıkarak farklı hissediyorsun, bazen çok yavaş hissediyorsun, bazen çok neşeli hissediyorsun. Onun için bence müzik biraz böyle olmalı, o bana ilginç geliyor.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Bu aynı zamanda sizin empati kurma yeteneğinizin bir göstergesi. Çünkü oturan insanların ruh hali başkadır, dans eden insanların ruh hali başka. Bunu anlamanız için gözlemlemeniz lazım.
İlhan Erşahin: Açık ve hızlı olmak lazım. Ortamı direkt anlamak lazım. Ama aynı zamanda daha da zor oluyor bunu yapmak. Seviyorsun, yaşıyorsun o ortamı. Bazen de sadece kendi müziğini yapmak istiyorsun sadece ama amaç hep vermek sanki, hep veriyorsun.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Sürekli vermek yorucu değil mi?
İlhan Erşahin: Yorucu ama benim için sanat odur, bir şey vermektir.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Almadan vermek Tanrıya mahsustur denir, siz de sürekli verdiğinizi ifade ediyorsunuz. Elinizdeki malzeme de bir insan olarak sınırlı, ne alıyorsunuz verdiklerinizin karşılığında?
İlhan Erşahin: Dünya hep sanki çok büyük zannediliyor, ama öyle değil, düzeltmek lazım, daha güzel yapmak lazım, insanlara bir şeyler vermek lazım. Günümüzde dünya özellikle Batı -ki Türkiye de Batıya dahil- belli bir kapitalist sisteme girdiği için sınırlı şeyler yapılıyor, bu müzik olabilir, kitap olabilir. Hep böyle pop kültüründen gelen bir şeyler var. Ben o kültürün içindeyim, ama pek de katılmıyorum ona. Ben aslında sisteme çok karşıyım, çünkü kalitenin azaldığını düşünüyorum.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Peki sisteme karşı çıkışınızda müzik bir araç mı?
İlhan Erşahin: Tabii müzik bu karşı çıkışta bir araç, ama ben “o adamı sevmiyor ya da bu grubu sevmiyor” değilim. Birçok müzik bizim yaptığımız müziğin tam tersi, dünya içinde değiliz sanki. Bu yüzden bir sürü şeyin yanlış olduğunu, sistemin yanlış olduğunu düşünüyorum her yerde. Herkes herkesi kandırıyor, televizyonu aç her reklam düşündüğün zaman bir kandırmaca, her reklam yalan, çoğu yalan satıyor. Dürüstlük yok ve insanları kandırıyorlar. Böyle bir sistem içerisinde biz insanlara farklı bir şeyler vermek istiyoruz, alternatif bir şeyler vermek istiyoruz. İnsanlar bunu da görsün istiyoruz. Hem jazz için öyle hem de müzik için öyle. İnsanlar başka bir renk görsün. Herkes artık karaoke kültürünü seviyor. İnsanlar konsere gidiyor ve bildiği parçaları dinlemek, söylemek istiyor ve insanlar çok monoton bir hayat yaşıyor. Onun için kendi sistemini kurmak istiyorsun ve insanlar bizim hayatımıza girmek istiyorlarsa girsinler diyorsun.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Birçok müzik türünü (jazz, pop, elektro) iç içe geçirip yani bir şey yaratıyorsunuz, o kadar çok tür var ki. Bunları bir araya getirmek oldukça zor bir iş olsa gerek.
İlhan Erşahin: Evet, aslında onun için bir sürü grupla oldum. Bu grup farklı bir stil, diğeri farklı bir stil. Herhalde Manhattan’da yaşadığım için, bir sürü müzik var, hakikaten bir sürü değişik değişik müziği seviyorum. Eskiden beri bu böyle. Hiçbir zaman sadece bu müziği seviyorum, sadece bu müziğe yakınım demedim hayatımda.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Sürekli bir değişiklik, değişim arzusu mu bu?
İlhan Erşahin: Değişim yok da, hep bir arayış var, ama aynı zamanda her zaman her şey var. İki sene sadece bu proje, iki sene sonra sadece bir başkası değil. Hele şimdi bir sürü yeni plaklar yaptım ve hepsini aynı anda yaptım. Wonderland biraz daha Roman hava, İstanbul Sessions biraz daha jazz rock gibi, Wax Poetic biraz daha pop oldu, Love Trio’da başka bir şey var.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: İlk albümlerinize baktığımız zaman daha bir tek düze, daha jazz havası vardı, ama zaman geçtikçe bugüne yaklaştıkça o çerçeve giderek genişliyor, hep farklı şeyler işin içine girmeye başlıyor ve müziğiniz giderek zenginleşmeye başlıyor.
İlhan Erşahin: Hayat zenginleşiyor. Bunun bir sebebi çok gezmem olabilir. Bir süre buradayım, sonra Amerika, Güney Amerika. Herhalde düşünmeden böyle kendi içimden, yemeklerden, insanlardan yeni renkler geliyor.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Sadece İstanbul’da ya da sadece New York’ta yaşıyor olsaydınız nasıl olurdu?
İlhan Erşahin: Evet, o zaman biraz değişirdi durum. Ama ben paylaşmayı çok sevdiğim için böyle. Sadece benim müziğimmiş gibi görünüyor, ama aslında öyle değil. Ben bir fikir ortaya atıyorum, ama Arto, Kenny ve Jessy ile bir sürü şey paylaşıyoruz ve ortaya yeni bir şey çıkıyor. O paylaştığımız şey çok önemli.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Peki Anadolu’daki, Türkiye’deki kültürü, iklimi jazzla nasıl ilişkilendirirsiniz? Sizce burada jazz müziği için doğru, güzel bir iklim var mı?
İlhan Erşahin: Var bence. Daha önce söylediğim gibi caz çok büyük bir kelime, caz 100 senelik bir müzik. Ama bence caz çok doğal bir şey. Burada Rumi, Mevlevi müzikte cazla ilgili bir şeyler var. İnsana o kadar garip gelmiyor aslında. Pop dünyasına doğdunsa, oradan caza geçtiğin zaman daha değişik oluyor. Ama Sufi müzikten, Roman müzikten geçtiğinde, onlar zaten caz aslında. Aşık Veysel de caz, blues gibi bir şey , çok farklı değil aslında. İfade etmek istediği, verdiği şey açısından çok açık, hesaplı değil, söylediği şekilde her şey. Bazı müzisyen arkadaşlarım Ermeni, bazıları Doğu’dan, Trakya’dan, her yerden, yani Türkiye öyle bir yer ki herkes her yerden bir araya geliyor. Herkes aslında çok açık kafalı Türkiye’de. Onun için zaten İstanbul’u çok sevdim. Sadece İstanbul değil, güneye de doğuya da gittiğinde orada düğünlerde müziği görüyorsun, müzik çok hesaplı bir şey değil, uzun havalar her yerde var, davullar, zurnalar var ve adamlar çalıyorlar.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Acaba İlhan Erşahin 56 yaşında, 66 yaşında kendini nerede görüyor, bir hayali var mı? Yoksa sadece anı mı yaşıyor?
İlhan Erşahin: Anı yaşıyor.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Gelecekle çok fazla ilgilenmiyor mu?
İlhan Erşahin: Yok, çok fazla ilgilenmiyorum.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Kimisinin kafasında planları, hedefleri, ulaşmak istedikleri noktalar vardır ve kendini ona kilitler.
İlhan Erşahin: Hem Nublu var hem gruplar var. Her zaman bir üste daha çıkmaya çalışıyorum, hem müzik olarak hem ses olarak hem de kafa olarak. Biraz daha ilerleyelim, biraz daha ileri gidelim, yükseltelim. Yükselmek demek şu aslında: Daha zeki oluyorsun, beyni genişletiyorsun, dünyan genişliyor ve sen genişliyorsun.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: İlhan Erşahin bize yaratıcılığın peşinde koşan, sınırlamalardan, kıyaslamalardan hoşlanmayan, maceraperest bir müzisyen izlenimi veriyor. Yanılıyor muyuz?
İlhan Erşahin: Bence asıl sanat odur. Hep yeni bir renk bulmak lazım. Hep mavi, yeşil değil de daha farklı renkler olmalı. Sanki geliştirmek lazım bunu. Macera yoksa sanat yok.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Müziğinizdeki bu sürekli değişim arzusu, müzik dışındaki hayatınıza nasıl yansıyor?
İlhan Erşahin: Her şey iç içe giriyor aslında. Özel hayat ya da sanat hayatı diye ayrı ayrı değil, bence her şey iç içe. Benim hayatımda her zaman her şey vardır. Anda olmak, şimdiyi yaşamak lazım, çünkü yaşanan an şu an. Dünü ya da yarını düşünmek bana sıkıcı geliyor. Önemli olan anı yaşamak.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Bestelerinizi yaparken hâkim olan bir duygu var mı?
İlhan Erşahin: Ben sanki biraz ortadayım. Çok tavan ya da çok dip olmuyorum. Bence benim hayatımda her zaman her şey vardır. Bazı şeyler için çok da düşünmüyorum. Aktif müzik hayatım başlamadan önce mesela bir müzik koyuyordum, bir kalem kâğıt alıyordum elime, çiziyordum bir şeyler. O müzik bana çizerken ne verdi diye düşünmüşümdür. O hep aklımda kaldı. Bazen bir plak duyuyorsun bir fikir geliyor, bazen müzik çalıyoruz sahnede tam o zaman fikir geliyor. Ama genelde sabahları kalktığın zaman piyanonun önünde oturuyorsun bir şey basıyorsun, o başka bir şey oluyor. Ondan sonra genelde bu hangi duygu olabilir diye düşünüyorsun. İşte bu İstanbul Sessions için olabilir ya da diğer grup için olabilir diyorsun. Bir sürü grup olduğu için hayatım da öyle oldu. Birçok müzisyenle çaldığım ve herkesle aynı şeyi çalmak istemediğim, herkes birbirinden farklı çaldığı için böyle olmak durumunda. Bazı parçalar gerçekten de İstanbul Sessions için oluyor, bazıları ise bu grup için oluyor, bazen öyle bir parça oluyor ki bu tam Wax Poetic için diyorum. Beste yapmak için kendimi çok zorlamıyorum. Bazen üç ay hiçbir şey yazmıyorum. Bazen de piyanonun başında oturuyorum ve bir hafta içinde on tane fikir geliyor, bazen bir gün içinde üç fikir geliyor aklıma. Ama hep içimden hissetmeye çalışıyorum. Annem bir gün bana şunu söylemişti: “Herkesin her ay 2 günü vardır, yaratıcılık günleri”. İşte o günleri bulmaya çalışıyorum. Bugün hakikaten evde oturayım, çayımı içeyim bütün gün müzik yazayım istiyorum. O günleri hissetmek ve kaçırmamak lazım. Bazı günlerse stres var, telefon üzerine telefon konuşması mesela, o zaman hadi oturayım müzik yazayım diyemiyorsunuz, zor oluyor. Onu gerçekten hissetmeniz gerekiyor. Vücudun sana ne söylüyor bunu da dinlemen, yani kendini dinlemen lazım.
Şimdi yaptığım şey daha yükseğe çıkmaya çalışmak. Nublu ya da İstanbul ya da Brezilya’da jazz festivalinde çalmak, sadece kendimi düşünmeyip herkesi düşünmek, bu anlamda sorumluluk hissediyorum. Nublu içki satayım, para kazanayım diye kurulmadı. Bir yer olsun herkes gelsin, çalsın, paylaşsın, yani beraber yükseltelim diye var.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Yani ticarî bir kaygı değil, paylaşım ön planda.
İlhan Erşahin: Zaten parayı ne yapacaksın ki, bir şekilde yaşıyoruz, yiyoruz, uyuyoruz. Ticaret için açtığın zaman farklı bir tablo oluyor.
Evrim Erişir - Şafak Yıldız: Bu keyifli röportaj için çok teşekkür ediyoruz.
* * *
Fırtına öncesi sessizliği andıran, huzurun ve anın güzelliğinin rengini verdiği sohbetimizi konser sonrasına değin virgüllüyor, otelde Fransız gazeteci kızlara röportaj vermeyi yemeğe yeğleyen Arto’yu otelden alarak sıra dışı mekâna doğru yola koyuluyoruz. Tersane’ye ulaştığımızda, sanki konsere biz çıkacakmışcasına kuliste elimizde içkilerle dolanmaya başlıyor, dahası performansı çoktan başlamış Dan Berglund’s Tonbruket’ın tınılarını heyecandan duyamıyoruz! İlhan Erşahin’s Love Trio konserinin ilân edilen saatte başlayamaması nedeniyle zihnimizde, üç performansın birkaç saatlik bir caz gecesi için -yine- sıra dışı mı olduğu düşüncesi tetikleniyor. İlhan, Jesse, Kenny ve Arto’nun sahnede yerini alması ile birlikte, herkesin güvenlik görevlilerini aşarak kulise girmek istediği bir ortamda, kulisten seyirciler arasına geçmek isteyerek yeni bir sıra dışılığa imza atıyor, bir bakıma da röportajcılığın havasından seyirci olmanın mütevaziliğine, yani özümüze geri dönüyoruz. Konser başlıyor. Daha birinci parçada İlhan’ın önündeki monitör çalışmıyor, yüz ifadesinin asılması ile, konser öncesi zihnimizdeki duman bu sefer sahneye yayılıyor. Seyircilere durumu çaktırmadan ilk parçayı yarım saat -tam da İlhan’ın röportajında anlattığı gibi- dinleyiciye çokça şeyler vererek, hissettirerek çalıyorlar. Daha playlist yarılanmamışken, tam da parça arasındaki sessizliği 22.30’da yatsı ezanı doldurmaya başlıyor. Bu boşluğu doldurmaya, organizatör olduğu söylenen zat-ı muhterem de talip oluyor ve kenardan İlhan’a uzatma dakikalarına işaret eden hakem edası ile saatini gösteriyor. Zat-ı muhteremin kendi kendisine üstlendiği hakemlik görevine son vermeye niyetlenen İlhan, konserin bitiş düdüğünü çalarak Jesse, Kenny ve Arto ile birlikte konserin ortasında sahneden ayrılıyor. Seyircinin tüm coşkusu, değil uzatma, oynanması gereken dakikaları bile geri getiremiyor. Kulise tekrar döndüğümüzde, fırtınanın çoktan koptuğunu, hatta kavganın eşiğinden dönüldüğünü, İlhan’ın huzurunun yerini sanatçıya verilen değersizliğin yarattığı öfke ve hayal kırıklığına bıraktığını şaşkınlıkla gözlemliyoruz. Türbülanslı ortamda, Arto’nun durumu pek de yadırgamayan, hatta kanıksamış sükunetine yaklaşıyoruz. Dereden tepeden pek çok konuda keyifli bir sohbete dalıyor, yeni bir bilgelik dersi alıyoruz. Saatin ilerlediğini görüp vedalaşmak için İlhan’a yaklaştığımızda, sanki yıllardır tanışıyormuşcasına bizi bu gece bırakmayacağını söylüyor, birlikte eğlenmeye gitmeyi teklif ediyor. Şaşkın vaziyette kafa sallıyoruz. Ortam biraz sakinleşince sıkış tepiş minübüse doluşup Cihangir’de küçük bir mekâna doğru yol alıyoruz. İlhan, Jesse, Kenny ve Arto, seyirciye vermek, hissettirmek istediği duygularının içinde kalmaması adına, mekânda geç saatlere kadar çalmaya devam ediyorlar. Biz de, bir yandan ağzımız kulaklarımızda bir müzisyenin hayranlarını bu denli değerli hissettirmesinin mutluluğu; diğer yandan, ülkemizde sanatçının bu denli değersizleştirilmesinin üzüntüsü ile sıra dışı saatleri noktalıyoruz.
(Bu röportaj 9 Temmuz 2011 tarihinde gerçekleştirilmiştir.)
Röportaj: Evrim Erişir - Şafak Yıldız
Cazkolik.com / 26 Eylül 2011, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.