Abdullah İbrahim`e yaşlılık yakışmış
Eylül ayından beri yok sezon başladıydı, yok Akbank Caz Festivaliydi derken dünyada olup biteni fazla takip edemedim, aslında, laf aramızda, caza dair en sevdiğim şeylerden biridir yeni projeler, fikirler, albümler, haberler vs yeni olan ne varsa haberdar olmak. Bu arada, dergilerin yeni sayıları da birikti tabi, onları da yeteri kadar okuyamadım. İlk farkettiğim, iki yaşlı efsane; Ahmad Jamal ve Abdullah Ibrahim’in solo piyano albümleri yayınlaması oldu. Bu kayıtları, geride uzun bir yaşam bırakmış insanların kendilerine dair bir otoportre çalışması olarak görmek mümkün. Hani ressamların, özellik rönesans dönemi ve sonrasında, belli bir yaşa gelince kendi portrelerini yaparlar ya, biraz ona benzetiyorum. O albümlerde çaldıkları şeyler bildiğimiz caz standartları ya da başka bseteler olabilir ama hani bir laf vardır, ‘geçmişin güneşi’ diye, aslında bu ustaların yaptığı biraz buna benziyor. Geçmişin güneşiyle bugünü aydınlatıyorlar. Bu tür albümleri önemsiyorum, bir laf daha vardır, şimdiki aklım gençken olsaydı diye, işte ikisinin karışımı, tecrübe, teknik ve yaklaşım zirvede. Bu ustalar için vakit ikinci bahar değil artık üçüncü bahara dönmüş vaziyette.
Kübalı kadınlar buluştu, başka bir grup kadın da geçen bir New York dergisine haber olmuştu
Yıllar önce ABD’li klarnet ve saksofon sanatçısı Jane Bunnet ile ilgili haber yapmıştım, haberin öznesi o değildi gerçi ama Bunnett’le ilgili bir yanı vardı, neyse, ellili yaşların ortasındaki tecrübeli sanatçı epey zaman önce Brezilya`ya ardından Küba’ya gitti, bildiğim halen oralara gidip gelip projeler üretiyor. Bu bilgiyi son dönem cazda çoğalan kadın gruplarına bağlayacağım, zira, Bunnett böyle bir grup kurdu ve turne yapıyor. Gelelim kadın gruplarına. 2015 sonrasının öne çıkanlarından biri cazda kadın toplulukları. Yepyeni, yaratıcı ve canlı bir alan olmaya doğru gidiyor. Dünya festivalleri kadar bizim festivallerimiz de durumun arkındadır umarım (gerçi İstanbul Caz Festivali iki sene önce Selen Gülün’ün benzer projesine yer vermişti aslında). Bunnett’in bu alana ilgisi yeni değil, 2002 yılında “Spirituals & Dedications” isimli bir Afro Cuban albüm yayınlamıştı, devamı da var, “Spirits of Havana”, “Oddara”... şimdi son nokta “Jane Bunnett and Maqueque” isimli projesi. Grupta Tailin Marrero, Yissy Garcia, Joanna Tendai Majoko, Mary Paz Fernandez, Danae Olan ... Yakın takibe alın derim, belki burada izleriz kimbilir.
Piyano ve Hammond hem de aynı ustalık seviyesindi!!!
Benim aslında yapmayı istediğim şey bu, yani, cazda eşsiz lezzetlerin peşinden gitmek, işte onlardan biri piyanist ve organist Mike LeDonne. Şöyle söyliyim ki niye önem verdiğim anlaşılsın, dünya üzerinde hem piyanoyu hem Hammond orgu eşdeğer düzeyde çalabilen belki üç-beş müzisyenden biridir LeDonne. Mesela, Joey DeFrancesco en iyilerdendir ama orgda, piyanoda değil, ordan anlayın diye söylüyorum. LeDonne bu yıl “Partners in Time” adında bir albüm yayınladı. Albümde iki mükemmel eşlikçi Christian McBride ve Lewis Nash var. LeDonne’ı biz uzun yıllar organist olarak bildik, biraz da piyasa ve çevre iteklemesiyle böyle olmuştur ama bu son albümü sanatçının piyanoya dair tüm hasletlerini alabildiğine giderdiği kayıt olmuş. Öyle bir döküyor ki içini, bilcümle piyanist ortalıktan çekilsin kenarda dinlesin, öyle yani. Kendisine sorduklarında, piyano ve orgu aynı derecede çalmayı beyni ikiye bölmek diye yorumluyor. Basit ifadeyle, ikisinin de tuşlu çalgılar olduğuna bakmayın, tuşları haricinde icrada öyle farklılar ve özellikle org öyle zor ki, birinin ustalığa ermesi için uzun yıllarını vermesi lazım, LeDonne hayatını ikiye mi bölmüş ki her ikisinde de eşit derecede usta, ya da, evet, o bir dahi! Başka bir kelime gelmiyor aklıma.
Yıllanmış şarap fıçıları arasında sizce ne tür caz gider?
Biri içmenin diğeri dinlemenin zevkini artırır. Ben gerçi viskici olsam da şarabın etkisini reddetmem. Bir kere her ikisi de yavaş arıtımı ve belli bir süre olgunluk düzeyi gerektirir. Her ikisinde de yenilik ve gelenek arasında gerilim üretir kabullenim kolay değildir, geleceğin lezzeti kolay terkedilmez. Takdir süresi uzun sürebilir. Yıllara dayalı olgunluk sürelerine ihtiyacı vardır. Birazdan söyleyeceğim şey herhalde ilk İtalyanların aklına gelirdi, nitekim öyle olmuş. İtalyan caz firması CAM JAZZ İtalya’nın Friuli bölgesindeki farklı şarap mahzenlerinde kaydettiği altı albüm yayınladı. Albümlerdeki yankı kalitesinin mahzenlerde kayıt yapan İtalyan ve Amerikalı sanatçıları oldukça tatmin edtiğ söyleniyor. Firmanın prodüktörü Ermanno Basso’ya göre bu kayıt fikri bölgenin şarap üreticisi aileden Ella Felluga’nın aklına bir akşam yemeği sırasında gelmiş. Fikrini Basso’ya açınca o da son derece ilginç bulmuş ama halletmek gereken bir dolu teknik sorun vardı, mahzeni bir caz klübüne dönüştürmek, akustik sorunları gidermek, doğru enstrüman seçimi vs. Derken anlaşılan hallolmuş ki altı albüm çıkmış. Albümler canlı olarak ve dinleyici önünde kaydedilmiş. İtalyan klarnetçi Giovanni Mirabassi bu kayıtları yapanlardan biri olarak sonuçtan çok memnun olduğunu söylüyor, bize de dinlemek düşer belli ki.
Adamlar deli gibi turnedeler
Geçen haftanın üzerinde az konuşulan etkinliklerinden biri Zorlu PSM Touche’deki Black Art Collective gecesiydi. Tam Akbank Caz Festivalinin başlamasından bir gün önce öyle güzel bir hazırlık oldu ki... Zaten merakla beklediğimiz adamlar, her biri Amerikan caz sahnesinin usta ismi. 2014 yılından beri birlikte çalıyorlar, bu kadar önemli ismin birarada durması zordur, projeler için çekiştirilirler ya da kendi albümleri vakit alır vs derken araya hoop bir turne bu grup için... Niye olmasın. Özellikle az tanıdığım piyanist Xavier Davis’i beğendiğimi belirtiyim. Grubun en akıl dolu ve dengeleyici müzisyeniydi. Nefesliler ve bas/davul arasındaki geçişlerin, peşi sıra açılan gizli kapıların arkasındaki gizli kişi gibiydi. Adam caz doçentiymiş, bir de sakin ve sessiz biri. İçimden, keşke bizde bu tarz ve bu yaşta piyanistler daha çok olsa diye geçirdim. Çilingir gibi adam. Bizden mesela Ercüment Orkut, Kürşad Deniz, Sekan Özylmaz’ın tarzına Davis’e benzetiyorum. Davulda beklediğim Johnathan Blake idi ama yerine genç Mark Whitfield JR vardı. Baladlardaki kolektif uyumu ayrıca beğendim tabii bir de caz klübünde olmanın samimiyeti, kısa sohbetler, sahneye yakınlık filan... Güzel geceydi. Touche’ye yakıştı. İşin Black Art kısmına ise başka bir gün değinirim.
Anlaşılan Google kararsız...
Çevre ve iklim konusu bilim adamlarıyla sokaktaki insan arasındaki bir sorun mu, yani, iklim değişikliği konusunda harekete geçmek için ikna edilmesi gereken esas kesimin sokaktaki insan olduğunu sanmıyorum. Okuduğum son haber durumu daha net ortaya koyuyor sanki. The Guardian gazetesi Google’ın iklim değişikliğini inkar eden ve lobi oluşturan kuruluşları aktif olarak finanse ettiğini iddia etmiş. Şaşırdık mı? Ben şaşırmadım. Haber doğru mudur? Haber Google’ın iklim karşıtı kuruluşlara hiç de azımsanmayacak miktarlarda bağış yaptığını söylüyor, bunlardan biri Trump’ı Paris Anlaşması’ndan vazgeçiren Competitive Enterprise Institute isimli bir kuruluş imiş. Gazete başka kuruluşların da ismini veriyor. Yani, yuvarlak laflar değil net isimler ifşa ediyor. Google, The Guardian’ın haberine dair yaptığı açıklamada yaptığı bağışların o kuruluşların bu iddialarını onaylamak anlamına gelmediğini söylemiş, ya ne anlama geliyor? Anlaşılan, iklim değişikliği konusunda ikna edilmesi gereken esas kişi ve kurumların kim olduğu belli, sokaktaki insanın fikrini yönlendirenler de bunlar değil mi?
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 21 Ekim 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.