Geçtiğimiz haftalarda Cem Mansur’un görevinden ayrılacağı haberi üzüntü ve şaşkınlık yaşatmış ve herkesin zihninde 'neden?' sorusunu gündeme getirmişti.
İBB'den gelen "Yönetsel fikir ayrılıkları" açıklaması kimseye tatmin edici gelmedi ancak cevabın altını kazıyınca ne demek istendiğini anlıyoruz.
İstanbul'un en gözde konser salonunun nasıl kullanılması gerektiğine dair fikir ayrılıkları, bileti satılmış etkinlikleri başka etkinlikler için kullanmak, Biletix ile anlaşmanın sona ermesi ve bunlardan son dakikada haberdar olmak vs.
Ülkenin kültür politikaları mı desem, ki diyemiyorum, değerler, tanımlar ve görevlerin içi öylesine boşaltıldı ki, gün geçmiyor ki okuduklarımıza şaşmayalım, kaldı ki, her şey hızla gelişirken, şaşmaya vakit de kalmıyor.
Salonu tümüyle kendisinin plânlayarak yönettiği dönemin toplam sadece 4,5 ay olduğunu belirten Mansur, bu süre içinde yaptıkları ve CRR'ye kattıklarını düşünürsek, elbette yarım kalmış bir senfoniyi dinler gibi oluyoruz.
Mansur'un en büyük katkılarından biri, salonu adını veren Cemal Reşit Rey'e ait eserlerin varislerini ikna ederek, el yazmaları ve özellikle operetlerini (dijitalleştirilip varislere verilmek suretiyle) salona bağışlamalarını sağlayarak oldukça tarihi bir hazineye sahip çıkması ve İstanbullulara armağan olarak kazandırması oldu.
Bilgisi, hoşgörüsü, nezaketi, öncelikleri ve en az bunlar kadar önemli olan, konser dinleyicisi ile kurduğu bağdır.
Yediden yetmişe müziği tanıtarak en uzak dinleyiciye dahi dokunması, izleyicilerin kendilerini rahat hissettirmelerini sağlamak için çalışması, başta klasik, müziğin en geniş yelpazesini cesaretle kucaklamaya gayret etmesi şüphesiz gayet iyi hatırlanacaktır.
CRR'nin yeni direktörü, genç şef ve besteci Murat Cem Orhan'ın da İstanbullunun bu gözde salonuna yakışır bir yönetim sergileyeceğinden eminim. Her ikisini de iyi dileklerle kucaklamak gerektiğine inanıyorum.
Şef Cem Mansur’u, solist Gidon Kremer ve Alfred Schnittke seçkisi üzerine gerçekleşecek konsere başlamadan önce pür dikkat dinledim. Schnitke’yi anlatırken yüzümde tebessümler belirdi.
Nedenini anlatmaya çalışayım.
1934-1998 yılları arasında yaşayan Alman-Yahudi-Rus asıllı çağdaş besteci Alfred Schnittke 1946-48 arasında ciddi olarak müzikle ilglenmeye başlayınca arayışlara yöneliyor ve zamanla kendi çizgisini belirliyor. Tarih boyunca düşüncelerin özgür ifadesi yasaklanmış ve cezalandırılmıştır. Bestecilerin avantajı, bu ifadeleri eserlerine yansıtmalarıdır. İşte, Schnittke de bu bestecilerden biri olmuştur.
Yaptığı müziklere önce dudak bükülse de 30 yıl içinde bestelediği 70 film müziği ile dinleyicisine dokunmayı başarmıştır. 'Halk bu müzikten anlamaz‘ düşüncesine karşı çıkan Schnittke sinemada kendini daha iyi gösterebilmiştir. Tiyatro ve filmler için yazdığı müziklerinde amacı ‘yüksek sanat‘ ile popüler sanat arasındaki boşluğu kapatmaktı ve bunun için tangoyu bolca kullanmıştır.
Schnittke’nin özgürce düşünce fikrinin arka plânı böyle ama konserin solisti Gidon Kremer ile olan ilişkisi ve aralarındaki müzikal bağ ve o gece dinlediğimiz 4. Keman Konçertosu’nun bileşkesi çok daha hoş ve enteresan. Gecede önce, "Bir Yaz Gecesi Kabusu" olarak yorumlanan "Klein Sommernachtstraum, ardından, Schnittke'nin kendisi için yazdığı eseri seslendirildi.
4. Keman Konçertosu için, ‘Bu eserde ilgimizi çekecek çok fazla şey var‘ diyor Cem Mansur. Eserin en karmaşık yerinden en sessiz yerine her notasının işleveselliğinden bahsediyor, çünkü, sessizlik de notadır ve hiçbir şey kuru gürültü değildir.
Eser, Gidon Kremer’in ismiyle başlar. Nasıl mı? Schnitke, Alman sistemindeki nota isimlerinden Gidon Kremer’in ismiyle bir tema çıkartıyor, ardından, Alfred Schnittke diye bir tema çıkartıyor. Eser, bu iki ismin sürekli karşılaşmasıyla alakalı.
Orkestrada, biri normal akordlu diğeri çivili olarak adlandırılan ve sesi farklı tınlayan iki piyano olduğundan söz etmemiz gerekir. Çünkü eser, çivili piyanonun tınısı ve çanlarla açılıyor.
Karanlık, ağır ve mistik bir ilk bölüm
İkinci bölüm barok tarzı bir form ortaya çıkıyor. Farklı zaman aralıklarında farklı çalgıların katılımıyla gerçekleşen ve üst üste binen bu bölümün sonunda, bütün temaları tek nota olarak yaylı çalgılarla duyuyoruz. Schnittke'nin müziğinde sessizliğin büyük önemi var ve bu eserde de sessizliği iyi duyarız. Görsel kadans olarak nitelendirdiği, gelenekle bir yerde buluşan barok formlar kullanarak cümlenin sonuna gelir. Sessizliği kemanın tellerine değmeden müziğin de ötesine geçerek gerçekleşen eserde Gidon Kremer ve Alfred Schnittke kovalamacasını hep duyumsarız.
Ve üçüncü bölümde hatıralarla dolu müziklerin görmüş geçirmişliğini klavsenle duyarız. Söylediklerini hiciv ve alaycılığın arkasına saklayarak söyleyen tavrını hissettirir. İnişler çıkışlar kovalamacalar devam eder gider.
Eserin her bölümü gerçekten detaylarla dolu ve bu eseri Cem Mansur yönetiminde Gidon Kremer ile dinlemek Istanbullular ayrıcalıktı.
Schnittke ile Kremer arasında kovalamacadır giderken söylemek istediklerini notalarla ifade eden sanatçıların özgür hareketlerini duyduk; böylesi özgür alanların olduğunu dinleyicilere anlatmaya çalışan Cem Mansur, tıpkı Schnittke gibi müzik yoluyla toplumda bir fark yaratmayı hedefleyen sanatçılardan. O gece geldiğimizden daha farklı ayrıldık o gece konserden.
Leyla Diana Gücük
Cazkolik.com / 24 Aralık 2021, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.