Son konser albümleri, üçlünün uzun yıllara yayılan dostluğunu, farklı dillerin ve kültürlerin buluşmasını müziğe taşıyor.
Sanatçılarla sizler için özel bir söyleşi gerçekleştirdim. İlk merak ettiğim Mercedes Casali için Yürüyen Merdiven grubuyla sahne almanın nasıl bir deneyim olduğuydu.
“Ciddiyetle eğlenceli” birliktelik
Casali, ikiliyle çalışmanın kendisi için özel bir deneyim olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: “Onlarla çalabiliyor olmak kendimi çok şanslı hissettiriyor. Yiğit’le ilk kez İtalya, Milano’daki Konservatuvar’da tanıştım; bazı ensemble derslerini birlikte alıyorduk. Çalma tarzını gerçekten çok beğendim, bu yüzden sınava birlikte hazırlanmak isteyip istemediğini sordum. İşte o zaman çok yetenekli bir müzisyenle tanıştığımı fark ettim; parçaları gerçekten doğru tınlayana kadar üzerinde çalışmayı seven ve bu süreçte daima eğlenen biri. Onların ikilisi tam da bunu yansıtıyor: ciddiyetle eğlenceli. Provalarda hiçbir zaman “şunu tekrar edelim mi” demekten çekinmiyorum, çünkü genellikle ilk öneren zaten onlar oluyor. Doğru sesi bulmaktan asla yorulmuyorlar. Birbirleriyle olan bağları o kadar güçlü ki içine adım atmak büyüleyici geliyor ve kendimi daima derinden dinlenmiş hissediyorum. Bana karşı hep çok sabırlı oldular, bunun için onlara teşekkür etmek istiyorum. İşbirliğimizin uzun yıllar devam etmesini gerçekten umuyorum!”
Türkçe söylemenin büyüsü
Albümde bizler için en şaşırtıcı olan Casali’nin Yiğit Özatalay’ın iki bestesini Türkçe seslendirmesiydi. Farklı dillere duyduğu merakıyla tanınan Casali, Türkçe şarkı söylemenin kendisi için özel bir anlam taşıdığını söylüyor: “Türkçe şarkı söylemek birkaç sebepten dolayı harika bir deneyim. İtalyancada olmayan sesleri keşfediyorum, örneğin ‘ı’. Seyirciyle aynı dilde şarkı söylemek çok daha doğrudan bir bağ kuruyor. Telaffuzumu geliştirmem gerektiğini biliyorum ama bu yolculuk bana çok şey katıyor”.
Piyanist Yiğit Özatalay ise Casali’nin bu yönünü şöyle yorumluyor: “Mercedes, sadece Türkçe’ye değil, içlerinde Uzak Doğu ve Arap da olmak üzere farklı kültür ve dillere ilgili, meraklı bir müzisyen. Vokalistlik de bunu gerektiriyor aslında, sözle, sözcükle, iletişim biçimleriyle doğrudan alakalı bir meslek çünkü. Şu ana kadar benim bestelerimden Kırmızı Paltolu Kız, Direndikçe, Boyun Eğmeyenler ve Çingen Kız’ı söyledi. Hepsinin çalışma sürecinde ilk olarak doğru telaffuz için kendi ses kayıtlarımı gönderdim ona. Yeni seslere uyum sağlamak konusunda inanılmaz bir esnekliği var. Ama aslen onu ilgilendiren hep şarkıda anlatılan hikâye olur hep. Türkçe olsun, başka bir dil olsun, anlatılan hikâyenin çevirisini ister hep, içeriği beğenirse söyler. İlginç bir konu da şudur, İtalya’da “parlare turco” (Türkçe konuşmak) diye bir deyim vardır, anlaşılmaz konuşmak anlamına gelir. Ya da “cose turche” (Türkçe şeyler) derler, garip şeyler anlamında.. Bence bu bağlamda bir İtalyan için Türkçe’nin esrarengizliği de söz konusu.”
Konserin enerjisi, stüdyonun imkânı
"Konser albümlerini çok seven bir müziksever" olarak gruba sormak istedim. “Bu albümle birlikte iki konser albümünüz var ki, ülkemizin caz diskografisinde bu sayıya erişen ender gruplarındansınız. Aynı parçaların hem stüdyo hem konser ortamında kaydedilmesi üzerine düşünürsek sizler için hangisi sanatsal ve günümüzün popüler tabiriyle enerjisel anlamında ağır basmakta?
Bu sorumu albümde mükemmel bir performans çıkaran davul sanatçısı Mustafa Kemal Emirel yanıtladı: “Enerjisel" anlamda bu konuda kazanan tabii ki konser. Bunun birçok önemli nedeni var. Konserlerde "kendiliğinden oluşan çalma hali" stüdyoda asla kolay oluşmaz. Nitekim pek çok sanatçı ve grup, şarkıların ilk kaydedilen versiyonunu -yani ilk take’i- özellikle önemser. Çünkü o ilk andaki doğallık kaybolduğunda müzisyen kendini zorlamaya ve müziği yormaya başlar. Konserde ise “ikinci bir take” olmadığı için bir seferde en iyisini çalabilmek adına müzisyenler zaten yüksek konsantrasyon ve dikkat halindedirler.
"Bir diğer etmen de dinleyici etkisi. Herkes, bir şey anlatırken karşıdakinin ilgisi dağıldığında yaşanan zorluğu bilir; tam tersine, ilgiyle dinleyenlere anlatmak çok daha kolay ve keyiflidir. Bence müzikte de dinleyici olmadığında doğal bir performans akışı oluşmuyor. İyi bir dinleyici performansı besliyor, müziğe dahil oluyor ve o "kendiliğinden doğal çalımı" teşvik ediyor. Bir konser mekânının sunduğu iyi akustik ortam da bu kolay çalma hissini destekleyen başka bir etmen. Doğallık, organiklik ve o “güzel enerji” dediğimiz şey aslında bu faktörlerin birleşiminden doğuyor bana kalırsa”.
Emirel yine de stüdyonun imkânlarının da değerli olduğunu vurguluyor: “Buna karşılık stüdyo kayıtlarının da kendine özgü avantajları var. Evet, biraz enerji sıkıntısı yaşanmakla birlikte stüdyoda konserde mümkün olmayan koşullar sağlanabilir: yüksek kayıt kalitesi; misafir sanatçılarla çalışabilme; kalabalık kadroları organize edebilme; kanal kayıt sayesinde temiz ve deneysel çalışmalar yapabilme; hatta farklı ülkelerden müzisyenlerle aynı anda çalabiliyormuş gibi iş birliği kurabilme. Bizim de stüdyo albümlerimizde çokça misafir sanatçı oldu; pandemi döneminde yurtdışına yolladığımız pilot kayıtlar üzerine arkadaşlarımızın gönderdiği performansları işleyerek şarkılar kaydettik. Bu teknik kolaylıklar sayesinde, misafir müzisyen arkadaşlarımızın desteği ile o renkli albümleri var edebilmiş olduk.
Son olarak şunu söyleyebilirim: Konser ya da stüdyo fark etmez; bir müzik, hangi ortamda kaydedilmiş olursa olsun, kendini tekrar tekrar dinletecek güzel bir enerji taşıyorsa, bence paylaşılabilir/yayınlanabilir bir eser ortaya çıkmıştır ve mutlaka birilerine ulaşır. Biz de aslında şarkıları seçerken buna göre karar veriyoruz.”
Türkiye caz sahnesine bakış; "Türkiye'nin caz sahnesi bana çok canlı görünüyor"
Mercedes Casali’den Türkiye’nin caz ve müzik atmosferi hakkında neler düşündüğünü ve Türkiye’deki caz ortamına dair gözlemlerini paylaşmasını istedim: “Türkiye’de caz sahnesi bana çok canlı görünüyor. Müzisyenler, geleneksel müziğin ritmik zenginliğinden yararlanabiliyorlar. Henüz pek çoğunu tanımıyorum ama birlikte çalarak onları daha iyi tanımayı çok isterim”.
Hikâye anlatan bir repertuvar
Yiğit Özatalay, şarkı seçiminde anlatısallığın ön planda olduğunu vurguluyor: “Mercedes’le yaklaşık 15 yıl boyunca bir repertuar geliştirdik. Bu repertuarda caz hep oldu, ama sanırım ana malzemeyi gerek tiyatro kökenli olan Mercedes’in gerekse şiir/tiyatro projeleriyle haşır neşir olan Yürüyen Merdiven’in taşıdığı bir karakter öğesi oluşturdu hep: Anlatısallık/tiyatrallik. Mercedes de bizim gibi -hatta bizden daha da fazla- “sadece müzik” olarak bakmıyor bir konsere, baştan sona bir hikâye anlatımı olarak görüyor onu. Bu albümün repertuarına şeklini veren bir başka önemli unsur ise İtalyan Kültür Merkezi elbette. Bizi dinleyen kitleyle daha sıkı bir etkileşim yakalamamızı sağlayan beş İtalyanca şarkının özgün düzenlemesine yer verdik: Domenico Modugno’dan Vecchio frack ve Amara terra mia, Ennio Morricone’den Il clan dei siciliani ve İtalyan direniş şarkısı Bella ciao gibi. Bu “İtalyan standartları”yla uyumlu bir bütünlük oluşturabilecek iki Amerikan standardı (Nature Boy ve The Dock of the Bay), iki Güney Amerika şarkısı (Cafetin de Buenos Aires ve Ojala) ile benim iki bestemi (Kırmızı Paltolu Kız ve Boyun Eğmeyenler) de ekleyince repertuar tamamlanmış oldu. Bugüne kadar yayınladığımız albümler içinde en çok “cover”a yer verdiğimiz albüm bu oldu diyebiliriz”.
2023’te İtalyan Kültür Merkezi’nde kaydedilen bu değerli albüm “Yürüyen Merdiven ft. Mercedes Casali Live at Italian Cultural Institute of İstanbul” ismini taşıyor. Dijital platformlarda dinleyebileceğiniz albümde İtalyan standartları, Güney Amerika ezgileri, özgün düzenlenmiş Amerikan caz klasiklerinin yanı sıra Özatalay’ın besteleri yer alırken, Yürüyen Merdiven grubu, Mercedes Casali’nin güçlü ve zarif sesiyle bu kez farklı bir basamağa çıkıyor.
Kubilay Devrim Dikkaya
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.