Dünya Caz Günü serzenişine hoş geldiniz

Dünya Caz Günü serzenişine hoş geldiniz

'Bize hergün caz’ olan hayatımızda tesadüfen gözüme çarpan‚ 'o güne özel’ etkinlikler arasında Kalyon Kültür’de yeralan Alper Maral söyleşisini görünce hemen alarma geçerek kaydımı yaptırdım. Aman ha, ya yer kalmazsa!

 

Bir güne sığdırılmaya çalışılan konserleri incelerken, Dünya Caz Günü'nü söyleşiden sonra konsere gitmeden kendi evimdeki caz dünyamda kutlamak istediğimi fark ettim.

 

Alper Maral’ın çocukluk arkadaşım olması ve son zamanlarda ‘kardeş‘ olduğumuza karar verdiğimiz duygusal bağ bir yana, onun akademisyen yönü, bilgi birikimi ve dünyaya bakış açısı sebebiyle çok değer verdiğim bu güzel yürekli insanla buluşup bir şeyler öğrenmek benim için Dünya Caz Günü’nün en güzel kutlaması olacaktı. Hal böyle olunca, dinlediğim ve edindiğim bilgilerle Alper Maral'ın neler söylediğini buradan paylaşmayı görev bildim.

 

Kalyon Kültür’ün etkinlik tanıtım metninde ‘Cazın çoğulcu, özgürlükçü, gerektiğinde politik, varoluşsal kimliği üzerine irticalen bir konuşma‘ yazılıydı. Bütün bu ana başlıklardan da anlaşılıyor ki mesele ciddi ve hepsinin bir anlamı vardı. Cazın kimler tarafindan nasıl paylaşıldığı, kimilere nasıl meze olduğu gibi arkasında yatan isyanlarımızın, serzenişlerimizin de sebepleri vardı.

 

Alper Maral söyleşisine, cazın ne olmadığı ve bir güne sığamayacağı gerçeği üzerinden başlıyordu.

 

Dünya Caz Günü, Dünya Kadınlar Günü dediğimiz şeyler 365 günde tek bir güne işaret edip ardından amacını kaybederek avuntu kabilinden bir lütuf sunmak mı acaba?

 

Onca günaha, unutmaya, istismara şifa olsun niyetine Caz Günü ha? Yani, Caz Günü bugün mü aklınıza geldi?

 

Çok doğru, bir güne atfedilen özel günleri sadece o gün hatırlanarak pazarlanması, çıkarcılıkla kutlanan yasak savma günleri. Karşıyız efendim bunlara.

 

Lakin, o günü özel kılma isteği ile armağan edilen özel günlerin idrakle kutlanmasının samimiyetine de inananlardanız.

 

Ve şöyle devam ediyordu Alper Maral: "40 yılda bir şıklık gerekince hatırlanan, üstüne arsızca sahiplenilip, na‘pılıp neler edildiğini eleştirecek olur ve cazı caz yapan öğelerin pazarlananlara göre ne denli farklı olduğundan azıcık dem vuracak olursak, bakalım kaç kişi bayrağı kapıp gelecek (katılımcıları göstererek) hülasa, sığ konvansiyonlara, çiğ pazarlama stratejilerine, güdük söylemlere karşı cesur entelektüel meraklıları ve sadık savunucuları için cazın çoğulcu, özgürlükçü politik varoluşçu bayrağını açıyoruz“.

 

 

Bu sözler bir manifesto

 

 

Türkiye’de caz çalıyor diye okuldan atıldıkları dönemde bugün master yapan, doktora yapan öğrencilerin olması bazı şeylerin olumlu yönde değiştğinin kanıtı ama bir de madalyonun arka yüzü var. Maral bu yönlere de dikkat çekiyor ve öncelikle 'caz ne değildir?' sorusunun cevabını arıyor.

 

Sınıf atlama trampleni değildir. Bir kuşak İstanbul Caz Festivali ile büyüdü ve harikulade konserler izledi fakat ilerleyen zamanlarda caz konseri olarak lanse edilen konserlerde seyirciler çakmaklarla eşlik etti, sahneye minder fırlatılıdı, son yıllarda ise selfieler çekiliyo. Caz konserleri, caz festivallerinin belli bazı ‘iyi ama caz olmayan‘ isimlerini ağırlamaya başlaması da canımızı ayrıca sıkıyor.

 

Rakı yerine marka konyağa meze edilmesi (İstanbul’da 30 milyonluk şehirde caz dinleyebileceğimiz bir kaç mekâna istinaden).

 

John Baez’in ya da Sting’in highlight, Amy Winehous’un lokomotif olduğu güya caz festivallerinde çalınan ve sponsor şirketin kontenjan davetiyeleriyle i-phone'a çekilirken dinlenen müzik değildir. Alper özellikle buna çok sinirlenmiş! 😊

 

Bu, öyle finanse edilip, pazarlandığında, sınıf atlama ve lansman vechesi olarak kullanıldığında bu bizim dinimiz olan (biz dinleyenleri işaret ediyor) cazı dinleyen kitlenin varoluş pratiğine çok zarar vermiş oluyoruz.

 

Sadece İstanbul’dakiler de değil, Montreux gibi en tanınmış festivallerde de genellikle kıç sallamaya elverişli dans müziklerini, egzotizmin en sığ icra eden kıvırcık saçlı, yarısı çıplak siyahî dilberlerin gevşek ve gerçek mizaçlı rastalı Karayiplilerin, olmadı güya İslami sembollerle önünü iliklemiş mağriplerin çaldığı mülayim de ezgiler değildir. (Sinirlenmişim diyor, nedeni ise, Digitürk’te caz (ceez) caz (ceez) dedikleri yerde bunu görüyorsun caz diye. Ya da, iki Nordik zibidinin kırmızı bir klavye ile bzt.. bzt.. bir şey yaptığı ve üzerine bir şeyler ilave edip gevelediği).

 

Yahu, caz varoluşun, direnişin, kucaklamanın, çoğulculuğun müziği idi, n'oldu?

 

Sevgiliye hava atmak icin mecburen dinlenilen bir şey asla değildir!

 

 

Caz zengin eğlencesi değildir

 

 

Toplumsal dönüşümlerle şekillenmiş, ilham, destek, fikir vermiş ve model üretmiştir. (Ezbere anlatılan pamuk tarlaları vs gibi boş lafları telaffuz etmek kolay tabii ama onun arkasındaki itkilere de bakmak lazım).

 

 

Kafadan atmasyon değildir

 

 

Okulları, ekolleri, literatürü ve folklörü vardır. Bugün üniversitelerde caz okuyan öğrenciler, doktora seviyesinde devam edenler var.

 

 

Caz, esrarkeş, zenci, 35 ama 75 gösteren, birazdan ölecek ve kafasına göre yardırıyor denilen bir müzik de değildir

 

 

John Coltrane’e soruyorlar nasıl oluyor bu diye, o da 'sen kütüphanede geçirdiğim saatlere bak' diyor, '% 10‘u ilhamdır % 90’i ter atmaktır'.

 

Best Of derlemeleri genellikle ticari anlaşmalarca olmadık teliflerden sıyrılmak üzere taklitleriyle biraraya getirilerek pazarlanmakta. Caz diye sunulan, şık kutularda bir kaçı bir arada havaalanı hediyelik eşya dükkanlarında satılan CD’ler değildir.

 

 

Caz bir ritüeldir

 

 

Yılın bir günü değil, her günümüz caz günü olsun temennisinde bulunuyoruz. Çünkü, bir yılın bir gününde kutladık mı, onunla hemen vedalaşma hakkımız doğuyor. Caz bizim için varoluşsal bir şeydir.

 

 

Her müziğin caz hali üzerine...

 

 

Yıllar evvel, bir caz festivalinde ‘caz konseri‘ olduğunu farkettim ve nefret ettim piyasadan diyor, camianın riyasına da işaret ederek, bir çöplenme durumuna dikkat çekiyor. Bedava davetiyeler, partiler vs.

 

Cazın diğer müziklerden ayrıldığı nokta, (hardcore arkeolojisine girmezsek), 100 yıllık geçmişe sahip olan bu müziğin kayıt endüstrisiyle beraber el ele, kolkola ilerlediği için dünyaya yayılması da hızlı olmuş ve vardığı her coğrafya ile uyumlu hale gelerek katılımcı bulmuş. Dolayısıyla, çok önemsediğim, bayrağını açacağım ideolojiye çoğulculuk hizmet ediyor. Burada bir kaç kavramın altını çizmekte fayda görüyor Alper Maral.

 

Çoğunluk, biz diyenlerin siz olarak dışarıda kalanları çoğunlukçuluk değil, çoğulculuktur. Geçirgenlik, coğrafyadan gelen bir özelliktir. Brezilyalı‘nın ilginç ritimlerini caza entegre etmek, ya da klasik müzik geleneğinden gelen, yüzyıllara sari bir kültürle iç içe geçme halidir. Ve hatta, birbirine komşu veya tam tersi düşman kavramlardan söz edecek olursak; Pop, popüler ve popülist kavramlarını görüyoruz. Popüler olmak, halk tarafından benimsenmesi (Michael Jackson, Sarah Vaughan örnekleri gibi).

 

 

Caz olumlayıcı, özgürlükçü, çoğulcu geçirgen bir müzik kültürüdür

 

 

Ve bu türün örtülü de olsa bir grameri, ritüeli ve pratikleri vardır. Bu noktada, bir pop festivali olmadığına dikkat çekiyor ve cazdan nefret edecek elemanların biletlerin paralarını ya da şirketlerin sponsorluklarını almak için buna meze edilmesine gönlümüz el vermiyor.

 

O yüzden, caz festivallerinde caz konserleri olsun diye ısrar edelim hep beraber. Yoksa pop, rock, sanat müziği dinlemek istiyorsak, onların da yerleri var ve bu yerler bizim caz mabedlerimiz değildir.

 

 

Politiklik meselesi

 

 

Senelerdir sömürülmüş, ezilmiş, itilip kakılmış, ABD’deki siyahî insanların kölelikleri ihya edilmiş olmasına rağmen, köleleştirilen kendini dışa vurma halidir caz. İlk caz kaydının 1917'de beyazların çaldığı kayıt olduğunu hatırlatarak, caz popüler olmaya başlayınca, beyazlar, 'varoluşal ritüelistik şey iyimiş ya' diyerek bu müziği üstleniyor. Bir şekilde, üzerine yatılmış, elinden alınmış ve ırkçılıktan muzdarip bir coğrafyada elindeki tek kültür nesnesini alıp onu pazarlamaya gidiyorlar.

 

Ama protesto da içerden gelmiş

 

Mesela, iki savaş arası swing dönemi, kalburüstü insanların eğlenip dans edebileceği bir müziğe (ve böylelikle içerden bir eleştiri alan) tahvil edilmiş olması acıdır.

 

Dünyanın en muteber caz orkestrasının siyahî müzisyenlerin ancak arka kapıdan girebiliyor olması da acıdır.

 

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyah bilincin yükselişine ikon olarak gösterilen plâklardan birinden, Max Roach’ın "We Insist! Freedom Now Suite"ine dikkat çekiyor. Kapakta çok güzel ifade edildiği üzere, bir beyaz garson var ve bu siyahî adamlar bir restorana girmiş oturuyorlar. Bu eylemin adı 'Sit-in‘ (oturma eylemi) yani, onlara servis yok, onlar sadece oturuyor. Oturmak ve bu eylemi yapmak ve bunu en önemli caz plağı kapaklarına koymak siyasi bir duruştur. Bir diğer önemli albüm de Archie Shepp'in "Poem For Malcolm".

 

İkinci Dünya Savaşı'nda, özellikle deniz aşırı yerlerdeki askerlere moral vermek için ünlü cazcılar dünyayı dolaştı. Savaşı iki atom bombasıyla Birleşik Devletler kazandıktan sonra soğuk savaş başladı ve kültür üzerinden Doğu Bloğu sanatı toplumcu gerçekçilik üzerinden savunurken, Batı, yani ABD ise, özgürlükçülük yani caz, modern sanat, dans ve soyut dışavurumculuk üzerinden araçsallaştırdı.

 

ABD hemen bütün dünyanın dinlediği sanatçılarını uçağ bindirip caz elçileri olarak dünyayı dolaştırdı. Louis Armstong gibi isimler bizim yakın caz tarihimize bunun sayede yazılmıştır. Önemli isimlerden Dizzy Gillespie 1956’da Ankara’ya gelir. Türkiye’nin caz arkeolojisine baktığımızda sözü edilmeyen kahramanlar gayri Müslimlerdir. Yerli ve milli değil, işte, son derece önemli olan siyasi bir durum. Sonra yasalar çıkıyor, eğer sahnede çalmak istiyorsa mutlaka bir Türk de olacak. İsimler değişiyor. Samuel bilmem kim, Abdurrahman bir şey oluyor.

 

Dizzy Gillespie geliyor, Maffy Falay’la bir araya gelerek ona övgüler yağdırıyor. Sonra, Cüneyt Sermet Quincy Johes’a Arif Mardin’den bahsediyor, ona Berkle’de burs çıkartıyor ve doğru Amerika‘ya.

 

 

İlk dokunuşlar böyle

 

 

Munir Ertegün sayesinde on yıl öncesinden temelleri atılıyor bu adımların ve elbette Amerika bağlantıları önem kazanıyor. Amerika‘dan gelen plâklar, Amerika’nın Sesi Radyosu, İlhan Mimaroğlu’nun caza düşkünlüğü, Ankara Radyosu bunlar hep son derece politize şeyler. 1940’larda ırkçılığın çığrından çıktığı dönemlerde siyah bilinç Black Power fikrini ortaya çıkarıyor. Beyazlarca ellerinden çalınmaya çalışılan müziklerini onların yapamayacağı şekilde yeniden yapalım diyorlar ve Bebop, ardından Cool caz.

 

Ben senin ormanda bulduğun yamyam değilim, sofistike bir sanat yapıyorum diyor ve 45-50 arası cazın adı değişiyor.

 

Black Art Music, Contemporaray Black Music, Çağdaş Siyahî Müzik gibi vasıflar altında telaffuz edilmeye başlanıyor. Politik bilinç o kadar etki ediyor ki, siyahlar Amerika’da beyazlarla aynı tuvaleti kullanamazken bu müzik Avrupa’da el üstünde tutuluyor. Bu son derece önemli. Daha sonra özgürlük söylemiyle özgür cazın ortaya çıkışı. Birilerinin gerçekten varoluş mücadelesi.

 

Biz sadece bayi toplantısında cognac (ben de havalı yazayım) yudumlamak için kullanacaksak eğer lanet olsun ama bizler için öyle değil. Sevgili Alper yanında bir kaç politik meseleye, çoğulculuk ve geçirgenliğe ışık tutacak plâk getirmişti, onları da buradan paylaşıyorum.

 

 

İlhan Mimaroglu "Sing a Song of Songmy"

 

 

Songmy Vietnam’da bir kasaba. Fazıl Hüsnü Dağlarca 1969’da Vietnam Savaşı üzerine bir kitap yazıyor ve hemen İngilizceye çevriliyor. İlhan Mimaroğlu bunu sert bir elektronik müzik eseri yaparken, özellikle oradaki başkaldırıyı Fredy Hubbard beşlisinin free jazz endamıyla dinleyebiliyoruz.

 

 

Okay Temiz "Music for Xaba"

 

 

Okay Temiz'in Apartheid dönemi, Güney Afrikalı müzisyenlerle yaptığı ve en 'free' meşrebindeki kayıtlardan biri.

 

 

Miles Davis "Tutu"

 

 

Adını Desmond Tutu’dan almıştır.

 

 

Don Ellis "How Time Passes"

 

 

İlk klasik caz projesi Stockhausen'in dünya müzik tarihini değiştiren makalesini 1951’de Stockhaussen Darmstadt’taki çağdaş müzik yaz okullarında müziğin bütün tanımlarını değiştirmişken zaman algısına odaklanarak bambaşka işler yapıyor ve o makaleyi yazıyor. Zaman nasıl da geçiyor!

 

 

Gill Evans "Little Wing"

 

 

Jimmy Hendrix müzikleri. Dönemin ikonik siyahi rock yıldızının dünyanin en büyük aranjörü tarafından bağrına basılması, kültürler ve türler arası geçirgenlige şahane bir örnek. (Çoğulculuk) 

 

 

Quincy Jones "Roots"

 

 

Kökler filminin müzikleri. Jazz at Operahouse. Cazın opera binasında icra edilebiliyor olması bakımından önemli.

 

 

Paul Winter "The Paul Winter Consort with The Dimitri Pokrovsky Singers"

 

 

Dolu dolu geçen bir saatin önemli öne çıkan kısımlarını yazmaya çalıştım. Alper Maral’a, Kalyon Kültür’e ve yöneticilerine doyurucu etkinlikler hazırladıkları için Cazkolik adına teşekkür ederim.

 

Leyla Diana Gücük

 

Cazkolik.com / 07 Mayıs 2022, Cumartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Leyla Diana Gücük

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.