Klasik müzikte Elgar kırmızı çizgim. Onun bilhassa çello ve orkestra konçertosu 20. yüzyıl klasik repertuvarın olmazsa olmazı. Klasikte, romantik dönem harici müzik dinlemeyi sevmeyen sayısız müziksever var, bence, bu insanların acilen keşfetmesi gereken 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın ilk dönemi eserler veren Elgar gibi besteciler olmalı.
Beste yapma konusunda hiç bir eğitimi olmayan org satıcısının oğlu Elgar üstelik eğitimi 15 yaşında bırakmış alaylı bir besteci ama çok iyi keman ve fagot çalan bir sanatçıydı. 1896 tarihli Lux Christi oratoryosuyla 1919 tarihli çello konçertosu arasında düz bir çizgi çizilse arada 23 yıl değil koskoca bir asır ve utanç farkı bulursunuz. Elgar, Birinci Dünya Savaşı’na her savaş gibi coşkulu marşlar, siyasilerce gaza gelmiş milliyetçi duygularla giden neslin bestecisiydi, öyle ki, yazdığı marşlar hâlâ belge olarak repertuvarları süsler ama tüm bunlar savaşın yarattığı olağanüstü yıkımı görene ve yaşayana kadar sürer. Bu da, insanî utancın zirvesidir. Çello konçertosu ile önceki eserleri arasında bu anlamda ciddi farklar vardır ama besteci olarak dramatik çizgiyi kontrollü yükseltmeyi seven ve bunu başarıyla yapan Elgar’ın Lux Christi’de yakaladığı beste estetiğine ait tekniği çello konçertosunda zirvesini bulmuştur. Melodi kullanımında neslinin en önemli isimleri arasında gelen besteci, İngilizlerin klasik bestecilikte Avrupa ana karasına göre geride kalmışlık duygusunu üç yüz yıl önce ta Henri Purcell’den sonra dengeleyebilmiş tek bestecidir, hatta, Elgar hayranı birçok eleştirmenin kimi eserlerini Richard Wagner’le mukayese ettiği de sır değildir.
Bu notlardan sonra gelelim yazıyı yazmak için dürtükleyen yeni albüme
Eylül 2018’de kendi köşem PUL’da genç çello sanatçısı Sheku Kanneh-Mason’a dikkat çekmiştim. BBC Genç Müzisyenler Yarışması’nı kazanan ilk siyahî sanatçı Sheku “Inspiration” isimli ilk albümünü yayınlamıştı. Albümde, Şostakoviç’in çello konçertosunu çalan Karayip asıllı genç çellisti albümde çaldığı eserden dolayı değil ‘klasik müzikte kibirli Anglosakson yüzleri artık unutun’ başlığıyla köşeye taşımıştım. Yani, Avrupa doğumlu ve eğitimli ama göçmen bir siyahî ailenin çocuğu olarak belki de ilkleri başarıyordu. İşte, o çocuk ikinci albümü bu kez benim hassas olduğum Edward Elgar’ın üzerine yaptı.
Albümü görünce ilk işim repertuvara bakmak oldu ama hemen dinlemedim. Onun yerine gidip başta Jacqueline DuPré gibi tüm zamanların en önemli icracılarından biri ve Zuill Bailey gibi diğer icracıları da dinledim, ilk turu tamamlayınca Sheku’nun albümüne geri döndüm. Belki dramatik derinliği Du Pré kadar etkiliyici değil ama Pré’den sonraki tüm çağdaş icracılarla boy ölçüşecek kadar kararlı ve cesur. Böyle olmasında Londra Senfoni Orkestrası’nı Sir Simon Rattle’ın yönetmesinin payı yadsınamaz. Albümün, Decca gibi böyle prodüksüyonları ustalıkla yapan bir firmadan çıkmasının da payını hesaba katarsanız tıpkı The Telegraph gazetesinden Ivan Hewitt’in yazdığı gibi ‘genç sanatçının yükselişi durdurulamaz gibi görünüyor’.
Acaba Elgar günümüzden 100 yıl önce yazılmış bestesini bir gün bir siyah çellistin seslendireceğini hiç düşünmüş müydü? Aklına geldiğini sanmam, öte yandan, insanlığa ait trajedilerin en sarsıcılarından birine, Birinci Dünya Savaşı`na tanık olmuş bir sanatçı olarak eserinin eşitsizlik hiyerarşisinin en dibinden yükselerek çıkan genç bir çellist tarafından başarıyla seslendirilmiş olması kaderin işi midir?
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 11 Ocak 2020, Cumartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.