Bilmiyorum, törene gidip de ödüllerini aldı mı? Sahne kaçağı sayılmaz ama, uzun yıllardır onu izleyen, albümlerini dinleyen, sahnede karşısında gören, hatta sahne arkasında konuşma şansına erişmiş bir hayranı olarak, ödülünü bizzat alma heveslisi olduğunu da sanmam.
John Scofield, Grammy ödüllerinden iki tanesini kendi hanesine yazdırdı. En İyi Doğaçlama Caz Solo’sunu Hank Williams’ın “I’m So Lonesome I Could Cry”ıyla; En İyi Caz Enstrümental Albümü’nü de, Coen Biraderler’in Cormac McCarthy’den uyarladığı “No Country for Old Men”e nazire olsun diye yaptığı “Country For Old Men” ile.
Uzun yıllar süren başarılı meslek hayatında gitarist/lider/besteci John Scofield birbirinden çok farklı projeler arasında dolaşmış, deneyler yapmış, farklı sanatçılarla çalışmıştır ve hep bir adım ileri gitmiştir. Mesele çıkarmayan bir adam olduğu için başkalarıyla rahatlıkla çalıştığı kesin. Kendisi kadar geçimli Pat Metheny ile yaptıkları “I Can See Your House from Here” kimbilir ne kadar keyifli bir kayıt olmuştur.
Lider olarak da kendini değil gruptakileri öne çıkarma olgunluğunu gösteren, onlara yol veren bir müzisyen oldu hep. Bu vesileyle, en sevdiğim Scofield albümüyle ilgili bir anekdot nakledeyim. 1997’de İzmir’de Parliament Caz Festivali’ne katılmıştı. Hatta büyük bir ustayla, büyük bir sorunla kendini bitireceğine zenginleştirmiş Michel Petrucciani ile aynı akşam çalmıştı. Sahne arkasında, üç Amerikalı çocuk bulduğunu, harika olduklarını söyledi. Medeski, Martin and Wood`un albümü “Shack Man”i dinlemiş (MMW’nin bütün albümlerine sahip biri olarak söyleyeyim: en sevdiklerim arasındadır). Mutlaka onlarla çalışması gerektiğini düşünmüş, ortak albüm teklif etmiş: “A Go Go” (1998). Bu da en sevdiğim Scofield albümlerinden biri. Üç harika çocuk 1991’de Medeski Martin and Wood oldu. Scofield de ikinci albümleri “Out Louder”ın (2006) kapağına John Medeski’nin adını kendi adından önce yazdırdı: Medeski Scofield Martin and Wood. “Bu John’ın albümü,” dedi. “Biz üçümüz bu albümde çalan kişileriz.”
Gitarist, geçen yıl da albüm Grammy’sini “Past Present” ile almıştı. Doksanların başındaki, Joe Lovano (saksofon) ve Bill Stewart’tan (davul) oluşan kadrosunu bir araya getirip Larry Granadier’yi de (bas) bu kadroya eklemişti. Kısa süre önce oğlu Evan kanserden ölmüştü. Bu sayede de geçmişin, bugünde varlığını nasıl sürdürdüğü üzerinde odaklanabildi diyor, Guardian’dan John Fordham. Albümün adından da belli. Gerçi Scofield’in üzerine bir ihtiyarlık çöktü ama kendini hiç bozmadı.
Başkalarıyla çalışmaktaki olgunluğunu, sevdiği birini yitirmekte de gösterdi. Evan’ın ölümünden iki buçuk yıl sonra johnscofieldguitarist’te, tamamlanan bir görevden söz etmiş. Evan arkadaşlarından küllerini dünyanın dört bir yanına serpmelerini istemiş. Ailesi ve arkadaşları da bu görevi iki buçuk yılda yerine getirmişler. (İsteyenler www.scatterevan.com‘dan izleyebilir.)
Ama olgunluk da insanın kendini yalnız hissetmesini engellemiyordur belki. O güzelim Hank Williams şarkısındaki gibi:
“... Hiç bu kadar uzun gece görmedim
Emekleyerek geçtiği zamanın
Ay az önce bulutların ardına çekildi
Ki yüzünü saklayıp da ağlasın.”
“... Düşen bir yıldızın sessizliği
Mor bir göğü aydınlatır
Ve nerde olduğunu merak ederken
Ağlayabilirdim, öyle yalnızım.”
Parçanın enstrümental dalda övgü aldığını hatırlatalım. Williams’ın sözleri sadece kafamızın içinde. Scofield “En İyi Doğaçlama Caz Solosu” Ödülü’nü alırken, John Coltrane’in oğlu Ravi Coltrane’i ve pek sevdiğimiz Brad Mehldau’yu geride bıraktı. Caz Enstrümental Albüm Grammy’sinde ise adaylar arasında Kenny Barron, Peter Erskine, The Fred Hersch Trio ile Jason Redman-Brad Mehldau ikilisini. Evet, bu iki ödül Brad Mehldau’nun da olabilirdi, o zaman da sevinirdik. Çünkü o da iyi müzisyenliğe iyi insanlığı da katmış biridir.
Şehrimize hayli sık geldi sayılır, ama ne kadar gelse azdır! 1951 doğumlu John Scofield, kendisinin de çok beğendiği iki gitaristle, Pat Metheny ve Bill Frisell ile birlikte günümüzün en büyük üç caz gitaristinden biri sayılıyor. Son derece belirgin, rock kökenli bir sound’u ve otuzun üstünde albümü var. İlki 1977’de Enja Records’dan çıktı. 1990`lı yıllarda Blue Note Records’a geçti. 2010 Nisan’ında Fransa Kültür Bakanlığı’nın Sanat ve Edebiyat Şövalyeliği Nişanı`na layık görüldü.
Scofield, gitara lisede başlamıştı, 1970-73 arası da Berklee’de okudu. Gerry Mulligan ve Chet Baker ile Carnegie Hall’da kayıt yaptıktan sonra iki yıl Billy Cobham-George Duke grubunda çaldı. Sonra Mingus ile albüm yaptı, Gary Burton dörtlüsüne katıldı. Lider olarak ilk albümleri funk kökenliydi. Rock etkisinden de hiç kurtulmamıştır, kurtulmak da istemez. Lisede RB ve Soul çaldığını söylüyor. “Jazz rock bebeklik evresindeydi, ben de hem Rock ve Soul’un Altın Çağı’nı yaşayabildim, hem de caz çalmaya çalışırken cazın bu hareketi nasıl sarıp sarmaladığını da gördüm... Gary Burton ve Gerry Mulligan ile ilk kez ‘gerçek’ caz çaldım. Ama Billy Cobham/George Duke grubundan da çok şey öğrendim.”
Sonra New York’a gitti, basçı Steve Swallow ile hiç bitmeyen bir müzik ilişkisine girdi. Onun kendisini çok etkilediğini söylüyor. 1982’de funky cazın davetine kapılarak Miles Davis grubunda yer aldı. Böylece de sahiden hem funky olan, hem doğaçlama içeren bir tür müzik olduğunu öğrendi. Üç yılın ardından da Dennis Chambers ile bir grup kurdu, gönüllerince funk yaptılar. 1989’da Blue Note ile anlaşma yapınca Berklee’den arkadaşı ‘dahi saksofoncu’ Joe Lovano ile bir araya geldi. Bir grup kurup (“Avrupa’daki bir küçük işi saymazsak”) üç albüm kaydettiler. Kendi kişisel tarihindeki en iyi girişimlerdenmiş, bunda muhteşem davulcu Bill Stewart’ın da payını inkâr etmiyor.
Derken biraz da soul-caz olsun dedi. 1960’lardan beri etkilendiği Eddie Harris’i “Hand Jive”a konuk olsun diye çağırdı. Tam o sırada Larry Goldings de tabloya dahil oldu. Caz ile New Orleans tipi ritmleri karıştırma dönemi... Pat Metheny ile çalışması da bu sıralarda. Metheny ve Frisell onun dinlemeyi de, birlikte çalmayı da en çok sevdiği gitaristler. Sonra da uzun bir liste başlıyor, aklınıza gelecek bütün kalburüstü caz şarkıcılarıyla. Ama her küçük gruplamada ille de Jim Hall var.
Artık 60’ların RB’si ile cazı yeniden harmanlayabildiğini, çalarken de daha fazla eğlendiğini söylüyor. “Bana artık nihayet gitar çalmayı öğrenebilirmişim gibi geliyor. Şimdi, müzik idollerimden pek çoğuyla çalma şansını bulduktan sonra, esinimi daha genç müzisyenlerden alıyorum. Hep olduğu gibi, çalmak da bestelemek de beni heyecanlandırıyor.”
Sevin Okyay
Cazkolik.com / 17 Şubat 2017, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.