Uzun süredir derleyip, toparlayıp aktarmayı düşündüğümüz bir haberi gecikerek de olsa nihayet toparladık. Gecikerek de olsa derken haberimiz bir sergi haberi ve sergi 30 Nisan’da açıldı ve Ağustos ayında da kapanacak, biraz daha bekleseydik gerek kalmamış olacaktı, her neyse, araya dünya kupası girdi diyelim.
Avrupa ve Amerikalı, Kanadalı müzelerin hayran olduğumuz geleneklerinden biri de gerçekten çok iyi düşünülmüş, tasarlanmış, basın tanıtımı ve halka ilişkiler faaliyetleri başarılı ve en önemlisi tasarım konseptleri kimi zaman yıllar öncesi hazırlıklara dayanan uzun süreli tematik sergiler açmaları. Özellikle modern sanat müzelerindeki sergilerden birine gittiyseniz mutlaka siz de görmüşsünüzdür. Basınından toplum hayatına nasıl güçlü bir kültürel sese dönüştüğünü sokakta yaşadığını görür, önünde kuyruklar oluştuğuna şaşar kalırsınız. Şimdi bizde de böylesi büyük organizasyonlar olmaya başladı, resmi ve özel kurumlarımızın hakkını teslim edelim. Son 15 yıl içinde gerçekten dünya çapında başarı kazanan bir çok büyük sergiye ev sahipliği yaptık. Niye böyle bir giriş yaptık diye düşünüyorsanız eğer, sebebi size böyle bir serginin haberini vermek, içeriğinden sözetmek olduğunu hemen söyliyelim.
30 Nisan’da açılışı yapılan sergi için Miles’a ait ne varsa varolan tüm multimedia malzemeleri toplanmış. Resimler, giysiler, plak kapakları, el yazmaları, enstrümanlar.
We Want Miles
Ünlü Montreal Güzel Sanatlar Müzesi oldukça kapsamlı ve başarılı bir sergiye ev sahipliği yapıyor şu sıralar. Şu sıralar dediğimiz Mayıs başından beri aslında. Sergi 30 Nisanda açıldı, ana sayfadaki iki adet videomuzda yayınladığımız serginin açılış töreni ve serginin içinden görüntüleri ayrı ayrı izleyebilirsiniz, bu haberi girmekte biraz geç kaldığımız için o iki video günlerdir orada duruyor, belki bir çok cazsever buna bir anlam verememiş olabilir ama şimdi sebebi anlaşılmış oldu diyelim.
1926 ve 1991 yılları arasında kısa sayılabilecek bir yaşam sürmesine karşın gerek caz dünyasında gerekse de genel anlamda müzik dünyasında benzerine tüm müzik tarihinde bile çok az sayıda rastlanacak bir müzik dehası olan Miles Davis’in hayatı, yaşamı, kariyeri kısaca bir müzik ikonu olarakbu dünyaya bıraktığı tüm izler sergi kapsamında geniş bir içerikle ele alınıyor. “We Want Miles”: Miles Davis vs. Jazz adı altında düzenlenen serginin konsepti Miles’ın ünlü "A painting is music you can see, and music is a painting you can hear." (Resim, görebildiğiniz bir müzik, müzik ise duyabildiğiniz bir resimdir.) sözünden esinlenerek düşünülmüş ve oluşturulmuş. Sergi Montreal’de açılmış ama serginin tasarımı ve organizasyonu Paris’li Cité de la Musique tarafından yapılmış.
Sergi sekiz farklı bölümden oluşuyor
Sergi sekiz farklı bölümden oluşuyor. Miles’ın kendi yaşamından hareketle oluşturulan sekiz dönemin ilki 1926 ile 1948 yani doğumuyla başlayan ilk dönemi anlatıyor. “St. Louis’den 52. Cadde’ye: Bird’ü ararken” adı verilen bu ik bölümde ziyaretçiler Miles’ın bir orta sınıf ailesinin çocuğu olarak çocukluğundan New York caz klüplerine uzanan yörüngedeki caz müziğinin bebop’tan ve Charlie Parker, Dizzy Gillespie gibi önemli isimlerden oluşan dünyasını keşfediyorlar.
İkinci bölüm ise ünlü ‘cool jazz’ dönemini anlatıyor. “Out of the Cool: Invention and Self-Loathing” adı verilen dönemi küratörler 1949 ile 1954 yılları arasındaki dönem olarak tanımlıyor. Miles 1949 yılında bir süre yaşadığı Paris’te dönemin entelektüel hayatının bir çok önemli ismiyle tanışma fırsatı buldu, St. Germain kahvelerinde, Paris klüplerinde soluduğu hava onun kişisel yaşamı için çok önemli ve belirleyici olmuştur. Ayrıca New York’a döndüğü sıralarda içinde bulunduğu uyuşturucu bağımlılığı da önemli bir etkendir. Parker’ın öncülüğünde gelişen bebop döneminin sonrasında ve Paris dönüşünde bu kez Miles New York’da kendisi gibi öncü nitelikli müzik yapan, yapmak isteyen Monk, Art Blakey gibi isimleri çevresine toplar, bop sonrası hard bop’un temelleri böylesi isimlerin başını çektiği ve yaptıkları müzik son derece kişisel olan müzisyenlerle şekillenir.
"Kind Of Blue" ve sonrası
Serginin üçüncü bölümü Miles’ın Columbia plak şirketi için yaptığı kayıtlara ayrılmış. Miles 1954 yılında uyuşturucuyu bırakmıştır. Columbia şirketi ise ona güzel bir anlaşma ile gelir. Bu iki güzel gelişmenin sonrasında 1959 yılında caz tarihine yön veren albümlerden biri olan “Kind of Blue” yayınlanır. Geçen yıl yayınlanışının 50. yılı özel etkinliklerle yeniden hatırlanan, özel baskıları piyasaya çıkarılan albüm aynı zamanda caz tarihinin bir milyon satış barajını aşan ilk kayıtlardan biridir de. Sergi bu dönemin sonunu ise efsanevi film müziği Ascenseur pour l’échafaud’u yerleştirmiştir. Ünlü Fransız yönetmen Louis Malle’in filmi müthiş ilgi görmüş, fırtınalar koparmış, Miles’ın müziği de filme hakettiği başarıya taşımakta inanılmaz yardımcı olmuştu. Jean Morreau ile Maurice Ronet’in başrollerini paylaştığı film Miles imzalı emsalsiz müziğiyle halen dünyanın en önemli ‘soundtrack’lerinden sayılmaktadır.
Serginin dördüncü dönemi “Controlled Freedom” (Denetimli Özgürlük) adı verilen 1963 - 67 yıllarını kapsayan dönem. Miles Davis’in bu yıllarda çevresi bir çoğu günümüzün süperstarı sayılan o yılların yetenek küpü genç isimleriyle doluydu. Herbie Hancock, Tony Williams, Ron Carter, Wayne Shorter gibi isimlerle Miles free cazın sınırlarına değin uzanan, bugünün müziğini pek çok açıdan birinci derecede etkileyen arayışların içine girer.
Beşinci dönem ise “Electric Miles: Rock Distortion” olarak adlandırdıkları 1968 ile 1971 arasıdır. Tümüyle yeni bir çağ ve yeni bir bakış açısı... Miles’ın en önemli özelliği yerinde durmayan bir müziği olmasıydı. Sonsuz bir müzikal arayış, her ne olursa olsun denemekten kaçınmayış hem o dönem hem de hayatı boyunca Miles’ın genel ruhuydu. Sonradan jazz-rock olarak tanımlanan ve bugünlere uzanan dönemin en önemli çalışmalarından biri elbette 1970 yılında yayınlanan efsanevi “Bitches Brew” albümünde hayat bulur.
“On the Corner: Funk Beat” (1972 - 1975). Miles’ın çok çok önemli bir başka albümüde bu yeni dönemin ruhunu yansıtan “On The Corner” kaydıdır. “Sokağın müziği”, “kara funk”, “yumruk etkisi” gibi muhtelif tanımlarla anlatılan dönem ruhunu “On The Corner” albümünde bulur ve kesinlikle daha “siyah” bir müziktir.
“Sessizlik, yalnızlık ve ilahi dönemi”. Yetmişli yılların ortasında türlü çeşitli problemlerle boğuşmakta olan Miles Davis yaşadığı bu sıkıntıların sonucu olarak 1975 yılında sahnelerden çekilir. Bir çeşit münzevi geçen dönem 1980 yılında geri dönüşüyle son bulur. Bu dönem sergide “sessizlik, yalnızlık ve ilahi” kelimelerinden oluşan üçlü duyguyla tasvir edilmiş.
“Evrensel bir ikon” (1980 - 1991). Geri dönüşünün ardından ölümüne kadar geçen süreç esasen Miles Davis’in tüm dünyada bir pop yıldızından daha çok tanındığı, gittiği her konserin, çıktığı her sahnenin bir caz müzisyenin çok ötesinde ilgiyle karşılandığı yıllardır. Bu dönemin en önemli kaydı kuşkusuz “Tutu”dur. Miles artık kendi efsanesinin üzerinde giderek yükselen, tartışması olmayan bir ikondur. 1991 yılında sahne aldığı Montreux Jazz Festivali(sonradan albümü de yayınlandı) içinde bulunduğu tanrılar katındaki yerini belgeler ancak ne yazık ki bundan sonrası çok kısa bir süreçtir, caz tarihinin en önemli bir kaç figürünün başında gelen Miles Davis 28 Eylül günü hayata veda eder. Henüz 65 yaşındadır. Geçtiğimiz gün 17. İstanbul Caz Festivali’nde sahne alan Roy Haynes’in Miles’dan bir yaş daha büyük ve halen çalan biri olarak gözlerimizle görüp izlemişken Miles gibi bir ismin ne denli erken bir kayıp olduğunu konser boyunca defalarca düşünmeden edemedik.
Lafın kısası, bir sergi alıp nerelere götürdü, sevgili cazseverler, dioruz ki yolunuz Montreal taraflarına olur a düşerse ya da bu yazıyı oralardan bir yerden okuyorsanız bu sergiyi sakın ola kaçırmayın!
Cazkolik.com / 14 Temmuz 2010, Çarşamba
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.