Nazilerin 2. Dünya Savaşı`nda toplama kamplarında yokettiği bestecilerin kamplardaki besteleri günyüzüne çıktı.

Nazilerin 2. Dünya Savaşı`nda toplama kamplarında yokettiği bestecilerin kamplardaki besteleri günyüzüne çıktı.

Bu konserin biletini almak için lütfen satıra tıklayın.


Dinlediğiniz müzik Renan Koen`in "Köprüler" isimli albümünde yeralan Ali Damar`a ait 6 numaralı prelüddür.


Önceki haftalarda “Jazz, Müzik ve Kadın“ programıma konuk olan sevgili Renan Koen ile yeni çıkan albümü “Kayıp İzler Gizli Anılar“ üzerine çok ilgi gören bir radyo programı gerçekleştirmiştik. Albümdeki müziklerden de çaldığımız programda Koen yakın gelecekte gerçekleşecek projelerini de konuşmuştuk, işte o programda ilk kez duyduğum "Uykudan Önce" projesi doğrusu bana çok çarpıcı gelmişti. Cazkolik adına mutlaka yeri geldiğinde geniş kapsamlı duyurmak ve tüm müzikseverlerle paylaşmak adına tekrar bir araya gelmek için sözleşmiştik ve işte o gün bugün...

Leyla Diana


 

Renan Koen’den “Uykudan Önce / Dört Besteci &

Üç Yaşam Öyküsü" “Holokost`u Anma Gecesi“

Leyla-Diana: Projenizden lütfen bahseder misiniz?

Renan Koen: 2010 yılından bu yana araştırdığım bir konuydu aslında. II. Dünya Savaşı‘nda Theresienstadt’a alınmış besteciler ile alakalı bir konuydu. Bir takım Yahudi besteciler 2. Dünya savaşından önce aslında, 1937 senesinden beri hem icra olarak hem besteci olarak yasaklı. Ne konser verebiliyorlar, ne yazdıkleri eserleri bir yerde icra edilebiliyordu. Tamamen yok edilmek isteniyor. Savaş olduktan sonra da bu toplama kampına besteciler alınıyor. Theresienstadt’a alındıktan sonra besteciler orada eserler vermeye devam ediyorlar. Sadece besteciler değil sanatın başka dallarıyla ilgilenen sanatçılar da bulunuyormuş. Ressamlar, şairler gibi. Bir kültür kenti... ve aileleriyle birlikte gidiyorlar oraya. Tabii ki buradan şu anlaşılmamalıdır, çok rahat şartlarda bu eserler verildi, gayet zor şartlarda bu eserler ortaya çıkmış. Ben dört besteci ile ilgilendim, çok ilgilmi çekmişlerdi. Pavel Haas, Gideon Klein, Viktor Ulmann ve Zikmund Schul`un, piyano ve koro eserleri ile ilgilendim. Notalarına zor da olsa ulaştım.

Leyla-Diana: Bu bestecileri 2010 yılından bu yana araştırdığınızı söylüyorsunuz, peki, ilk çıkış noktanız, sizi bu araştırmaya iten şey neydi?

Renan Koen: 2010 yılı öncesinde bunu duyduğumda, 2. Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında bulunan bu bestecilerin varlığını katıldığım bazı konsferanslardaki konuşmalarda öğrendiğimde çok ilgimi çekmişti. Benim için toplama kampları tamamen öldürülen insanların olduğu bir yerdi. Ama böyle bir üretimin olduğundan haberim yoktu. Beni çok çarptı. Sonra 2011 yılında bir anma olacaktı. Bu anma için bir konser yapalım diye düşündük.

Leyla-Diana: Peki notalara nasıl ulaştınız?

Renan Koen: İyi basım şirketleri var İngiliz Boosey&Hawks, bir tanesi Alman Schott. İkisi de basıyorlar bu notaları. Eski tenekelerin içinde bulunuyor notalar. Kimisi iyi nota kağıdına yazılmış beş çizgilik porteye, kimisi tek çizgilik, yani nota kağıtları bile değil, kağıtlara yazılmış eserler. Tabii bu eserlerin deşifresi editörler tarafından uzun seneler alıyor. Çok çok uzun yıllar alıyor. Bu iki basım şirketi notaları basıyorlar. Ama her zaman bulunmuyor. Yani sipariş ettikten bir sene sonra gelebiliyor. Hatta konserde icra edeceğim Gideon Klein’ın piyano sonatı daha şimdilerde elime geçti. Schott’tan değil, bu eserleri çalan piyanistleri araştırdım dünya üzerinde. Youtube ve başka kayıtlardan kendilerine ulaştım ve bana onlar gönderdiler.

Leyla-Diana: Siz dört besteci ile ilgilendiniz ama herhalde daha fazlaydı. Kaç besteciden söz ediyoruz? 10 veya üstünde mi?

Renan Koen: Evet tabii daha fazla, tam sayıyı şu anda hatırlayamamakla birlikte mutlaka 10’un üzerinde olduğunu düşünüyorum.

Leyla-Diana: Siz notalarına erişebildiğiniz için daha çok bu bestecilerle ilgilendiniz ama, yine de notalarına erişemediğiniz ama ilgilendiğiniz olsaydı onları da alır mıydınız?

Renan Koen: Notalarına erişilebilirlikten değil, Gideon Klein’in piyano sonatının notasına erişemedim uzun bir süre, ama erişmenin yollarını buldu. Tabii bestecilerle daha çok ilgilendim, notaları buldum diye değil.

Leyla-Diana: Peki bu bestecilerin toplama kampında bulunmalarının etkilerinin bestelere yansımalarını nasıl anlayabiliyoruz? Bununla ilgili detaylar var mı?

Renan Koen: Şöyle ki; Dört besteci de döneminin çok parlak kompozisyon ekollerinden çıkmış besteciler. Çok fazla profesyoneller. Eserlerin kimisi çağdaş, kimisi değil. Ama avangard çağdaş bir bakış açısıyla yazılmış çok güzel melodik yapıları da var aynı zamanda. Bu ilginç bir konu tabii, nasıl anlıyoruz ve nasıl şartlarda yazılmış diye. Çok ciddi ekollerden çıktıkları için bu besteciler, çok da ciddi bir disipline sahipler. Hem o coğrafyanın yapısı aile ve kültür yapısı, hem de disiplinli ekollerin yetiştirdiği müzisyenler. En dikkatimi çeken ve çarpan şey şu oldu; bu disiplini böylesi bir ortamda kendi içlerinde pozitif bir dirence dönüştürmüş olmaları ve eserler vermeye devam etmiş olmaları, altının önemle çizilmesi gereken bir irade. Bunun çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Hem yasaklanmışlar öncesinde, hem de kampa alınmışlar sonra. Yani bir kaç aşamalı bir olay. Ama buna rağmen hiç bir zaman müzik yapmaktan vazgeçmemek! Müzikle beraber hayatlarını sürekli dönüştürmüş olmaları beni çok çok etkiledi.
Eserlerden özellikle Viktor Ulmann’ın Piyano Sonatı’nda bütün oradaki yaşam okunuyor. Bu eserleri çalışarak, öğrenerek bütün yaşamı oradan okumak gerçekten bir icranın yaşayabileceği çok özel bir deneyim. Bestecinin yaşamını ve ortamı bu kadar net notalara dökmesi büyük bir bestecilik hüneriyle gelecek nesillere bıraktığı çok ciddi bir miras.. Hiç bir depresyona girmeden netliğini koruyarak, içindeki direnci her gün ayakta tutarak, bütün o ortamı müzikle dönüştürerek ve gelecek nesillere bu ortamı aktararak yapmak insanlık için çok büyük bir şey.

Leyla-Diana: Gelecek nesillere aktarma isteği ile ilgili ipuçları çıkıyor mu?

Renan Koen: Çıkıyor, evet tabii. Bu noktada isterseniz okuyucularımızla Viktor Ullman’ın orada yazmış olduğu bir yazısını paylaşalım:

İki gün sonra, 18 Ekim 1945’te, Ullmann gaz odasında öldü.

Benim için Theresienstadt, hep form üzerine bir eğitimdi; hala da öyle. Daha önce, birisi maddi hayatın ağırlığını ve basıncını hissetmezken; çünkü modern hayatın kolaylıkları - medeniyetin o harikaları - onları gideriyordu, güzel formlar yaratmak kolaydı. Burada, günlük hayatta dahi maddenin form vasıtasıyla üstesinden gelinirken, etraftaki her şey sanatsallığın anti-teziyken - burada, gerçek ustalık, Schiller ile, sanat eserinin sırrının form yoluyla maddenin yok edilmesinde olduğunu görmekteydi. Bu da muhtemelen tüm insanlığın misyonuydu; sadece estetik insanın değil, etik insanın da...

Theresienstadt için pek çok yeni eser yazdım. Çoğu, şeflerin, prodüktörlerin, piyanistlerin ve şarkıcıların isteklerini ve dileklerini yerine getirmek içindi; kısacası, getto içinde boş zaman aktivitesi sağlamak içindi. Bu müziğin listesini yapmak, bana en az Theresienstadt’ta başka enstrüman olmadığı için piyanonun uzun süre çalınamadığına vurgu yapmak kadar boş geliyor. Yazacak kağıt sayısındaki müthiş kıtlık da sonraki nesillerin ilgisini çekmeyecektir. Bütün söylemek istediğim, Theresienstadt müzikal çalışmamda beni engellememiş bana yardımcı olmuştur. Kesinlikle Babil kıyılarında oturup ağlamıyorduk ve kültür arzumuz, yaşam arzumuz ile eşleşiyordu. Ayrıca, hem hayatta, hem de sanatta formu direnen maddeden çekip almak için çabalayan tüm insanların beni destekleyeceğine dair inancım tam.

Ve bunu yazdıktan iki gün sonra Auschwitz’te gaz odasında öldürülüyor.

Leyla-Diana: Ne kadar kalıyorlar kampta?

Renan Koen: 1945 Ekim’e kadar kalıyorlar. Zikmund Shul sadece Theresienstadt’ta kötü yaşam şartlarından dolayı yaşamını kaybediyor. Diğer 3 besteci, Auschwitz’te gönderilerek gaz odalarında öldürülüyorlar.

Leyla-Diana: Konseriniz 13 Nisan’da Zorlu Center’da gerçekleşecek. Konserin oluşumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Renan Koen: Bu konserin geniş topluma ulaşması en büyük arzumdu. Daha sonra 500. Yıl Vakfı’yla düşünürken, İzmir Cemaati’nden bir istek geldi 15 Nisan için. 15 Nisan’da İzmir’de de yapılacak konser Karataş Bet Israel Sinagogu’nda gerçekleşecek. Geniş topluma açık. Saat 20:30’da başlayacak. Giriş ücretsiz olacak burada. Bunu da buradan duyurmuş olalım.

İstanbul’da da neden olmasın diye düşündük? O noktadan itibaren de salon aramaya başladık neresi olabilir diye. Burada yolumuz Anadolu Kültür ile kesişti, Anadolu Kültür de Şişli Belediyesi ile yolumuzu kesiştirdi ve Hayri İnönü bu projeyi çok önemsedi. Bunun üzerine Zorlu PSM’yi gündeme getirdi projeyi duyar duymaz ve üzerinde hemen bir çalışma başlattı. Bu üç kurumun uyumlu işbirliği ile konser gerçekleşecek. Ve bir de onur konuğumuz var; Dr. Gottfried Wagner. Kendisi hem müzik tarihçisi hem yazar hem de multimedya uzmanı. Çok ilginç yollardan bu konulara dalmış bir insan. İtalya’da yaşıyor uzun uzun Skype’tan görüşmelerimiz ve mailleşmemiz ile bu geceye hazırlanıyoruz.

Önce bir açılış konuşması niyetiyle kendisiyle temasa geçtim, tanışmıyorduk ama ben onu tanıyordum. Çok çok sevindi çünkü bu konuda ciddi anlamda hizmet veren bir insan. Bestecilerin ve o dönemin anlaşılmasında çok önemli bir isim. O yüzden kabul etti. Koro eserlerini Nazım Hikmet Akademi Korosu seslendirecek.

Leyla-Diana: Özel bir güne denk geliyor mu?

Renan Koen: 1951 senesinden beri Holokost’ta kaybedilenler için bir anma günü yapılıyor. Bu gün 15 Nisan’da İzmir’de olacak 2 gün öncesi de İstanbul’da. Dini Anma Haftası’na denk geliyor diyelim. Holokost’ta ölen şehitleri anmak adına. Hem de umudu da anlatmak istiyoruz. Çok umutsuz çok kötü bir şeyden yola çıkılıyor belki ama, bence insan içindeki pozitif direnci yeteneklerinden yola çıkarak geliştirebilir. Bu direnci geliştirmeye çok ihtiyacımız var bizim. Kişisel olarak çok ihtiyacımız var, diyaloglarımızda çok ihtiyacımız var, toplumsal olarak çok ihtiyacımız var, ülke ve dünya adına çok ihtiyacımız var. Daha mutlu bir yaşam kişinin kendisiyle buluşabilmesinden geçiyor. Gençlere disiplinli olabilmeyi, ‘mutluluğu algılamak ve büyütebilmek’ olarak öğretebilirsek, yeteneklerinin farkına varıp nasıl şekilenecekleri konusunda da yardımcı olabiliriz, olmalıyız da. Bu, gelecek nesillerin kendi kişilklerini oluşturma aşamasında bizlerin en büyük ve önemli sorumluluğu.

Leyla-Diana: Bu konserin devamı olacak mı ve sonrasında ne olacak?

Renan Koen: Bu konseri albüm hailne getirmeye başladık bile. Albüm CD ve DVD olarak Kalan Müzik’ten çıkacak. Bu albüm çalışmasının büyük bir kısmının sponsorluğunu sanata ve kültüre hassasiyetle önem veren Kariyo & Ababay Vakfı üstlendiler. Diger bir sponsorumuz da Erol Hakanoğlu’na teşekkür ediyoruz.

Leyla-Diana: Sizin adınıza çok sevindim.

Renan Koen: Çok teşekkürler, bir sponsor daha var ama daha net değil o yüzden sürpriz olsun, albümde görelim onu.

Leyla-Diana: Albüm ne zaman çıkması bekleniyor?

Renan Koen: Albüm hazırlıklarına başladık Eylül ayında çıkmasını bekliyoruz. Çünkü Ekim ayında Amerika’da Shoah Center var ve bir konservatuar işbilrliği ile, ‘Müzik, Şiddete ve Soykırıma Bir Direniş Olabilir mi?’ konusunun cevabını arayan benim de konser ve sunum ile katılacağım bir workshop / kongre olacak. O zamana kadar hazır olacak. Bu arada, Gideon Klein’ı araştırıken George Horner’a ait küçük de bir ses kayıdına rastladım. George Horner 90 yaşında hem doktor hem müzisyen. Theresienstadt’a alınmış ve oraya girdiğinde müzisyenmiş. Akordeon ve piyano çalıyormuş, bütün bestecileri de tanıyor Yo-Yo Ma ile de bir konser yapmışlar, Holokost’un 70.yılı olduğu için. Size orada söylediklerini okumak isterim izninizle.

Leyla-Diana: Elbette memnuniyetle...

* * *

Ben GIDEON’u Hatırlıyorum:

Ben Gideon’u ve ailesini Pşerov’da (Çekoslavakya) geçen çocukluğumdan beri tanıyorum. Ben onda onu diger çocuklardan ayıran olağanüstü bir özellik olduğunu sezinledim. Çok yetenekliydi. Bilgisi, zekası ve müziksel becerileri hem yaşıtlarının hem de büyüklerin takdirini kazanmıştı. Prag’daki kız kardeşi ile yaşamak için taşındığında 10 yaşlarındaydı. Orada orta okula devam etti ve aynı zamanda konservatuvardaki piyano ve kompozisyon çalışmalarına başladı. Üç yıl sonra bestecilik konusunda ilk denemelerini yapmaya başladı. Konservatuvarın müzik akşamlarında sık sık verdiği piyano performansları sayesinde piyano insanlar tarafından çok beğenilmeye başladı. Kısa zamanda Gideon konservatuvarın en başarılı öğrencilerinden biri haline geldi. 1938’de liseden yüksek başarılarla onur öğrencisi olarak mezun olduktan sonra Prof. Kuntz ile ustalık sınıflarına başladı. Sadece bir yılda bu sınıftan da mezun oldu. O zamanlar yaz tatillerinde yine Pşerov’a gelmeye devam ediyordu. Ben onun ziyaretlerini dört gözle beklerdim. Çünkü Gideon o her zaman benim için bir rol-model olmuştu. Bizden biriydi, beraber futbol ve kağıt oynar, yüzmeye giderdik. 1939 yılı martındaki Nazi işgali yüzünden getirilen seyahat yasağından sonra Pşerov’a gelişleri durdu. Onu ancak birkaç sene sonra Terezin’de yeniden görebildim. Oraya 4 Kasım 1939’da transfer edilmişti. Ta başından beri oradaki kültürel hayatın merkezi oldu. Saygı duyulan bir piyano virtüözü olmasının yanı sıra öğretmen ve besteci kimliği ile de insanlarca tanındı. Birkaç kere karşılaştık. Bir keresinde beni konsere çağırdı. Böylece Terezin’in o meşhur ilk piyanosunu görme şansını yakaladım. Hikayeyi biliyordum. Bir grup korkusuz mahkum bir ghettonun dışında terkedilmiş bir kulüpte buldukları bir ayağı eksik piyanoyu gece Naziler görmeden kampa taşımışlardı. Gideon hemen eskiden okul olan binanın çatı katına koydukları bu piyanonun tamirine başladı. Büyük çabalar sonunda bu döküntüden çalışan bir enstrüman yaratmayı başardı. Gideon’u orada ilk ziyarete gittiğimde Beethoven’in (mib M) 5 numaralı piyano konçertosunun ilk bölümü üzerine yoğunlaşmış ölçüleri tekrar tekrar çalışırken buldum. Sanırım performansından yeterince memnun değildi. Mükemmelden aşağısını hiç bir şekilde kabullenmemek tipik bir Gideon davranışıydı. Bu meğerse son karşılaşmamızmış. O günden beri ne zaman bu konçertoyu dinlesem Gideon’u o piyanonun başında hayal ederim... ve kalbim paramparça olur. Gideon, Ekim 1944’te diğer birçok mahkumla birlikte Auschwitz’e transfer edildi. Oradan da IG Farben’ın meşhur altın madenlerinde çalışmak üzere Fürstengrube’ye gönderildi. Oradaki yaşam şartları bir felaketti. Hiçbir koruyucu önlem olmadan madenlerde yeraltında onca saat ağır şartlarda çalışıyorlardı. Yiyecek hem miktar hem de besleyici öğeler açısından çok yetersizdi. Gideon’un ya onlara doğru harekete geçen ordudan kaçarken ya da Almanlar tarafından tutsaklar öldürülüp, barakalar yakılarak yok edilmeye çalışılan kampta
1945 senesi Ocak ayının sonlarına doğru aramızdan ayrıldığını sanıyorum...Dünya için ne denli acı bir kayıp! Gideon büyük bir insan, olağanüstü yetenekli bir piyanist , besteci ve şefti ve şuursuzca öldürülmüştü. Hayata bir misafir gibi gelip göçenlerden değildi Gideon. O bir yıldızdı. Bir yıldız gibi bugün de gökyüzünde parlamaya devam ediyor. Onun ışığı halen üzerimizde ve hep olacak.

* * *

Leyla-Diana: Üç yaşam hikayesi dediniz, onlardan bahsedelim biraz isterseniz.

Renan Koen: Tabii. Bir tanesi, 1900’lerin başında Avrupa’da yaşama isteğiyle Fransa’ya yerleşmiş, bir Türk-Yahudi ailesinin 2.dünya savaşında orada ne durumda olduğu ve başlarına nelerin geldiği ile ilgili bir yaşam hikayesi. Bu benim video röportajını yaptığım hanımın hem babası hem dayı ve amcası ülke değiştiriken, İspanya’ya kaçarken onları geçiren rehberin Nazi’lere satması sebebiyle önce Drancy toplama kampına alınıp daha sonra Auschwitz’e gönderilerek öldürülme hikayesi...Diğeri ise, ben bu konuları araştırıken direnişçilerin ne yaptığını ve nasıl çalıştıklarını merak ettim. Ve yine, hanımı Türk olduğu için, Türkiye’de yaşayan Hollandalı bir kişinin direnişçi olan babasının hikayesi. Oğluyla yaptığım video-röportaj var. Bir tane de yine Türkiye’den Fransa’ya gitmiş 1900’lerde, ve yine orada II.Dünya savaşına yakalanmış birisinin günlüğü var. Bunları da paylaşacağız o gece. Konser programının içinde yer alıyor hepsi. Ben bu video röportajları yaptıktan sonra kurgu konusunda yardıma ihtiyacım oldu ve bir dostumun aracılığı ile belegesel yönetmeni Özlem Öğüt Parlak’a ulaştım, filmlerin kurgusu üzerinde birlikte konuştuktan sonra çok gönülden bir iş çıkararak filmleri konsere hazırladı.

Leyla-Diana: Merakla bekliyoruz gerek doküman gerekse müzikleri.

Renan Koen: Evet, merakınızı anlıyorum çünkü gerçekten önemliler. Pavel Haas’ın bir şiir üzerine yazdığı koro eseerinde diyor ki; “çalış, çalış kesinlikle ağlama. Sen önündekine bak ve devam et hayata. Ağlamak için vaktimiz yok”... İkinci eserde ise, Zikmund Schul Cuma akşamı duasının metninin üzerine bestelediği eserinde, dua: “Tanrım eğer sen bizi buraya koyduysan, vardır bildiğin.” Diyor... Gideon Klein ise “hayata şerefe” diyor, kampın kültür müdürüne ithaf ettiği koro eserinde.

Leyla-Diana: Biraz da isim üzerine konuşalım. Nedir “Uykudan Önce” ?

Renan Koen: Viktor Ulmann’ın piyano sonatında bir tanesi -5.piyano sonatı- (üç tane piyano sonatı geçti elime) kamptaki ölen bir arkadaşına ithaf edilmiş yazılmış bir sonattır. Nocturne diye bir bölümü var, Nocturn gece müziği demek ama burada tabii ölümü anlatıyor. 5. Sonatın bazı bölümlerini 7.sonatın içine de koymuş ve Avusturyalı şair Karl Kraus’un “Uykudan Önce” şiirini de başına yazmış. Yani tam olarak ölümü anlatıyor ve günlükten aldığım bir bölüm de uykudan önceyi anlatıyor. Orada ölüm değil gerçekten uykuyu anlatıyor ama benim bu ismi koymaktaki amacım, ölümden önce neler oldu?

Leyla Diana: Bu çarpıcı proje için tekrar kutlarız.


- Biletler Biletix’te ve ögencilere %50 indirimli.
- Pavel Haas, Viktor Ullmann, Gideon Klein ve Zikmund Schul’un kampta besteledikleri piyano ve koro eserlerini, piyanist Renan Koen ve şef Erdem Nusret Karakaş yönetimindeki Nâzım Hikmet Akademi Korosu seslendirecek. Gecenin solistleri ise Renan Koen (soprano), Burak Kul (bariton) olacak.

Leyla Diana Gücük
@jazzcaffee
@jazzmuzikkadin

Cazkolik.com / 07 Nisan 2015, Salı

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.