Festivalin güzel sesleri; Peyroux, Edwards ve Biel

Festivalin güzel sesleri; Peyroux, Edwards ve Biel

PSM Caz Festivali’nin güzel sesleri 2 Mayıs Perşembe`den itibaren birbirini izleyecek. Önce, 2 Mayıs’ta aşinası olduğumuz, daha önce de İstanbul’da dinlediğimiz Amerikalı blues ve caz yorumcusu Madeleine Peyroux çıkacak karşımıza. Aslında Amerikalı dedik ama, belki de Fransız-Amerikalı demek daha doğru. Ne de olsa, meslek hayatına on beş yaşında Paris’te bir sokak müzisyeni olarak başlamıştı. 90’ların başıydı, annesiyle Paris’e gitmişlerdi. Sokak şarkıcılığının ne gibi zorlukları var? Trafik gürültüsünün ya da rayları takırdatan bir tren sesinin üstüne müzik yapmanın zorluğu, genç Madeleine’in sık sık moralini bozarmış. Ama sokak müzisyenlerine çok önem veriyor. Aralarında çok iyi işler çıkaran ve dinleyenlere ulaşmasını bilenler olduğunu düşünüyor.

 

1996’da yayınlanan ilk albümü “Dreamland” Time Dergisi tarafından “bu yılın yeni bir şarkıcı tarafından sunulan en heyecan verici ve sürükleyici vokal performansı” diye sunulmuştu. Genç şarkıcıya bu albümde aralarında Marc Ribot, James Carter, Kenny Wollesen, Cyrus Chestnut ve Regina Carter’ın da bulunduğu seçkin cazcılar eşlik etmişti.

 

PSM Caz Festivali`nde, özellikle son albümü “Anthem”den parçalar söylemesini bekliyoruz. Peyroux artık neredeyse çeyrek yüzyılı ve sekiz albümü geride bırakmış bir sanatçı. Başından beri olağanüstü sesi ve ruha işleyen yorumuyla onu büyük vokalistlere benzettiler, Billie Holiday, Edith Piaf, Ella Fitzgerald, Patsy Cline. Hatta Tom Waits ile Leonard Cohen’i hatırlatan bir vokal duyarlılık. En sevdiği parça hangisi? Leonard Cohen’in “Bird on the Wire”ı. Benliğin özüne geri dönmek hakkında bir şarkı olduğunu düşünüyor. “Uzun süre üzerine titredim ve hep bir gün bu şarkıyı söylemeyi umut ettim. “The Blue Room”da nihayet söyledim: “Ah, teldeki bir kuş gibi / Geceyarısı korosundaki sarhoş gibi / Kendimce özgür kalmaya çalıştım.”

 

Madeleine Peyroux’nun 2016 ABD seçimlerinin ardından kaydettiği “Anthem” albümünün sözleri de akıldan çıkmaz cinsten:

 

“Evet, savaşlar gene tekrarlanacak
Kutsal güvercin gene yakalanacak
Satın alınacak, satılıp yeniden alınacak
Güvercin asla özgür olmaz ki”

 

Öyle mi sahiden? Peki, özgür olmaz diye öylece bırakacak mıyız? Hayır, elbette.

 

“Hâlâ çalabilen çanları çalın
Kusursuz adağınızı unutun
Her şeyde bir çatlak vardır
Işık böyle girer içeri.”

 

Şarkısını da bu satırı tekrarlayarak bitiriyor:

 

“Işık böyle girer içeri.
Işık böyle girer içeri.”

 

Madeleine Peyroux “Anthem”le “Neye inandığımızı, demokrasinin ne olduğunu sandığımızı ve onu yaratmaya nasıl devam edeceğimizi sandığımızı” sorguluyor. “Albüm, farklı insanların tecrübelerine ilişkin bir grup hikâye ve onların kişisel hayatlarıyla, siyasete karşı içten bir tavır sunuyor. Hikâyeleri, aldırmıyor gibi görünen kalpsız bir dünyada varlığını sürdürme marşları.” Ama Peyroux buna rağmen “Anthem”in umutlu bir albüm olduğuna inanıyor. Bazıları böyle düşünmese de.

 

 


 

Yeniden Morcheeba

 

Onları ilk kez 1996’daki ilk albümleri “Who Can You Trust?” ile tanıyıp sevmiştik: Vokalist Skye Edwards, ile Morcheeba’nın yaratıcıları olan iki kardeş, Paul ve Ross Godfrey. Müziklerinde trip hop, rock, folk rock ve downtempo izleri vardı.

 

Morcheeba, yapımcı Paul ile multi enstrümentalist kardeşi Ross Greenwich’daki bir partide vokalist Skye ile tanışınca kuruldu. İki kardeş daha önce başka bir şarkıcıyla çalışıyordu ama Skye’ın ‘manyetik’ sesini, country etkili vokallerini duyunca yeni bir stil benimsediler. İlk albümlerini iki yıl sonra çıkan “Big Calm” izledi. Paul Godfrey’in gruptan ayrıldığı 2013’te “Head Up High”ı yapmışlardı.

 

Beş yıl aradan sonra 2018’de Paul’süz ilk albümleri geldi: “Blaze Away”

 

1995’ten bugüne kadar dokuz stüdyo albümü yaptılar, bunların iki tanesi İngiltere’de İlk 10’a çıktı. Şimdi kurucu üyelerin ikisi Morcheeba’ya yeniden hayat verdi. Ama markaları olan etkiler ağı değişmedi.

 

Ross Godfrey, nitelifeonline.com’da “Blaze Away” çıkınca yaptıkları söyleşide, sound’larının doğal olarak ortaya çıktığını söylüyor. “Çünkü ben asit rock ve psikedelike iyice merak sarmıştım. Jimi Hendrix, örneğin ve eski blues müziği. Kardeşim ise hip hop’a cepheden dalmıştı: New Kingdom, Wu-Tang. Skye’ın sesi çok yumuşaktı. Country müzik ile Nina Simone ve Patsy Cline gibi şarkıcıları seviyordu. Biz de mecburen sound’umuzu yumuşattık. Yoksa gitarlarımızla onun sesini boğardık, duyulmazdı”.

 

Skye de trip hop başlığını pek sevmemiş. Albümlerinin downtempo, hip hop ve bir kadın vokalden fazla bir şey olduğunu düşünmüş. “‘Big Calm’da country ve Western etkileri, psikodelik etkiler, rock ile pop vardı. Onun için trip hop janrına tam olarak oturmadığımızı düşündüm hep, çünkü bence şemsiyemiz bundan çok daha genişti.”

 

Paul 2013’te gruptan ayrıldıktan sonra, Ross ve Skye birlikte müzik yapmaya devam ettiler, 2016’da “Skye / Ross” albümünü çıkardılar. Paul’un Morcheeba adındaki hissesini aldıktan sonra da grubu yeniden canlandırdılar. Ross, “10-15 yıldır Paul’suz turne yapıyoruz,” diyor, “ama o hep Morcheeba’nın önemli bir parçası olacak. Sound’umuzun DNA’inde yazılı. Skye’ın sesi için yaptığım müzik ise, insanların sound’a nasıl baktıklarıyla ilgili. Morcheeba gibi çalmaya çalışmıyoruz. O, birlikte müzik yaptığımız zaman çıkan doğal ses.”

 

Skye, ilk albümlerinden bu yana, büyük bir gelişme kaydetti. Artık mahçubiyeti bir yana bırakmış, giyimine dikkat eden, hatta giysilerini kendi diken güvenli bir star.. Sahneye çıkıp şarkı söylemekten hep zevk aldığını vurgulayan Skye, her yaştan izleyicileri olmasından memnun. 70’ten 17’ye kadar. Hâlâ çalışıyorlar, hâlâ turnedeler. “İnsanlar bizi istediği sürece onlara müzik yapacağız. Onlar eğlenmeyi seviyor, ben de onlara şarkı söylemeyi, doğrudan temas kurmayı...”

 

Morcheeba başından beri hep bir aile işi oldu. Godfrey biraderlerle başladı, şimdi Skye’ın ailesi de grupta. “Fragments of Freedom”da bas çalan kocası Steve Gordon, artık turne basçıları. Oğulları Jaega da davul çalıyor. Ross durumu özetliyor: “Sevdiğimiz insanlarla birlikte çalışmak bizi rahatlatıyor. Ama onlarla çalışmak istememizin asıl nedeni, çok iyi müzisyenler olmaları.”

 

 


 

“Gerçek duygulardan yola çıkıyorum”

 

2 ve 3 Mayıs’ta arka arkaya Madeleine Peyroux ve Skye Edwards’I dinledikten sonra Julia Biel için 10 Mayıs’a kadar bekleyeceğiz. BBC’nin “Cazın Yükselen Yıldızı” ödülüne aday gösterilen Julia Biel, ilk kez Türkiye’de.

 

Şarkıcı, “Not Alone” isimli ilk albümünü 2005’te yayınladı. Kendi adını taşıyan üçüncü albümünü ise geçen yıl tamamladı. Kalıpları reddeden Biel, aynı zamanda kendi kendini yetiştirmiş bir multi-enstrümentalist. Şarkılarını her zaman gerçek duygular ve deneyimlerden yola çıkarak yazdığını söylüyor. Onları dinleyenlerin de bu duygularla özdeşleşmesini sağlamayı amaçlıyor. Guardian’a göre, onun müziği yoğun duygusal deneyimler olmaksızın elde edilemeyecek bir etkiye sahip. “Sesi, kendine özgü bir sıcaklıkla ve gospel müziğinin ruhaniliğini, soul’un yaşama sevincini, blues’un hüznünü ve cazın özgürlüğünü yansıtıyor. Şiirsel şarkı sözleri de içinde kendinizi kaybedeceğiniz sihirli bir müzik fonunda hayat ve aşk üzerine keskin bir perspektif sunuyor.”

 

Julia Biel hep Nina Simone, Miles Davis ve Billie Holiday gibi müzisyenlerden etkilenmiş. Özellikle de güçlü kişiliklerini müziklerinde ifade etmeyi başarmalarından. Ama eski olandan medet ummuyor. Özgün şarkıları tercih ediyor. Melodiye ve şarkı sözlerine güveniyor. Şarkılarının ve yorumunun zorlama hiçbir yanı yok, üstelik ikna edici.

 

Buna karşılık, birinci ve ikinci albümleri arasında on yıl geçti. “Love Letters and Other Missiles” 2015’te çıktı. “Not Alone”daki şarkıları Oriole’un gitaristi Jonny Phillips’le yazmıştı. Albüm de dikkati çekmişti. Julia Biel zaten daha önce Perrier Yılın Vokalisti ödülünü de almış, 2006’da BBC Caz Ödülleri kategorisinde “Yükselen Yıldız” adayı olmuş bir sanatçıydı. Herkes onun daha da yükselmesini beklerken, neredeyse esrarengiz bir şekilde geri plana çekildi. Bunun bir nedeni, Jonny Phillips’in Latin ve flamenko müzik dünyasını daha yakından tanımak için İspanya’ya göçmüş olmasıydı. Gene de, zaman zaman gitarist ve besteci Ben Watt’la çalıştı. Hayat arkadaşı, mülti-enstrümentalist ve yapımcı İdris Rahman’ın liderlerinden olduğu Soothsayers grubuyla şarkı söyledi.

 

İkinci albümü “Love Letters and Other Missiles”da da yaratıcı ortağı Rahman’dı. Şarkıların hemen hemen hepsi Biel’indi ama Rahman da müzisyen ve yapımcı olarak albümde önemli bir rol oynadı. İlkinden hayli farklı bir albümdü, artık Phillips olmadığı için pop/soul/r’n’b duygusu güçlenmişti. Biel bu arada, E.S.T.’nin başarısında büyük payı olan Burkhard Hopper’ın menejerliğinde Birleşik Krallık ve Avrupa’da turneye çıkıp seçkin festivallerde sahne almaya başlamıştı.

 

“Julia Biel”, gene Biel ve Rahman’ın yaratıcı ortaklığı üzerine kurulu. Biel’in triosunun davulcusu olan Saleem Raman’ın performansı da dikkati çekiyor. İdris Rahman bas ve klarnet çalıyor, arka vokallerde yer alıyor. Biel ise vokalist, piyanist, gitarist olarak katkıda bulunuyor. Tef de çalıyor. Albümün başlığı için, “Nihayet bir sanatçı olarak hep gelmek istediğim yere eriştiğimi düşünüyorum,” diyor. “Artık benim gibi, benim söylediğim gibi bir ses kimliğim var.”

 

 

Sevin Okyay


Cazkolik.com / 01 Mayıs 2019, Çarşamba

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sevin Okyay

  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.