Çarşamba akşamı internete ne var ne yok gibisinden göz atarken haber özetini gördüm. Önce bir tür tatsız şaka sandım. O kadar gençti ki! Üstelik de daha henüz bir Esbjörn-E:S.T. yazısı yazmıştım. Böylece, Mulgrew Miller’ın 57 yaşında, geçen hafta geçirdiği kalp krizi nedeniyle ölmüş olduğunu intikal etmem hayli uzun zaman aldı.
Kadri-kıymeti layıkıyla bilinmemiş bir piyanistti. Kendinden meşhur, hatta çok daha meşhur müzisyenlerle sık sık çalmıştır. Onların daha meşhur olmasının nedeni, Miller’ın daha az müzisyen olması değildi. Gerçi öyle olura olmaza alınıp darılmazdı ama, meslek hayatına konan kısıtlamaların farkındaydı. 2005 yılında DownBeat dergisinin onunla yaptığı bir söyleşide, kendi iddiasız üslubuyla kavram dolu, eleştirmenlerin gözbebeği başka bazı cazcıların yaptığı müziği, “söyleşi müziği” diye tanımladığı müziği mukayese etmişti. “Benim yaptığımı yapan adamlara modası geçmiş gözüyle bakılıyor” diyerek.
Oysa modası geçmiş değildi, hem de hiç. En azından, Ron Carter ve Kenny Barron öyle düşünmüyorlardı. İkisini iki yil önce Barron ile birlikte Istanbul Jazz Center’da izlediğim konseri hatırlıyorum. İki büyük usta, birbirine üstün çıkmaya çalışmayan iki solist, güler yüzlü, mütevazı iki insan. Piyanistlerle konuşma cesareti gösterenler, bu cesaretten pişman olmadılar. İltifatları tebessümle karşılayan, konuşma isteklerini geri çevirmeyen üstatlardı, hem Barron, hem de Miller.
Onu aynı mekânda bir kez de, çok sevdiğim iki cazcıyla, biri genç, biri daha yaşlı iki ustayla dinleme fırsatım oldu: Emsalsiz Ron Carter, Lord Carter, ve gitara şöyle bir daldı mı, değil yalnızca gruptaki arkadaşlarını, star solistleri bile arka plana itmeyi başaran Russell Malone. Aralarında eşitlik vardı, kendilerine Golden Striker Trio diyorlardı. Bu yıl, Ocak ayının sonunda, “San Sebastian” (In+Out) diye bir albümleri çıktı. Gerçi ben Ron Carter’la, kibarca hayranlığımı belirtmek dışında konuşmaya cesaret edemedim ama Malone, grubun piyanistine övgüler yağdırıyordu.
Onun ölüm haberinin hemen ardından, caz dünyasının pek çok şöhreti de, benzer duyguları dile getirdi. Diane Reeves, Miller’ın sanatçılığı ile güzel ruhunun asla unutulmayacağını söyleyerek ona teşekkür ediyor ve Işık’ta istirahat etmesini diliyordu. Dave Holland ise, Mulgrew Miller’ı “güzel bir adam ve büyük bir müzisyen” olarak nitelendirip çok özleneceğini belirttikten sonra, piyanistin yetkin müziği ve sakin yapısının onu hep etkilediğini etkiliyordu. Christian McBride ise, "Dilerim ki, kendine saygısı olan her caz müzisyeni bu günü Mulgrew’un bize bıraktıkları üzerinde düşünmeye ayırsın,” demiş. “Sen çılgın gibi seviyorduk, ‘Grew’”. Bunlar ilk akşamın ‘ardından’ özetleri. Sonradan, sayılamayacak kadar çok takdir, temenni eklendi.
Hayatını zaten Cazkolik yazmış. Herkesten çok Oscar Peterson’dan etkilenmişti. Maxjazz’deki bir online biyografisinde, bir Peterson kaydını ilk duyuşundan söz ederken, “Neye uğradığımı şaşırmıştım,” diyordu. “Hayatımı değiştiren bir olaydı. Oracıkta, caz piyanisti olacağımı anlamıştım.” Piyanist Geoffrey Keezer ise 1986’da Miller’ı sahnede görüp dinleyince, profesyonel caz piyanisti olmaya karar vermiş. Miller’ın kendisi, daha sonra McCoy Tyner’dan da aynı şekilde etkilenmiştir. Aynı biyografide hayata karşı kendi sakin tarzını 15 yaşındayken seçtiğini söylüyordu: sanatına özen göstererek odaklanma, onu çevreleyecek müzisyenleri hatasız şekilde seçme ve istikrarlı bir ev yaşantısı ile vejetaryenlikten oluşan dengeli bir hayat.
Profesyonelliğe 1970’lerin ortasında Duke Ellington Orkestrası ile başladı (orkestranın başında, Duke’un oğlu Mercer vardı). Betty Carter, Woody Shaw ve Art Blakey’s Jazz Messengers ile çalıştı. Sonra Tony Williams’ın yeni grubuna katıldı (trompette Wallace Roney, alto saksta Donald Harrison, vibrafonda Bobby Hutcherson ve basta Ron Carter). Bunu Branford Marsalis, Freddie Hubbard, John Scofield gibi seçkin gruplar izledi. 400’den fazla kayıtta çaldığı söylenir. Hatta caz yazarı James Hale’e göre, En Yararlı Müzisyen ödülü alsa yeridir.
Lider olarak ilk albümü 1985’te Landmark’tan çıkan “Keys to the City”ydi. Landmark, Novus ve Maxjazz etiketleriyle 15’i aşkın albüm yaptı. Eşlik ettiği albüm sayısının fazlalığı, neden kendi adına bu kadar az albüm yaptığını açıklıyor. Ona güvenen meslektaşlarından piyanist Robert Glasper, Mulgrew Miller’ın kendisini ne kadar etkilediğinie dikkati çekmek için vaktiyle “One for ‘Grew’” diye bir balad bestelemişti.
Son on yıldaki albümleri arasında mükemmel bir solo piyano albümü ve üçlüsüyle kaydettiği dört albüm var. 1999’da Niels-Henning Ørsted Pedersen ile çalışıyordu. Ron Carter üçlüsü de bundan sonradır. Son üçlüsünde, basta Ivan Taylor, davulda Rodney Green vardı. William Paterson Ünivesitesi’nde caz direktörüydü. Kendini öğrencilerine ve genç cazcılara adamıştı. Gruplarında, gene son on yılda, yirmili yaşlarında müzisyenler olurdu hep.
Sahnede fiziksel olarak ürkütücü görünebilirdi. Boyu bir sekseni geçen tıknaz bir adamdı. Ama dedik ya, sakindi, iyi huyluydu. Müziğiyle insanlara ulaşmak isterdi. Swing’iyle, akıcılığıyla, enstrümanındaki ustalığıyla unutulmaz bir müzisyendi Mulgrew Miller. Yetiştirdiği, etkilediği müzisyenler, arkadaşları ve dinleyicileri onu unutmayacak.
Sevin Okyay
Cazkolik.com / 31 Mayıs 2013, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.