Müzisyen Ruşen Alkar ikinci solo albümü Hêdî Hêdî’yi, dinleyiciyle buluşturdu. Cazkolik’e konuşan Alkar, “Kürtçe müzik söylemek belki bir özlem gidermek gibi. Uzak bir akrabana, çok sevdiğin bir kardeşine sarılmak gibi geliyor bana. Çok duygulanıyorum söylerken” diyor.
Kürt müziğini caz, funk ve rock gibi öğelerle buluşturan Alkar, yeni albüm çalışması Hêdî Hêdî’yi Kalan Müzik etiketi ile çıkardı. Post Punk, Ambient’, Çağdaş Caz, Krautrock, Funk gibi stillerin geleneksel Kürt müziği ile karıştığı, yerel ile şehir hayatı ritminin iç içe geçerek melezleştiği albüm, besteci/aranjör Şevket Akıncı prodüktörlüğünde hayata geçti. Türkçe karşılığı “Yavaş Yavaş” olan albümde iki Türkçe, dört Kürtçe beste, üçü Kürt geleneksel formunda sunulan dokuz şarkı bulunuyor. Kürt sözlü tarihinin en önemli aktarıcıları olan Dengbêj pratiğine ait Sînano Kirîv (kilam), Dêra Hînê(lawik) ezgilerinin yanında, bir Aram Dîkran bestesi Rabe Lawo( stran) sanatçının kendi içsel dünyasında, Şevket Akıncı’nın ustalığıyla yoğrularak, kentli Kürt müziği anlayışının ilerisine taşındı. Kürtçe halk şarkılarını yorumlarken belli hassasiyetleri olduğunu belirten Alkar, “Şarkıdan çıkardığın duygu ile yerine koyduğun duygu arasında yoğunluk bakımından bir eşitlik olmalı. Ve benim dünyama ait yani öznel olması mühim kriter” diyor.
Hêdî Hêdî’nin müzisyen ve enstrüman çeşitliliği albümün nevi şahsına münhasırlığı ile ilgili de fikir veriyor. Yürürken çoğaldık diyen Alkar, “Biz bu albümü kolektif bir enerji ile kotardık. Taşın altına elini koyma ve bu yükü birlikte kaldırmak anlamında yoğun bir destek gördü” diyor. Gelelim emeği geçen müzisyenlere... Ana kadroda Ayşe Tütüncü, Cem Aksel, Onur Duygulu, Yıldırım Yalçınkaya ve aranjör Şevket Akıncı var. Albümün konukları arasında ise Sumru Ağıryürüyen (mandolin/vokal), Ali Tekbaş, Mehmet Akbaş (vokal), Ertan Tekin (duduk/dey), Tamer Temel, Serhan Erkol (saksofon), Paşa Çelik (gitar), Elif Canfeza Gündüz (klasik kemençe), Volkan Ergen, Nihal Saruhanlı (perküsyon), Özün Usta (perküsyon, hemp flüt), Apostolos Sideris (kontrabas) yer alıyor. Albümün mix ve mastering’i Cansun Küçüktürk’e ait. Alkar ile Hêdî Hêdî’sine ve müzik serüvenine dair konuştuk.
Işıl Çalışkan
Işıl Çalışkan: İkinci albümünüz ‘Hêdî Hêdî’, ayakları yere sağlam basan ve kendinden emin bir duruş sergiliyor. Siz bu albüme bir karakter giydirecek olsanız nasıl olurdu?
Ruşen Alkar: Albüm düzenleme ve şarkı seçimleri itibariyle farklı duygulara ve müzikal oturtumlara sahip. Bazı şarkılar Çağdaş Caz, bazılarında Klasik Müzik tınısı var, yer yer Funk da... Dolayısıyla, müzikal olarak çok zengin bir sound’un birleşimi. Her şarkının ayrı bir karakteri var. Bu albüm başladığı noktadan vardığı yere kadar parçalarını yavaş yavaş tamamlamış bir albüm benim için. Yani yolda şekillenmiş bir albüm. Bir süreci yaşarken hali hazırda o duygusal durumun içerisindeyken çıkmış bir albüm. Tam da kendi zamanından örnekler ve tatlar almış, kendi toprağında yetişmiş bir albüm. Benim açımdan yokuş yukarı bir yolculuktu. Bana eşlik eden duyguları topladığım ve lezzetli bir meyveye dönüştürdüğüm bir ürün. Bazen kara bulutlu bir havadan kurtulmak için üretmekten başka elden bir şey gelmez. Bir şeyler üretmek zorunda hissettiğim ve üreterek düze çıkabileceğimi düşündüğüm bir dönemdi. Bu sebeple içinde bolca çığlık var.
Işıl Çalışkan: Bu çığlıkların altında yatan sebep bireysel mi yoksa toplumsal durumlara mıydı?
Ruşen Alkar: Aslında toplumsal olan şey bireysele dönüşüyor. Kendi içindeki duygularla bir mücadele halinde olmak her sanatçıda var olan bir haldir. O duyguları bastıramazsın yok da edemezsin. Çünkü üretmek için onlara ihtiyacın var. Ben duygularımın dışarı akmasına izin verdim. Şevket Akıncı’nın Escher Chronicles albümünü dinledikten ve oradaki zenginliğe şahit olduktan sonra bu albüm için doğru müzik direktörü olduğunu fark ettim.
Işıl Çalışkan: Albümdeki tanıtım yazısında besteler için “Kendi dünyama dair fikirler veren ve kendimi aranje bakımında özgür hissettiğimiz şarkılar” ifadesini kullanmışsınız. Bu özgürlük size nasıl bir kapı açtı?
Ruşen Alkar: Özgürlükten kastım aslında oynamak, kendine bir oyun bahçesi kurmak; biraz risk almak ve kendi kulvarında denenmemiş tınıları sesimle ya da enstrümanlarla yapmaktı. Şevket Akıncı bunun için çok doğru bir insan çünkü yeniliğe ve sürprizlere çok açık bir müzisyen. Sevgili Ayşe Tütüncü de öyle. Onlarla çalışırken öğrendiğim en kıymetli şeylerden biri kendini anlık gelişen müzikal dokunuşlara açık bırakmak oldu. Katı ve kısıtlayıcı bir yerden bakmıyor ikisi de müziğe. Bu anlamda müziğim de kendi bakış açım da çok ferahladı. Özelikle kendi bestelerimde biraz daha özgürdük stüdyoda. Halk şarkılarında biraz daha dikkat etmeyi tercih ettik. Sonuçta dinleyiciler için hali hazırda bir duygusu, anısı var o şarkıların.
Işıl Çalışkan: Kürtçe halk şarkılarına hassasiyetleriniz nelerdi?
Ruşen Alkar: Öncelikli olarak dil ve telaffuz. Bir halk şarkısını önce doğru anlamak gerekiyor. Doğru telaffuz etmek ve tekniğini doğru kişiye danışmak gerekiyor ayrıca. Ben bir kilam için Ali Tekbaş’la çalıştım örneğin. Kendisi bana bir nevi vokal koçluğu yaptı o şarkı için. Zaten sonra düet yapmaya ikna ettik. Sağ olsun kırmadı bizi.
İkinci olarak duygu önemli halk şarkısı yorumunda bana göre. Oradaki duyguyu kendi duygumla değiştiriyorum. Hissettiğim şeyi sesimle verebilmem gerekiyor. Veremediğim anda o şarkının albümde olmasının bir esprisi yok. Bazen teknik olarak yetemiyorsun ya da başka sebeplerden olmayabiliyor. Dolayısıyla o şarkıları albüme almama ihtimali bile vardı başlarda fakat istediğimiz şeyi kayıtta yakaladık ve oldu.
Şarkıdan çıkardığın duygu ile yerine koyduğun duygu arasında yoğunluk bakımından bir eşitlik olmalı. Ve benim dünyama ait yani öznel olması mühim kriter bana göre.
Işıl Çalışkan: Geleneksel bakan dinleyici için bir anlamda risk olarak da görülebilir. Bambaşka bir yorum katmışsınız. Sizce neden bu riske değerdi bunu yapmak?
Ruşen Alkar: Aslında evet, bir anlamda risk almayı sevme durumum var. Kürt halk şarkılarını kendi stilimde söylemek benim için bir katarsis. Tarifi zor bir duygu yaratıyor.
Başkasında dinlediğim bir şarkıyı onun yorumuyla söylediğimde kendimi onun evinde, salonunda oturuyormuş gibi hissediyorum. Öbür türlüsünde ise kendi evimin salonunda bir misafir varmış ve ben ona hizmet ediyormuşum gibi hissediyorum. Sanki o şarkı benim evimde misafir ve ben onu başımın üstünde tutuyorum gibi. Onun iyi hissetmesi için kendi imkanlarımla her şeyi yapıyorum. Başka bir benzetme gerekirse, şarkıyı kendi üstüme giyiyorum. Bir terzi gibi her tarafını kendime göre dikip onu benim şarkım yapıyorum.
Ruşen Alkar ve Işıl Çalışkan
Işıl Çalışkan: Türkçe ve Kürtçe söylerken hissettiğiniz duygu farklılığını nasıl anlatırsınız?
Ruşen Alkar: Kürtçe müzik söylemek belki bir özlem gidermek gibi. Uzak bir akrabana, çok sevdiğin bir kardeşine sarılmak gibi geliyor bana. Çok duygulanıyorum söylerken. Fiziksel olarak da bir gurbet, hasret durumu var. Annenden babandan uzaksın. Bir yerde mesafeyle ilgisi olmayan başka türlü bir uzaklık. En başta nesiller arasındaki iletişim kopukluğu var. Birbirini dilsel ve bilişsel olarak anlamakta zorlanan iki ayrı nesiliz sonuçta.
Işıl Çalışkan: Şarkılarda buluşuyorsunuz gibi mi hissediyorsunuz?
Ruşen Alkar: Sanırım öyle evet. Şarkılarda o buluşma oluyormuş gibi. Sanki ben kültürümle, kendi bildiğim ve kendi tarzımla, kendi samimiyetimle ilişki kurmayı başarabiliyormuşum gibi. Öbür türlü ilişkilenmek daha zor sanki.
Işıl Çalışkan: Türkçe Kürtçe şarkı sözü ayrımını nasıl yapıyorsunuz?
Ruşen Alkar: Bir şarkı dilime geldiğinde Türkçe mi Kürtçe mi olacağına kendisi karar veriyor. Üretim süreci itibariyle sesime dair keşiflerin peşindeyim. Beste yapmak ve Kürt halk şarkılarını kendimce söylemek yeni deneyim alanım diyebiliriz. “Ya bu ne kötü olmuş müzik” gibi tepkiler de alıyorum ama o damarı dürtmek hoşuma gidiyor. Bir değişiklik önermek daha cazip geliyor. Ben sesime ve sesimden çıkarabileceğim tınılara odaklanmış durumdayım daha çok. O anlamda beni Kürtçe daha çok besliyor.
Türkçe şarkı yazma iştahım azaldı bu süreçte. Ama yine de eski Türkçe şarkılarımı bir albümde toplamak istiyorum ileride.
Işıl Çalışkan: Albümdeki enstrüman çeşitliliği de albümle ilgili az çok fikir veriyor. Bir zenginlik söz konusu. Klasik kemençe, gitar, mandolin, düdük, perküsyon, kontrabas, saksofon.
Ruşen Alkar: “Beş kişi olalım ve sıkı provalar yapıp bu enstrümanlarla bir ensemle müziği yapalım” diyebilirdik ama işin doğası başından beri öyle olmadı. Bu albümün arkasında 100’e yakın insan var. Biz bu albümü kolektif bir enerji ile kotardık. Taşın altına elini koyma ve bu yükü birlikte kaldırmak anlamında yoğun bir destek gördü. Müzisyenlerin çoğu seve seve geldiler. Çünkü Şevket’i de biliyorlar. Çağdaş ve deneysel üretimleriyle bilinen ve bu ülkedeki müzikal yolculuğu zor olan biri. Benim için de durum böyle. Bu anlamda bir dayanışma oldu, yürürken çoğaldık. Dolayısıyla bir şeyden ödün vermek istemedik. Her şarkıya göre ayrı bir çalgı dünyası yaratmak istedik. Temelde davul, bas, gitar, piyano kemik kadroda. Onun etrafına duyguyu tamamlayacak bir şeyler kurduk.
Işıl Çalışkan: Kürtçe müziğin caz, rock ve funk ile harmanlanması çok görülen bir tarz değil.
Ruşen Alkar: Birçok sebep var elbette. Bir kere konser, program vs. anlamında Kürt müzisyenlerin hareket kabiliyeti çok sınırlı. Bu risk almayı güçleştiriyor. Bir diğer sebep de koruyuculuk olabilir. Kendi kültürünü korumaya yönelik bir duruş. Yeni nesil dilini, kültürünü öğrenemiyor gibi bir kaygı var. Bu kaygılar da değişime tepkisel yaklaşımı getiriyor benim tespitime göre.
Işıl Çalışkan: Bu koruyuculuk yeni nesle aktarılmasında yenilikçi bakış sunamamasından kaynaklı bir duvar örüyor olabilir mi sizce?
Ruşen Alkar: Olabilir. Yeniliği olumlu karşılayan bir çoğunluk da var elbet ama kitle, her toplumda olduğu gibi, en alışkın olduğu müziği duymak istiyor her zaman. Ben ve benim gibiler için durum farklı. Nizamettin Ariç’in Dayê albümündeki o sound ilk dinlediğimde benim içimde mum yaktı. Beni heyecanlandıran şey bu oldu. O heyecan hala içimde.
Işıl Çalışkan: Geleneksel Kürt müziğinin caz müzikle uyumunu nasıl anlatırsınız? Sizin caz müzikle olan ilişkiniz nedir?
Ruşen Alkar: Ben kendimi asla tek bir tür içinde görmeyi sevmiyorum. Yapı itibarıyla da öyleyim. Bir kavrama çok sıkı sıkıya tutunmaktansa biraz daha sürprize açık bir yerde durmak istiyorum. Bakış açımın daha geniş olabileceği bir yerde durmak istiyorum. Klasik Müzik eğitimi aldım ama her tür müziği de dinledim hatta söyledim. Zihnime dokunan her türden müzikle hemhal olmaya çalıştım. Onlardan aldıklarımın bir karmasıyım sonuçta. İlk albüme kıyasla bu albüm biraz daha caz müziğe yakın. Bir kere caz müzisyenlerini var işin içinde. Cem Aksel, Ayşe Tütüncü, Şevket, Tamer Temel, Serhan Erkol. Yine tam anlamıyla caz diyemeyiz. Jazzy bir albüm bu. Ama ilkine kıyasla rock ve folk rock alanından biraz daha çıktı. Daha World Muzik kapsamına girdi. Sonuç olarak bu albüm ilkine kıyasla daha Jazzy diyebiliriz.
Işıl Çalışkan: Bu albümün çıkmasında Fongogo’nun büyük desteği oldu sanırım değil mi?
Ruşen Alkar: Kampanya yapıp yapmamayı çok düşündüm fakat en sonda yapmaya karar verdim. İyi ki de yapmışız diyorum şimdi. O süreç başladıktan sonra gecemi gündüzümü verdim. Yorucu bir süreçti ama bizi biraz da olsa rahatlatacak bir maddi destek topladık. Ayrıca albümün tanıtımı için çok faydalı oldu. Albüm çıkmadan PR’ı yapıldı resmen. “Zor bir iş yapacağım kararlıyım siz de destek olun bana” dedim ve sesime çok kalabalık bir yankı buldum. Ne mutlu ki…
Işıl Çalışkan: Önümüzdeki projeleriniz neler?
Ruşen Alkar: Albümü tanıtmak ve mümkün olduğunca çok konser video klip, dinleti yapabilmek. Yurtiçinde ve yurt dışında güzel salonlarda, yeniliğe açık dinleyicilerle buluşmak. Ve her zaman yenilik üretmeye odaklı kalarak yola devam etmek. Yürürken çoğalmak.
Işıl Çalışkan
Cazkolik.com / 23 Aralık 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.