Jamaican Legends ile ilgili şu anda iki müzik dinlemektesiniz. Her ikisinde de gitarda Ernest Ranglin`in, piyanoda Monty Alexander`ın ve bas ile davulda Sly & Robbie`nin olduğu müziklerin ilki Fade Away, ikincisi ise 54 56 (Was My Number) isimli çalışmalardır.
Festival konser programına 4 Temmuz Çarşamba akşamı iki konserle birden başlıyor. Gecenin ve festivalin ilk konseri Esma Sultan Yalısı`nda sahne alacak Jamaican Legends olurken, 22:30`da başlayacak diğer konser ise Salon`da izleyicisiyle buluşacak Tamer Temel Quintet feat. Mathias olacak.
Jamaican Legends konserine tek tıkla bilet almak için lütfen bu satıra tıklayın.
19. İstanbul Caz Festivali yarın (4 Temmuz) iki konserle başlıyor. Bu yıl festival hayli zengin program ve sanatçı kadrosuyla cazseverler için birbirinden etkileyici konserlere sahne olacağa benziyor. Yaklaşık bir aydır Cazkolik olarak `Festival Gazetesi` adını verdiğimiz bu bölümde sahne alacak müzisyen ve konserlere dair bilgiler verdik ama artık her gün yeni bir konser ya da sanatçıyla ilgili haberler, yazılar girerek gündelik bilgi akışını canlı ve diri tutmayı istiyoruz. Madem konserler başlıyor artık yazılarda konser takvimine uyarak ilerlemekte fayda var. O halde gelin yarın Esma Sultan Yalısı`ndaki Jamaican Legends konserine yakından bakalım ve tabii en önemlisi yarın gece harika bir reggae & jazz gecesi kutsaması için orada olalım...
* * *
Dünya üzerinde öyle ülkeler var ki, bu ülkelerin politik veya ekonomik bakımdan pek esamisi okunmaz ama diyelim müzikte ya da sporda kasırga gibi eserler. Jamaika tam böyle bir ülke. Okyanusun ortasında, 11 bin kilometrekarelik ufak bir ada düşünün ki dünya çapında müzisyenlere ve resmen bir müzik ekolüne sahip olsun. Tabii ki Jamaika`dan söz ediyoruz. Gerçi bu ufak ve yoksul ülke son yıllarda daha çok 100 metre fırtınası Usain Bold ile anılıyor ama henüz 50 yaşındaki genç ülkenin arkasında Bob Marley gibi bir devin olduğunu da unutmayalım. Hatta öyle ki, Jamaika derseniz belki daha az insanın ilgisi çeker ama Reggae ya da Ska deyin ortalık ayağa kalkar, işte öyle bir ülke. Reggae kendine özgü olmakla birlikte diğer tüm müziklerle yakın ilişkisi olan bir tür. Jamaika caz bakımından da müthiş ustalar yetiştiren bir ada. Reggae ile cazın zaten başta bu müzisyenler sayesinde yakın bağı kurulmuş vaziyette. Hatta bir yıl önce reggae ve caz ilişkisi üzerine güzel bir playlist yayınlamıştık ve epey ilgi görmüştü. Bob Marley, Peter Tosh, Jimmy Cliff gibi ilk nesil reggae müzisyenlerinin ardından dünya çapında bir akıma dönüşen müzik rock müziğin yedeğinde büyük bir endüstrinin çok sık hitler çıkardığı bir alana dönüştü. Grammy ödüllü sanatçılar Shaggy ve Sean Paul ödüllerini bu müzikten beslenerek aldılar. Gwen Stefani, hatta Amy Winehouse ska temalarını müziklerinde sıklıkla kullandılar.
Yarın akşam Esma Sultan Yalısı`nda izleyeceğimiz Jamaican Legends starlarına tek tek bakın harika isimler olduklarını görürsünüz. Tabii başta elli yılı aşan kariyeriyle gitarın duayen isimlerinden Ernest Ranglin geliyor. Müzik etkinliklerini yakından takip edenler Ranglin`i geçen sezon Cemal Reşit Rey salonundan hatırlayacaklar. Gerçi o gün talihsizlik sonucu büyük bir spor müsabakasıyla aynı saate denk gelen konser doğrusu hakettiği ilgiyi görmemişti ama yarın akşam kaçırdığımız fırsatı yakalamak için tam zamanı. Jamaikalılar Ernest Ranglin`e Jamaika popüler müziğinin büyükbabası diyorlar. Cazdan reggae`ye, ska`ya kadar tüm türlerde halen çalan Ranglin kendine has bir tarza sahip.
* * *
Jamaican Legends başta Ernest Ranglin -ve yarın konserde olamayacak piyanist Monty Alexander- olmak üzere beş kişiden oluşuyor. Grup efsane isimlerle dolu, 4 Temmuz akşamı Esma Sultan`da klavye & orgunun başında olacak Tyrone Downie efsanevi topluluk Bob Marley and The Wailers`ın orijinal soundunu kurgulayan adamlardan biri, ta kendisi... Topluluk sonrası Afrikalı pek çok müzisyene prodüktörlük yapan Downie, Alpha Blondy, Tiken Jah gibi isimlerin dünya ünlü starlar olmasında büyük pay sahibi oldu. Halen kendi ülkesinde pek çok grupla çalmaya devam eden bu büyük geleneğin yaşayan efsanesi Jamaican Legends lafının tam karşılığı olarak Ranglin`le birlikte yan yana sahnede duruyor olacak.
Grubun Sly & Robbie`sinden davulcu Sly Dunbar ve basçı Robbie Shakespeare özellikle sahnede yarattıkları yaratıcı müzikal fırtınalarla tanınıyor. Grubun solisti ise topluluğun en genç ismi, Jamaika kökenli olmasına rağmen İngiltere doğumlu Bitty McLean. Genç dediğimize bakmayın bu yıl kırk yaşına basan McLean 1992 yılından bu yana başta İngiltere olmak üzere müziğin aktif dünyası içinde ragga müzisyeni olarak İngiliz top 40 listelerinden şarkılarını hatırlayabilirsiniz. Tabiri caizse oldukça `unique` bir proje olarak adlandırabileceğimiz Jamaican Legends 19. İstanbul caz Festivali`nin en ilginç konserlerinden biri olmaya aday. Bu iddiamıza şahit olmak için orada olmanız yeter, haklı olduğumuzu görecek ve bize iyi ki önermişsiniz diyeceksiniz.
Cazkolik.com / 03 Temmuz 2012, Salı
Bazı fotoğraflarında kırklı, ellili yılların sinemad perdesinin ölümsüzlerinden Ava Gardner`a benzeyen, müziği bazen Fellini`nin La Dolce Vita`sını anımsatan Hollanda`nın yüzünü dünyaya yeni dönmeye başlayan seslerinden Caro Emerald`ın sesi modern retro swing müziği için adeta biçilmiş kaftan. Bu `modern retro` olayının daha nereye kadar gideceğini doğrusu merak ediyoruz. Geçmişi eşeleyerek eskiyle bağlantılı yeni şeyler için hiç bir fırsatı kaçırmayan `zeki müzik insanlarının` swing cazdan ritmik elektronik alt yapılarla bu kadar uyumlu malzeme çıkarmaları hem şaşırtıcı ve hem de tabii ki başarı...
Caro Emerald henüz genç bir isim, 1981 doğumlu şarkıcı ilk albümle büyük bir çıkış yakalama başarısını gösterenlerden. Onu önce Avrupa, sonra dünya çapında üne kavuşturan albümü Deleted Scenes From The Cutting Room Floor 2010 yılında yayınlandığında 28 hafta liste başında kaldı. Hollanda`da Yılın En İyi Kadın Sanatçısı seçildi. Hollanda yerelindeki başarı Avrupanın geneline de hızla yayıldı, özellikle Fransa`da hatırı sayılır ilgi gören Caro ve albümü kısa süre sonra okyanusun öte yakasında ses getirmeye başladı. Tek bir albümün aşabileceği başarı çıtalarının hepsini aşmayı başardı. Henüz bildiğimiz yeni bir albümü yok, hala Deleted`in üzerinde sörf yapmaya devam ediyor. Bu arada albümün bu kadar başarı kazanması içindeki şarkıları farklı alanlarda da ilgi görmesine neden oldu. Kimi eleştirmenler, dinleyiciler A Night Like This ya da The Other Woman gibi şarkıların tam James Bond`luk soundtrackler olduğunu iddia etti, kimisi de That Man şarkısının Muppet Show`un açılış temasına çok benzediğini söyledi. Albümün bu tarz yankıları sıklıkla telaffuz edildi ki bu da aslında albümün ne denli geniş alanda etkili olduğunu gösterir. İşte bu çekici kadın ve müziği 10 Temmuz Salı akşamı Santral İstanbul Kıyı Anfisi`nde yankılanacak. Muhtemelen başta Back It Up olmak üzere şarkıların çoğu birden fazla bağıra çağıra söylenecek, bol bol dans edilecek (en dans etmeyen cool`lar için bile yerinde durması zor anlar olacağı kesin). İşin güzel yanı da bu değil mi zaten?
Caro Emerald için bundan sonrası nasıl gelecek müzikseverler olarak biz de merak ediyoruz derken ama durun... İşte yeni bir albüm mü o görünen? Vallahi sanki öyle... Caro Emerald Presents: Drum Rolls & Heart Breaks. Ama farklı, ilginç bir çalışma olmuş... Yakından bakınca anlıyorsunuz ki bu aslında 2012 yılında Caro Emerald`ın yayınladığı bir albüm olmasına rağmen beklediğimiz yeni albüm değil. Hikayenin aslı şöyle; Caro ve müzik şirketi Deleted albümünün yakaladığı olağanüstü başarının arkasında swing dönemin müziklerine bir çeşit saygı duruşu yapmak istemiş ve Deleted albümünün esin kaynağı olan dönem ve şarkıları 2 CD`li bir çalışma içinde toplayarak yayınlamışlar. Aslında bu gözle bakınca ortaya 34 parçalık gerçek bir hazine çıkmış. Şarkıları dinlemeye başlayınca albümü yapma nedenlerini daha iyi anlıyorsunuz, resmen ayak izlerini takip etmek mümkün. Kimler yok ki! Jimmy Dorsey, Gene Krupa, Stan Kenton`ın big bandlerinden tutun da Andrew Sisters, The De Castro Sisters, The Dining Sisters, Boswell Sisters gibi `radio days` döneminin çok popüler kız vokal topluluklarına, oradan daha yakın çağların Dean Martin, Shirley Bassey, Eartha Kitt, Doris Day gibi starlarına uzanan bol köprülü müzikal havuz başlı başına sihirli şarkılarla dolu. Caro Emerald doğrusu yılın başında çıkardığı bu albümle biz cazseverlerin gözünde orijinal albümünden belki de daha değerli bir iş yapmış oldu. Şimdi artık yeni fotoğraflarında iyice balık etli gördüğümüz bu tatlı kızı şimdi daha da sevdik...
Cazkolik.com / 13 Haziran 2012, Çarşamba
"Festival Gazetesi"nin bir diğer sayfasında bu kez ülkemizde çok sevilen isimlerden Marcus Miller var. Geçen haftalarda The Istanbul Project ile ilgili günübirlik şehrimize gelen Miller ile ilgili gelişen son haberler ve bilgiler birazdan okumaya başlayacağınız yazıda. Hepsi son baskı bilgiler...
Marcus Miller herhalde bütün bir yılı yolda geçiriyordur. Adamdan o kadar çok yerde olduğuna, konserlerine, festivallere dair haber alıyoruz ki artık takip etmekten yorulduk. Biliyorsunuz, Mayısın son haftası İstanbul`daydı. Yaklaşık bir ay sonra başlayacak 19. İstanbul Caz Festivali kapsamında verilecek en önemli konserlerden biri Marcus Miller ile Türk caz müzisyenlerinin ortak The Istanbul Project konseri olacak. İKSV`nin kuruluşunun 40. yılı nedeniyle geliştirilen özel projeyi basında pek çok yerde Marcus Miller`ın projesi olarak okuduk, hatta televizyonlarda böyle açıklamalara rastladık oysa bu İKSV`ye haksızlık. Niye, çünkü bu proje oradaki arkadaşlarımızın geliştirdiği özel bir çalışma. Festival yetkilileri oluşturdukları çalışmayı Miller`a iletip kabul etmesini sağladıktan sonra konserde çalacak diğer Türk müzisyenleri Miller`ın da katkısıyla tespit edilip teklifler götürüldü. Anlayacağınız, festivalde izleyeceğimiz proje böyle oluştu. Bu ayrıntıya niye önemle değindik, çünkü uzun süredir festival yönetiminden, festivale yönelik uluslararası konseptler üretmesini ısrarla isteyen biz cazseverler böyle bir proje yapıldığı zaman da projenin asıl sahibinin festival olduğunu bilelim. Her neyse, hatırlatmamızı yaptıktan sonra lafı fazla uzatmayalım, işte yapılacak sözkonusu konserin basın toplantısına katılan Miller konserde beraber çalacağı arkadaşları Okay Temiz, Hüsnü Şenlendirici, Bilal Karaman ve İmer Demirer`le tanıştı, kaynaştı ve yine birlikte basının karşısına çıktılar.
Hazır The Istanbul Project konserinden söz etmişken tüm cazseverlerin konseri epey merak ettiklerini söylemiş olalım. Birincisi, sahnede nasıl bir müzik olacağını merak ediyoruz. Kabul edin ki isimlere bakınca merak etmemek mümkün değil. İşin doğrusu en çok Hüsnü Şenlendirici`yi merak ediyoruz. Ortaya çıkacak soundun hepimizi etkileyeceğine peşinen eminiz, çünkü müzisyenlerin hepsi çok güçlü isimler ama sound nasıl olacak? Neler çalacaklar, doğaçlamalar nasıl akacak. Belki konser öncesi prova çalışmalarında -ki dört gün kadar birlikte çalışacaklarını duyduk- kulağımıza bir şeyler gelir de sizinle paylaşırız. Festival yetkilileri mutlaka düşünmüşlerdir eminiz ama umarız bu konser canlı kayıt olarak albüm halinde yayınlanır. Caz albümleri külliyatının çok önemli bölümü canlı konser kayıtlarından oluşuyor biliyorsunuz, daha şimdiden The Istanbul Project`in albüm kapağını raflarda görür gibiyiz, derin bir boğaz silüetinin ardına gizlenmiş imajlar... Mutlaka çok hoş olacaktır. İnşallah diyelim... Bu konuda da gelişen haberler olursa size hemen iletiriz.
Gelelim Marcus Miller ile ilgili son haberlere. En önemli haber Miller`ın yeni albümü Renaissence. 4 Haziranda yeni albümden Sotembro isimli parçayı günün parçası seçtik onlarca telefon, mail geldik ne zaman çıktı, burda var mı diye. Bu da gösteriyor ki Miller ile ilgili her haber, özellikle yeni albüm ve İstanbulla ilgili gelişmeler cazseverler tarafından oldukça ilgi görüyor. Aslında amazon.com`a bakarsanız albüm Amerika`da iki gün önce çıktı ama yayıncı firma Dreyfuss bir Fransız firması olduğu için albüm Avrupa da daha erken, 16 Mayısta yayınlanmıştı. Bu arada, Dreyfus firmasını yakın takibe almanızı öneririz. Bu Fransız firması çok iyi albümlere imza atıyor. Kimi eleştirmenler Miller`ın yeni albümünün M2 albümünden bu yana yayınladığı en iyi kayıtlardan biri olduğunu söylüyor. Miller, Renaissence`da 13 parçaya yer vermiş. Albümde sekiz adet orijinal beste, 5 adette yetmişlerin ünlü gruplarından WAR`dan cover parça var (Bu Eric Bourdon ve War meselesi ise 50 milyondan fazla albüm satmış bir grup olup tümüyle ayrı bir hikayedir). Albüm tam müzisyen bombardımanı. İnanılmaz isimler var. Bu konudaki detayları albüm eleştirileri kısmında ayrıntılı ele alacağımız için burada değinmeyelim ama son not olarak Miller`ın albümde Michael Jackson`a şık ve içten bir saygı sunduğunu, Jackson`ın ünü I`ll Be There`ini solo olarak çok iiçten yorumladığını belirtelim. Jackson`ın ölümünün ardından caz çevresinden ona olan sevgisini belirten ilk isimlerdendi Miller.
* * *
Marcus Miller, İstanbul`a gelmeden kısa bir süre önce Fas`ın caz müzisyenlerince çok sevilen şehri Casablanca`nın ünlü Jazzablanca festivalinde konser verdiğini belirtelim. The Istanbul Project`te yer alacak saksofonist Alex Han ile davulcu Louis Cato Jazzablanca`da Miller`a eşlik etmiş. Konser izleyicilerinin ısrarlı "We Want Miles" temposuna dayanamayan Miller sonunda Tutu`yu çalmadan edememiş ama konserin ikinci yarısında kendisinin ünlü Blast`ı ile konser resmen zirve yapmış. Miller ile ilgili artık gerisi The Istanbul Project izlenimleriyle renklenecek demektir.
Cazkolik.com / 07 Haziran 2012, Perşembe
"Festival Gazetesi"ni sayfa sayfa basıyoruz. Günümüzün internet ortamında artık böyle... Festival zamanı geldiğinde elimizde her bir sanatçısıyla doyurucu bir gazete olacak. Sonrasında da konser izlenimleri, anlatımlar, anılar... Yeni sayfanın konuğu 6 Temmuz akşamı konseriyle Till Brönner. Festival dinleyicisinin yabancı olmadığı isim aynı zamanda başarılı ve renkli bir kariyere sahip. Hepsi aşağıda...
Günümüzde smooth cazın en etkileyici isimleri arasında gösterilen Alman trompetçi Till Brönner`in müziğine New York sosyetesinde `sexual healing` dendiğini biliyor muydunuz? Ve daha başka bir çok detayı tabii...
* * *
6 Temmuz akşamı İstanbul Arkeoloji Müzesi`nde konseri olan ve İstanbul dinleyicisinin hiç de yabancısı olmadığı Till Brönner ve kuşağının (örneğin Chris Botti) ve aklınıza gelebilecek diğer isimler dahil hepsi cazın mainstream ekolünden beslenerek işe başlamakla birlikte zamanla gelişen tercihler bu müzisyenlerin büyük kısmını kariyer yapmak için farklı seçeneklere yöneltti. Seçenekler derken müzik dışı seçenekleri kastetmiyoruz, yine müziğin içinde, hatta cazın içinde ama farklı türlerde. Örneğin Till Brönner`in daha 13 yaşında ufacık genç bir çocukken ilk Louis Armstrong ve Charlie Parker dinleyerek cazdan etkilendiğini duymuşsunuzdur. Hatta Parker`ın müziğinin erotik olarak kendisinde uyarıcı etki yaptığını söylüyor. Çok ilginç değil mi? Bir düşünün, 13 yaşında çocuğunuz var, bir bakıyorsunuz Parker dinliyor, diğer detayı size anlatır mı anlatmaz mı bilinmez ama bu çocuğun ilerde ilginç şeyler yapacağına dair umutlarınız artar. Nitekim öyle olmuş olmalı ki zaten müzikle iç içe bir ailede büyüyen Brönner ailesinin gözetiminde steril bir çocukluk dönemi geçirdikten sonra Köln Müzik Akademisi`ne kaydolarak caz trompeti eğitimi almaya başlar.
Daha yirmili yaşlarına gelmeden, okula kaydolduktan sadece iki yıl sonra bir caz grubuna liderlik ederek klasik bir caz albümü kaydeder (Yukarda değindiğimiz `ilginç bir şeyler yapabileceğine dair` notunu hatırlayın). Kısa bir süre sonra da Alman şarkılarını caz quartet formatına uyarlayarak albüm olarak yayınlar.
* * *
Till Brönner`in diğer smooth caz müzisyenlerinin önemli bir kısmında olduğu gibi albüm satışlarında büyük bir ticari başarı vardır. Genelde dünya çapında smooth cazın ticari başarısı zaten diğer caz türlerine oranla çok daha yüksek ama Brönner`in diğerlerinden de ayrılan bir başarısı var, orası kesin...
Kimi eleştirmenlerce `bir çok farklı parçadan oluşan adam` olarak tanımlanan Brönner sadece trompet çalmakla iktifa edecek biri değil taktir edersiniz, kaderini kendi çizmek isteyen adamlara özgü yapısı var. Aynı zamanda şarkıcı, sesini zaten biliyorsunuz, aynı zamanda aranjör, aynı zamanda prodüktör, aynı zamanda besteci... Adam film müzikleri konusunda uzman... Yanısıra dünya müziklerini takip edip yeni malzemeler konusunda hassas bir yeteneği var. Bossa nova özel takıntısı. Bu konuda Rio isimli albümünü hatırlayın. Hatta bu albümde Annie Lennox, Milton Nascimento, Larry Goldings, Paulinho Da Costa, Luciana Souza, Melody Gardot, Kurt Elling gibi süper starlarla çalışmış. Annie Lenox ile Nascimento`nun Mysteries düeti ortalığı nasıl yakıp yıkmıştı hatırlayın. Sonra... Pop müziğine her zaman omuz mesafesinde yakın durmuş biri.
Anlatımda biraz karışık gidiyoruz ama kariyerinin başına dönelim ve bir iki notu daha mutlaka ekleyelim. Öncelikle tabii bir trompetçi olarak çalımında Chet Baker`ın etkisini söylemek lazım (2000 tarihli Chattin` With Chet albümünü hatırlayın) ama sadece o değil, Dizzy Gillespie ve Freddie Hubbard`da var etkileyici isimler arasında. İlk solo albümü Generations of Jazz`ı 1993 yılında yayınladığında albümündeki isimlere bakın; Ray Brown, Jeff Hamilton, Frank Chastenier ve Gregoire Peters. Normalde 21 yaşında bir çocuk olarak bu adamların karşısında dizlerinizin titremesi lazım. Bu ilk albüm ile 2006 yılı albümü Oceana arasında muazzam hızla ilerleyen başarılı yıllar. 2006`da kaydettiği Oceana farklı bir kırılma yaşadığı albümdür. Joni Mitchell, Leonard Cohen ve Peter Gabriel gibi olağanüstü isimlerin prodüktörlüğünü yapan Larry Klein (ki Joni Mitchell eski karısıdır bu arada bir dedikoduyu da unutmadan eklemiş olalım) ile çalışır bu albümde. Albüme konuk olarak Madeleine Peyroux, Luciana Souza ve (son dönem dünya magazin basınının gözde ismi) top model Carla Bruni gelirler. Seçimlere dikkat!!!! Peyroux kuzeyden, Kanadalı, Souza Brezilyalı ve Bruni ise Avrupalı. Aynı yıl katıldığı Montreux Jazz Festival`in de çok başarılı konser verir. Sonrasında bir grup çok ünlü smooth caz müzisyeniyle Avrupa ve dünya turnesine çıkar. Turnenin ardından Alan Broadbent ve Peter Erskine`li kadrosuyla ünlü klasik şarkıcı Thomas Quasthoff`lu The Jazz Album yayınlanır. Albüm Echo ödülü alır, Grammy`lere aday olur. (Bunca başarılı kariyere rağmen iki adaylığı var ama evine götürdüğü bir Grammy henüz yok.)
* * *
Bir gerçek var ki, Brönner`in müziğiyle Arkeoloji Müzesi`nin bahçesi birbirini çok şık tamamlayacak. Bu konuda hiç şüpheniz olmasın ve kendinize bir iyilik yapıp bu konsere kendiniz ve sevgiliniz / eşiniz için bir çift bilet alın. Sonrası size kalmış...
Cazkolik.com / 31 Mayıs 2012, Perşembe
Dünyada caz piyanosu deyince akla gelen en önemli isimlerden Keith Jarrett yetmişli yıllardan bu yana özellikle solo konserlerindeki olağanüstü yaratıcılığı, müziğe karşı verdiği `challenge` ve emsalsiz doğaçlamalarıyla hayranlık uyandırıyor. Bu konuda gerek konserlerini izleyenlerin gözlediği ve gerek çevresinden kaynaklanan türlü çeşitli söylentiler şehir efsanelerine dönüşmüş durumda. Biliyorsunuz, usta piyanist Rio isimli solo kayıt albümünü çok yeni yayınladı ve eleştirmenlerce solo kariyerinin en önemli çalışymalarından biri olarak karşılandı. Geçen iki yıl süresince İkinci eşiyle uzun ve sancılı bir boşanma süreci yaşayan Jarrett`ın içine girdiği duygusal krize eklenen yoğun bir hastalık sürecinden çıkmasının uzun zaman aldığı, bu durumun hayranlarıyla menajerlerini üzdüğünü biliyoruz ama büyük müzisyen nihayet bu zor dönemi atlatmış görünüyor. Jarrett`ın ilk evliliği Margot Erney ile olmuştu, boşanmayla sonuçlanan ilk evliliğinin ardından ikinci eşi Rose Anne ile tam 30 yıl mutlu bir hayat yürüten 1945 doğumlu büyük piyanistin ilk eşinden 2, ikinci eşinden de 2 çocuğu var.
Notlara devam...
2010 yılında BBC`den Peggy Sutton`a uzun bir röportaj veren Jarrett, söyleşisinde caz tarihinin önemli piyanistleri hakkında epey renkli anekdotlar naklediyor. Mesela bu söyleşiden öğreniyoruz ki en sevdiği piyanistlerden biri Bud Powell`mış. Jarrett`ın tarzına bakınca Powell ile akrabalık derecesinde yakınlık bulmanız mümkün ama buna karşın mesela Thelonious Monk`u aynı oranda muhteşem bulmuyor. `Biliyorum, çok iyi bir müzisyen ama Powell başka, fantastik ve çok önemli biri` diyor. Hatta, bir keresinde şöyle bir şey yapmış, Powell`ın müziğini yeni keşfettiği günlerde, unutmamak için ismini hemen bir kağıt parçasına yazıp eve dönünce karısından isimlerini kağıtlara yazdığı değişik piyanistleri kendisine söylemeden karışık çalmasını rica etmiş, bildiğiniz blindfold test... Karısı da isimleri tek tek çalmış, `henüz çok yeni tanımıştım ama o kadar ismin arasında Powell`ı hemen farkettim` diyor.
Paul Bley`i de uzun süre benimseyememiş mesela. `Aslında haksızlık etmiyeyim` diyor uzun süre bir başka piyanisti beğenememiş, `hatta içinde piyano olmayan grupları daha çok sever olmuştum` diye de ekliyor derken Boston`daki dairesinde Paul Bley "Footlose" isimli albümü dinletmiş `ondan sonra fikrim değişti` diyor...
Örneğin Hank Jones için kullandığı tabir ise `lezzetli ve uyarıcı...` Erroll Garner`ı taklit etmeyi çok sevdiğini söylüyor mesela, onun çok büyük bir piyanist olduğunu, ona büyük değer verdiğini söyleyen insanların anladığından daha derin biri olduğunun altını özenle çiziyor...
Jarrett`ın caz tarihinin diğer piyanistleri hakkında söyledikleri hem oldukça açıksözlü hem de ilginç. 20. yüzyılın en önemli isimlerinden Art Tatum için ise mesela "çok fazla nota, çok fazla ve sık..." diyor! Lennie Tristano`yu çok beğenen Jarrett`ın hayli önemsediği bir diğer piyanist ise John Lewis.
Ünlü eleştirmen ve caz tarihçisi Joachim Berendt, `Jarrett`ın müziğindeki sırrı 70`li ve 80`li yıllardaki cazın serbestliğini önceki stillerin armonik imkanlarıyla birleştirebilmesinde yatar` diyor. Jarrett`ın müziğindeki armoniler, modalite ve blues akorları, Debussy`vari tam ton armoniler, kilise notalarına benzer tınılar hatta Arap öğeler öyle sık dokuyla iç içe geçmiştir ki müziğin içinde izini sürmek imkansızdır. Solo konserlerini sadece piyano tarihinin bir kaç yüzyılında değil, giderek karmaşıklaşan modern ruhun çevresinde yapılan bir yolculuk olarak tanımlayan yazar Jarrett`ın yorumlarına kutsal nitelikler izafe etmekten de çekinmez. `Bill Evans`tan sonra piyano tuşlarına dokunma kültürüne Jarrett kadar hakim bir başka isim yetişmemiştir` diye de ekliyor Brendt ama öte yandan bu olağanüstü yeteneklerin kendisine beğenilmekten hoşlanan bir yaratıcının kibrini eklediğini de belirtmekten imtina etmiyor. Kuşkusuz onun çapındaki bir sanatçı için bu normal karşılanması gereken bir duygu olsa gerek.
Festival Gazetesi`nin Jarrett ile ilgili en son haberi aynı zamanda en yeni haberi... Haberin sahibi Jazz Wise Magazin`den Stephan Grahham. Dünyaca ünlü ECM firması arşivlerinde yaklaşık 30 yıl önce Keith Jarrett`ın European Quartet - The Belonging Band adı altında kaydettiği Sleeper isimli albümü bulundu. 16 Nisan 1979 yılında Tokyo`nun Nakana Sun Plaza`sında kaydedilen albümde tenor saksofonda Jan Garbarek, kontrbasta Palle Danielsson, davul ve perküsyonda Jon Christensen`in olduğu dörtlü kayıtları iki günde yapmış. 1974 tarihli Belonging, 1977 tarihli My Song albümlerinin ardından yapılan bu kaydın hemen ardından New York`ta çalmak için uçmuş ekip. Firma albümü o zaman hangi niyetle yayınlamamış bilmiyoruz ama Oslo`da parçalar yeniden mixlenerek Jarrett`ın 2011 yazında Londra`da verdiği konserin kaydıyla birlikte firma tarafından çift CD olarak yayınlandı.
* * *
Son not; Büyük müzisyenler için birden fazla enstrümanda virtüöz olmak şaşırtıcı bir şey değil ama Jarrett`ı piyanonun dışında başka bir enstrümanla fazla görmeyiz oysa onun nefesli enstrümanları da klasik eserleri yorumlayacak kadar iyi çaldığını biliyor muydunuz?
Farkındaysanız bu yaz İstanbul`da birlikte çalacağı trio`sundan hiç bahsetmedik bile, onu da başka notlarla birlikte festival öncesi bir diğer yazıya saklıyoruz.
Bu yaz İstanbul Caz Festivali genç kuşağın iki başarılı ismini aynı sahnede ağırlayacak; Gretchen Parlato ve Ambrose Akinmusire ama yazının bu kısmında sadece Parlato`dan söz edeceğiz. Thelonious Monk yarışmasının ödüllü şarkıcısı Parlato (ki bu yarışmayı kazanan, hatta ikincilik, üçüncülük dahil ödül alanların nerdeye hepsi caz dünyasının önde gelen isimleri oluyorlar, yani öylesine önemli bir ödül) farkettiği en önemli şeyin insanın kendisi olmayı başarabilmesidir diyor. Ama bunu söylerken bunun sanki kolay bir şey olduğunu da düşünmeyin diyor. Son yıllarda yetişen en iyi seslerden biri olan Parlato`nun en büyük destekçilerinden biri de Wayne Shorter imiş... Üstelik Shorter ustanın Parlato`yu Frank Sinatra`nın sanatına yakışır değerde bulduğunu da biliyoruz. Demek ki çok beğeniyormuş, valla hepimiz bakıp göreceğiz... Üstelik sadece Shorter mı, Herbie Hancock`da benzer şeyler söylüyor. Hancock "Kuşağının en orijinal sesi" diyor güzel ve genç şarkıcı için.
Müziğinde caz, soul, salsa, Brasil kadar poptan da etkiler bulunan Parlato tüm bunların yanında kendisini daha da etkileyen en önemli iki şeyin Billie Holiday ve Miles Davis olduğunu söylüyor.
Gretchen Parlato`nun bir başka öne çıkan yanı ise şarkı sözleri... Nerdeyse tüm eleştirmenler sözbirliği etmişcesine sözleri büyük şairlerin mısralarına yakın buluyor. Parlato ise ilham kaynaklarının Bob Dylan, Joni Mitchell gibi isimler olduğunu saklamıyor.
* * *
Bu ilk yazının önemli bölümünü Keith Jarrett`a, son bülümünü ise Gretchen Parlato`ya ayırdık. Sıklıkla güncelleyeceğimiz bu köşede festivale kadar umuyoruz ki katılan tüm sanatçıların en son notlarıyla buluşalım. Bu köşeyi yakından takip etmeye devam edin...
Cazkolik.com / 21 Mayıs 2012, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.