Tekrar çal SAMM; Dört buçuk milyonluk başkenti güzelleştiren mekanlar, konserler

Tekrar çal SAMM; Dört buçuk milyonluk başkenti güzelleştiren mekanlar, konserler

 

Tekrar çal `SAMM`

 

 

Müzik mekanı doldurmadan önceki sakinliği ‘yaşamak’ bir nev’i hazırlık rütüelidir. Müsaitsem bunu yapmayı severim. Yazın başlamakta olduğunu kanıtlıyormuşçasına güneşli, sıcakça bir gündüzün sonuna doğru, bu niyetle, ilan edilmiş konser saatinden bir hayli önce gittim Samm’a.

 

CerModern’le birlikte başkentlilerin düzenli olarak caz dinleyebileceği iki mekandan biri Samm. Hatta diğerinin salon düzeninde olduğunu düşünürsek, yegâne caz kulübü. Aynı adlı butik otelin girişinde yeralan Samm Bistro açıldığı 2011’den bu yana her cuma akşamı konserler düzenliyor; etkinliklere evsahipliği yaparak Ankara Caz Festivali’ne destek oluyor. Her geçen gün daha da çoraklaşan bu bozkır şehrinin kültürel iklimine katkıları bunlarla sınır değil tabii ki. Bu yazıya sıkıştırmayalım; Samm ile ilgili daha fazla detayı eylülde Cazkolik’te yayına girecek olan söyleşiye bırakalım.

 

İçeri girdiğimde trioyu soundcheck yaparken buldum. Birkaç rötuş sonrası yüzler gülümsedi ve seyircinin gelişini barda sohbet ederek beklemeye başladılar. Ortalık sakin. İnsanda teras hissiyatı veren ön bölümdeki çay keyfine önce Cem Aksel ve sonra da Matt Hall katıldı ve havadan, cazdan lafladık bir süre.

 

 

Konser saati geldiğinde seyirci olarak sadece üç kişi olduğumuzu söylesem, ne dersiniz? Dört buçuk milyon insanın yaşadığı bir şehrin ana caddelerinden birisinde yeralan ve şehrin tek caz kulübü olma özelliğindeki bir mekandaydık, ‘sağlam’ bir caz konseri başlamak üzereydi ve evet, sadece üç kişiydik.

 

Gece usulca yerine yerleşiyordu ve biz bir avuç ‘tuhaf’ insan, hiç konuşulmadan hemfikir olunan bir kararla, kalabalığımızın çoğalmasını beklemeye koyulduk. Kapıya yönelen her adım bekleşenlerin yüzünde bir tebessüme neden olmaya başladı ve konser yeter sayısına erişildiğine kanaat getirince içeri geçildi. Tek tek saymadım ama herhalde 15 kişiden az bir seyircinin varlığında konser başladı.

 

Dave Allen’ın cool gitar tonuyla yaptığı girişe Matt Hall’un haşmetli bası ve Cem Aksel’in aksanlı davulu katıldığında sahneden yayılan ‘sound’, bu şanslı cazkoliklerin, doğru zamanda doğru yerde olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Post bop bir konsere mid-tempo bir blues ile başlamak ne kadar da doğru bir seçim. Bu hele Charlie Haden’ın bestesi Blues for Pat gibi, müzisyenleri anayollardansa patikalara itmeye meğilli bir blues olursa...

 

Dave Allen ve Matt Hall’un solosunun ardından, Allen ile Aksel’in etkileyici gitar/davul atışması konserin çok da ‘sakin’ olmayacağının kanıtı gibiydi.

 

Zaten ne dinleyeceğini bilerek gelmiş seyirciyi kendine getiren bu güzel icranın ardından, üç Dave Allen bestesi geldi. Liderin ikinci albümü Real and Imagined’da yer alan tuzaklarla dolu Slipping Glimpser; aynı albümden, vamp bir ritme sahip Intimate Distance ve daha önce dinlememiş olduğum, belli belirsiz vals ritminde ilerleyen güzel balad Thrown Voices. Allen Facebook sayfasında şiirin yaşamında çok şeyi değiştirdiğini yazarken haklıymış; bestelere verilen isimlerin ‘doğru’luğuna kanaat getirecek bir şekilde, şiirsel denebilecek bir lirizm içinde icra edildiler.

 

Miles Davis (*) standardı Solar şaşırtıcı bir düzenlemeyle çalındı. Akıcı soloların ve kusursuz unison pasajların ardından, icra, durmak üzere olan bir lokomotifin raylarda çıkardığı sesi andırırcasına yavaşlayarak bittiğinde en mahçup seyirci bile alkışlamaya başladı.

 

Allen’ın karısı için yazdığı Ceren’s Song bir ninni sadeliğinde ve içtenliğinde. Telaşsız ve pürüzsüz. Aksel’in kadife yumuşaklığındaki fırça dokunuşları, Hall’un uzatılmış notaları eşliğinde, Allen ve üçlü, gecenin en güzel performanslarından birisini sergiledi.

 

Allen ölçülerle oynamayı seviyor; daha önce kaydedilmemiş ve aksak bir ritm üzerine oturtulmuş bestesi Lyric Motion lezzetli bir şekilde yorumlandı ve Aksel’e davuldaki ustalığını gösterme şansını verdi.

 

Artık iyice ısınmış olan trio, ikinci sete Bill Evans’ın vals formundaki bestesi 34 Skidoo ile başladı. Allen bestesi Real and Imagined’ın ardından çaldıkları Monk şaheseri We See, kanaatimce, konserin doruk anlarından birisiydi.

 

Özetle, karamsar başlayan bir gece, sıradışı güzellikte bir konsere şahit oldu diyebilirim. Bir konseri ‘iyi’ yapan herşey Samm sahnesindeydi (**). Son derece melodik ve modern tınılara sahip orijinal bestelerden ve seyircinin dikkatini toplamasını sağlayan standardlardan oluşan bir repertuvar; birinci sınıf kusursuz müzisyenlik; herkese fikirlerini ifade edebilecek cömertlikte düzenlemeler; aşırıya kaçmadan icra edilen sololar ve seyircinin azlığını kafaya takmadan, iki saate varan süre boyunca büyük bir disiplin ve şevkle çalan bir ‘trio’.

 

Tüm bunların ferah ve kaliteli bir mekanda bir araya geldiğini de ekleyelim.

 

Daha ne olsun?

 

Şunu da eklemem gerek; set arasındaki sohbette Dave Allen yaz sonundan önce, Matt Hall da yıl sonunda, maaile ve temelli olarak New York’a taşınacaklarını söylediler. Dolayısıyla bir süredir memleketin caz semalarını güzelleştiren bu adamların konserlerine denk gelirseniz, fırsatı kaçırmayın derim.

 

(*) Dave Allen girişteki sunumda bestenin Miles Davis’a ait olmadığını söyleyince merak ettim ve konser sonrası internette dolandım. Öyleymiş; her ne kadar parçanın giriş notaları Davis’in mezartaşına kazılı olsa da, caz tarihçileri bestenin aslında caz gitaristi Chuck Wayne’e ait olduğu konusunda hemfikir gözüküyorlar.

 

(**) Cazın konser salonlarında değil de kulüplerde dinlenmesi gerektiğine olan inancım bu gece biraz daha arttı.

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Turgay Yalçın

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.