Tamer Tekelioğlu yazılarıyla Cazkolik'te... Blues, müzik endüstrisinde trendler ve Hi-Fi sektörüne kısa bir bakış

Tamer Tekelioğlu yazılarıyla Cazkolik'te... Blues, müzik endüstrisinde trendler ve Hi-Fi sektörüne kısa bir bakış

Merhaba değerli Cazkolik ailesi,

 

Cazkolik uzun yıllar severek takip ettiğim, her biri işinin ehli ve birbirinden kıymetli yazar kadrosuyla ülkemizde caz başta olmak üzere müzik ile ilgili bir çok boşluğu dolduran bir mecra. Bu sebepledir ki, yazılarımla bu ailenin içinde yer almak ve bir parçası olmak benim için gerçekten gurur kaynağı. Bu ilk yazımda izninizle önce kısaca kendimden bahsedip, yazının ilerleyen bölümlerinde ise yazılarımın içerikleri hakkında bilgi vermeyi düşündüm.

 

1967 doğumlu ve Ankaralıyım. Ortaokul, Lise ve Üniversiteyi 1980’li yıllarda Ankara’da okudum ancak okul dışında hayatım çoğunlukla İstanbul’da geçtiğinden, 70’li ve 80’li yılların atmosferini her iki şehirde de yaşama şansım oldu. Ankara’nın kasvetli, gri havası ve hayata katı bakışı, İstanbul’un hareketli, hızlı ve biraz da eğlenceli yaşamı ile harmanlanarak farklı bir bakış açısı oluşturdu. Her iki şehrin mahalle, sokak kültürü, buralarda dinlenilen müzikler, bazen birlikte gidilen konserler, şehrin plâkçıları ve buraların müdavimi olan insanlarla sohbet müziğe ve hayata farklı açılardan bakmayı öğretti.

 

Bu dönemde İTÜ Çevre Mühendisliği’nde başlayan Üniversite eğitimim 1 yıl sonra Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği ile devam etti ancak profesyonel kariyerim ise bambaşka bir sektörde, havacılık sektöründe THY ile başladı. Yıllardır hep iyi bir dinleyici ve arşivci olarak hayatımda olan müzik, şirket kariyerimde peşimi bırakmayarak, yıllarca farklı farklı görev ve kadrolarda çalıştıktan sonra, kariyerimin yaklaşık son on yılında bana güzel bir kapı aralayarak, Uçak İçi Medya Departmanında Müzik Sorumlusu olarak kariyerime devam etme imkanı sağladı. Böylece şirketteki çalışma hayatım 27 yılını tamamladı.

 

Bu departmanda yerli ve yabancı müzik albüm ve eserlerinden sorumlu olmam tesadüfen karşıma çıkmış değildi aslında. Küçük yaştan beri müzik dinleme, kaset, plâk ve CD arşivleyerek koleksiyon oluşturma, çeşitli dergi ve gazetelerdeki müzik ile ilgili haberleri takip etme, farklı mecralarda yazdığım albüm incelemeleri, görevim gereği sık sık yaptığım yurtdışı seyahatlerinde akşam geç vakit bile olsa mutlaka vakit ayırıp ziyaret ettiğim şehirlerin önemli plâk dükkanlarından taşıdığım plâk ve CD’ler bu görevin alt yapısını oluşturdu. Üzerine bir de Hi-Fi tutkusu eklenince bu görev artık kaçınılmaz oldu. Buradaki kariyerimde birçok projeye ilaveten havacılık sektöründe bir ilki gerçekleştirerek, iş birliği yaptığımız plâk şirketinin sanatçıları ile tamamen THY’ye özel bir projeyi hayata geçirdik. Sting, Marcus Miller, Norah Jones, Gregory Porter gibi nice sanatçılar ile özel çekimler yapıldı.

 

Kısa dedim ama kendimle ilgili bu bölümü biraz uzun tuttum sanıyorum. Lafın kısası, bir dinleyici olarak müziğe dair pek çok şey, koleksiyon değeri olan özel baskı plâk ve CD’ler, imzalı albümler, müzik ve Hi-Fi dergilerinin özel sayıları, kitaplar ve albümler, çeşitli mecralarda çıkan yazılar arşivimin önemli kısmını oluşturuyor. Bunun yanı sıra sesin en doğal haline olan tutkum beni Hi-Fi sektörünün büyülü dünyası ile tanıştırdı. Tıpkı müzik gibi Hi-Fi sektörünü takip etmek, yeni çıkan ürünleri mümkünse sergilendikleri mekanlarda görüp dinlemek, işin uzmanları ile fikir alışverişi yapmak bambaşka bir keyif oldu.

 

 

Blues; Mississippi Deltası’ndan dünyaya

 

 

Müzik dinlemek benim için küçük yaşta Mississippi Deltası’ndan çıkan Robert Johnson şarkıları ile başladı. Tabii o yaşta radyoda çalan sanatçının kim ve şarkının ne olduğunu bilmek pek mümkün olmadığı için bu müziği dinlemek zamanla bir merak ve tutku haline geldi.

 

Blues’un kökü bildiğimiz üzere 1600’lü yılların başlarından itibaren Amerika’ya getirilen Afrikalı kölelerin hüznü, acıyı ve özgürlüğü, umudu anlatan ağıtlara dayanıyor. Aslında bir isyan müziği. Çoğunlukla New Orleans bölgesinde pirinç tarlalarında çalıştırılan kölelerin özgürlüğe olan isyanları. Blues ismi ise bu hüznü ve acıyı ifade ediyor. Blues 1910’lu yıllardan itibaren zaman içerisinde Mississippi Delta’sından büyük şehirlere yayılarak buralarda Memphis, Chicago ve Texas Blues gibi daha gelişmiş ve zengin formlara erişti. Ancak asıl değişim 1930 yıllarda caz müziği ile harmanlanmasında yaşandı. Aslında her şehirden aldığı farklı tınılar ile her şehir, bölge kendi Blues formunu oluşturdu. Robert Johnson ile başlayan bu hareket, Howlin’ Wolf, Bo Diddley, Muddy Waters, T-Bone Walker, Lonnie Johnson, Otis Spann, Hubert Sumlin, John Lee Hoker, BB King ve Buddy Guy gibi sanatçılarla yayılımına ve gelişimine devam etti. Hatta, Electric Blues olarak adlandırılan ve günümüzde çok sık kullanılan yepyeni bir forma dönüştü. Kuruluş amacı Keith Richards’ın deyişiyle “Chicago Blues’u İngiltere’de yaymak” olan Rolling Stones gibi büyük grupların bu müziği kendi tarzları ile harmanlayarak 1970’lerin başında İngiltere ve Avrupa’ya taşıması ile bugün hâlâ yolculuğuna devam ediyor. Ama artık bu yolculuk tabii ki Blues’un sembolü haline gelmiş 30’lu yılların buharlı trenleriyle olmuyor. Keb’Mo, Robert Cray, Eric Clapton, Andy Fairwater Low, Joe Bonamassa gibi farklı coğrafyalardan çok yönlü sanatçılarla yolculuğuna devam ediyor.

 

Blues ve caz, rock, soul ve RB olmak üzere pek çok müzik türünün çıkış noktası. Düşünün ki, çok sevdiğim, hep zamanının çok ötesinde müzik yaptığını ve dinleyenlerde belirli bir aydınlanma yaşattığını düşündüğüm Pink Floyd gibi efsane bir grup, yaptığı müziğin kökenini vurgulamak için adını 1910’lerde doğmuş iki önemli Blues gitaristinden aldı: Pink Anderson ve Floyd Council. Blues yolculuğumuzu şimdilik burada bitirelim çünkü bu türün önemli albümleri ve yeni çıkan blues ve türevi albümleri sonraki yazılarımda daha detaylı inceleyeceğim.

 

 

"Back to Black"; Orijinal soundun peşinde

 

 

Yazılarımın bir başka konusunu ise sesin en doğal haline olan tutkum oluşturacak: Hi-Fİ cihazlar, Dijital - Analog  dünyadaki yenilikler ve sektöründeki trendler.

 

1970 ve 80’lerde dinlediğimiz plâklar yerini önce kasete, sonra da CD’ye bıraktılar. Plâk, kasete göre zahmetli ve mobilize olmadığı için bildiğiniz gibi o dönemde kasete olan ilgi artarak Boombox tarzı kasetçalarlar ve müziği kişisel boyuta indiren Walkman’ler popüler oldu. Ancak bir dönem sonra piyasaya çıkan CD’ler hepsini bir anda kullanılmaz hale getirdi. CD’de ileri-geri sarma olmadığı gibi, programlanabilir cihazlar ile albümün şarkılarını istediğiniz gibi sıralayarak dinlemek büyük konfor idi. Üstelik neredeyse 70 dakikaya kadar kayıt alabiliyor ve Walkman gibi Discman ile müziği yanınızda taşıma olanağı sundu. CD’lerin son dönemlerinde müzik iyice dijitalleşerek, MP3 denilen formatta artık bilgisayar ve cebe girecek boyutta portatif MP3 çalarlarda yer almaya başladı. Bu formatı MP4, WAV gibi pek çok format izledi. Müzik dinlemek artık iyice tembel işi olmuştu ki, bir dönem sonra yine her şey değişti. Çünkü tüm bu konforun yanında hep bir şey eksik kalıyordu. Müzik sanki plâkta olduğu gibi üç boyutlu bir derinliğe sahip değil de, iki boyutlu gibi duyuluyordu. Hani fotoğrafçılıkta netlik derinliği diye bir kavram vardır işte o netlik derinliği bu formatlarda hiç hissedilmiyordu çünkü yoktu. Ses kalitesine önem veren İyi bir müzik dinleyicisi veya odyofil tabir edilen kitle plâk dinlemekten hiç vazgeçmedi ama CD ve diğer dijital formatlara pek itibar etmediği için yeni çıkan albümlerde analog kayıt formatı mumla aranır oldu. Müzik sektörü ise bu kitleyi kaybetmeyi göze almadı ve plâklara dönüş 2000’li yılların başında “Back To Black” kampanyası ile başladı. Böylece müzik sektörü hem bu tip dinleyenleri mutlu etmek, hem de sektöre biraz ivme kazandırmak için plâklara kesin bir dönüş yaptı. Her ne kadar yeni ve tekrar basılan plaklar ilk aşamada dijital kaynaktan kopyalansa dahi, yeni yeni, farklı kayıt teknikleri ile tamamen analog veya analoğu aratmayan birtakım yöntemler kullanılmaya başladı. Birkaç yıl önce tamamen makaralı bantlardan yapılan ve “AAA” olarak ifade edilen plâk baskısı sayısı tüm dünyada bir elin parmaklarını geçmezken, bugün ülkemizde bazı albümlerin tamamen analog olarak üretildiğini memnuniyetle görüyoruz. Hatta eski ve daha meşakkatli bir kayıt yöntemi olan D2D plâklar bugün raflarda alıcısı ile buluşuyor. Dolayısıyla artık büyük üreticilerin ciddi rakibi haline gelen Bağımsız Plâk şirketleri hem sektörde söz sahibi olmak, sektörü canlandırmak ve hem de üretimlerini daha fark edilebilir bir hale getirerek kaliteyi artırmak yönünde önemli adımlar atıyor. Maliyeti daha yüksek olsa bile bu tip üretimler belirli oranlarda meraklısı ile buluşuyor. İşin içine bir de numaralı ve limitli üretim girdiğinde artık ürün koleksiyoncuların ilgi alanına doğru gidiyor.

 

 

Müzik sektöründe yeni trendler

 

 

Müzik sektöründe ülkemizde trend bu yönde ilerlerken, dünyada ise daha farklı trendler birbirinin yerini alıyor. Örneğin plâklar artık içerisinde özel fotoğraflarlar, pena veya gitar telleri ya da bagetler gibi materyaller ile satışa sunuluyor. Hatta grupların sembolleri veya grup elemanlarının küçük minyatürleri bile bu kutularda yer alabiliyor. Dahası bu kutulu setler ıslak imzalı versiyonları ile sanatçıların kendi online satış sitelerinde sınırlı sayıda piyasaya çıkıyor. Artık hemen her albüm Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde kaset versiyonu olarak da basılıyor. Kasetler bu kutulu setlerin içerisinde veya ayrı olarak satışa çıkıyor. İmzalı kasetler çok makul ücretler ile satışa çıkartılarak kaset piyasası yeniden canlandırılıyor. Plâklardan sonra nasıl ki pikap üretimi çoğaldı, hatta nefes kesen tasarımlar çıktı, kasetlerdeki satış grafikleri de belirli oranlara geldiğinde kasetçalarlar da farklı tasarımlarda üretime başlamak için sırasını bekliyor. Tabii kayıt yapan değil, sadece kayıt çalan cihazların üretiminden bahsediliyor. Gidişat öyle ki büyük makara bantlı teypler de üretim için sırasını bekliyor. Hatta Thorens gibi efsane marka şimdiden makara bantlı (çalan ama kayıt yapmayan) harika bir cihazı satışa çıkardı. Cihaz geçen sene Münih Hi-End Fuarında görücüye çıkacaktı ama fuar pandemi yüzünden yapılamadığı için olmadı. Cihaz bu sene Eylül’de yapılması planlanan fuarı bekliyor.

 

Kasetlere dönersek, hem analog yapısı hem de fiyatlarının düşük olması yakında satış grafiklerinin yükseleceğinin işaretini veriyor. Bu arada ne mutlu ki, Moğollar ve BabaZula’nın yeni albümleri kaset versiyonu olarak da yayınlandı, ancak henüz iç piyasaya verilmedi.

 

Hi-Fi dünyasında plâk üretiminde trend bu yöndeyken dijital alem de boş durmuyor tabii ki. Bu alem yukarıda bahsettiğimiz kör-topal MP3 formatına öyle bir takla attırdı ve çıtayı o kadar yükseltti ki, şimdilerde çok popüler olan Spotify ve Tidal gibi stream kanalları bu formatları Premium üyelik adıyla müzikseverlere sunmaya başladılar. Bu formatların en iyilerinden olan FLAC (Free Lossless Codec), MQA (Master Quality Authenticated) ve DSD (Direct Stream Digital) öncelikle yüksek çözünürlükte  kayıpsız ses ve adeta ses derinliğine sahip özellikte dosyalar halinde müziği sunuyor. Tabii bu sesi kod çözücü DAC’lar sayesinde bu kalitede duyabiliyoruz. Örneğin Android cihazınızda kullandığınız stream sunucusu MQA özellikte olsa bile Android telefondan bu sesi almanız pek olası değil çünkü özel bir ara yüz program yüklemeniz gerekir. Ayrıca iyi bir kulaklık amplisi ve kulaklığınız yoksa bu kez sesi olması gerektiği şekilde cihazdan alabiliyor ama derinliği ve detayı duyamıyorsunuz.

 

Müzik sektörü ile her zaman yakın ilişki içinde olan Hi-Fi sektörü de bu konuda boş durmuyor ve bu dijital dünyaya sürekli yeni ürünler ve markalar sunuyor. Amaç ise hep aynı, göreceli de olsa en doğal sese ulaşmak, müziği stüdyoda kaydedilen haliyle dinleyicisine ulaştırmak.

 

 

Kaliteli sesin peşinde

 

 

Gerek müzik sektörü, gerekse Hi-Fi sektörü artık çok daha koordineli ve ister dijital, isterse analog olsun sesi iyileştirmek, kaliteyi artırmak, bu sayede satış grafiklerini yükseltmek ve sektörü canlandırmak için elinden geleni yapıyor. Peki sonuçta bunu ne kadar başarıyor? Bu sorunun cevabı sanıyorum Technics firmasının bir süre önce verdiği kritik kararda yatıyor. Bir dönemin efsane markası Technics uzun zaman önce üretimi sonlandırdığı halde, birkaç yıl önce müzik ve Hi-Fi sektöründeki trend üzerine tekrar üretime başladı, sadece klasik pikap ve ampli değil, dijital çözümleme yapan ama kendi orijinal tarzında yer alan klasik Vu-Metreleri de cihaza entegre ederek güzel tasarımlar üretmeye başladı. Başka bir örnek ise uzun yıllar hep aynı tasarımla cihazlar üreten, tarzından pek ödün vermeyen McIntosh firması. Üst segment bir marka olan McIntosh lambalı, klasik mavi Vu-Metreli hibrit yapıda kullanımı pratik ara model cihazlar üretmeye başladı. Pikaba lamba koydu, DAC’a Vu-Metre ve lamda entegre etti.

 

Değişim inanılmaz. Almanya ve Balkan ülkelerinde o dönemde kapanmış olan plâk üretim tesislerinin çoğu yeniden açıldı. Ülkemizde de değişimin etkisini gösteriyor. Bazı üreticiler Abbey Road gibi efsane stüdyolarda kayıt ve mastering yapmak için sıraya giriyorlar. Yani sonuç olumlu.

 

Konuları biraz fazla uzattım sanıyorum ama yazacak çok konum var. Ben sıkılmadan yazıyorum, umuyorum ki siz de sıkılmadan okursunuz. Bir sonraki yazımın bu kadar uzun ve sıkıcı olmayacağını söyleyerek sağlık ve müzik ile kalın diyorum.

 

Tamer Tekelioğlu

 

Cazkolik.com / 02 Nisan 2021, Cuma

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Tamer Tekelioğlu

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.