Eleştirmenler sevilmez, caz eleştirmenleri istisna değil. Bakın, Cannonball Adderley ve Dave Brubeck şaka da olsa Ira Gitler`in yakasına yapışmış.
Caz tarihi müzisyenleri, albümler, orkestraları kadar bunları yazan, çizen, bugüne aktaran kalemleriyle bir bütün. Benim PUL isimli haftalık bu köşeye başlama nedenim böyle biri olan Nat Hentoff idi. Eskiden tabi internet yok iken bu kadar tanımazdım, yurtdışından gelen dergilerde zaman zaman okuduğum olurdu, internet sonrası daha fazla tanıdım, cazın 1920’lerde doğan kuşağındandı. Şimdi, aynı nesilden kalan son isimlerden biri daha gitti; Ira Gitler. Doksanlarındaydı. Gitler’i özellikle albüm yazılarından bilirdik. Bu konuda ustası Leonard Feather kadar önde gelen biriydi. Bildiğim kadarıyla 700’den fazla albümde yazmışlığı vardı. Günümüz basınında caz kalemi geleneğini oluşturan bir avuç isimden biriydi. Caz hakkında yazmayı herkes bu isimlerden öğrendi desem yeridir. Gitler’in bir özelliği de muhabir olmasıydı. Bizde muhabirlik küçümsenir, genç işi, koşturan gazeteci olarak algılanır ama gazeteci değilsem de muhabirliğin gazeteciliğin en önemli mertebesi olduğunu bilirim. Gitler de o yıllarda gündüzleri müzik firmalarını, geceleri New York’un caz klüplerini magazin muhabiri gibi dolaşırdı. Günümüzün interneti o zaman Gitler gibi adamlardı. Kitaplar yazdı. Özellikle caza başlayanlar için yazdığı “The Masters of Bebop: A Listener’s Guide” ve “The Biographical Encyclopedia of Jazz” kitaplarının yeri doldurulamaz. Keşke Türkçeye de çevrilse. İlk albüm yazısını 1951 yılında Sonny Rollins albümü için yazmıştı. Tam 70 yıldır yazan bir caz kalemi sustu. Benim için, şahsen en sevdiğim müzisyen kadar önemli biriydi.
CRR bu sezon cazseverlere kapalı mıydı?
İstanbul caz hayatının olmazsa olmaz mekânları arasında CRR yani Cemal Reşit Rey ile İş Sanat sahneleri gelir ama sezonun bitmesine çok az kalmasına rağmen bu ikisinden de bu sene hiçbir şey anlamadım. Geçen sene anlamış mıydım, hayır, geçen sene de anlamamıştım, bu sene daha da geriledi. Her iki salonun da içine kapalı hali, caza adeta küsmeleri biz cazseverleri üzüyor. Geriye dönük bir düşünün, bu sene bu iki salondan hangi konser aklınızda kaldı? Özellikle CRR’nin böyle bir lüksü olmamalı. Orası kamunun malı bir salon. Kamu dediğim kültür tüketicisi ve onların içinde caz dinleyicisinin hatırı sayılır payı var, bu pay oranında konser izledik mi? Hayır. Geçmişten gelen CRR’in merkez olma geleneği giderek kayboluyor. Geçen iki sene caz konserlerini Caz Şubatı adı altında yılda bir aya sıkıştırdılar, bu fikri o zaman da sevmemiştim, bu sene Caz Şubatı dahi olmadı. Gelecek sezon İş Sanat’ın caz adına güzel müjdeler vereceğini duyuyorum. CRR içinse öyle bir duyumum hiç yok maalesef.
Yılın en iyi albümlerinden biri, dinleyin eminim bana katılacaksınız.
Cazda şiir işte bu albümdeki gibi bir şey... Mısralar anlık yansımalar... Bu iki kavramın, yani, cazla şiirin birbirini tamamlayan ifadelerine son yıllarda sık rastlar olduk. Son dönem bu anlamda ortaya çıkan en önemli işlerin başında günümüzün iki büyük piyanisti Vijay Iyer ve Craig Taborn’un ortak kaydı “Transitory Poems”i başta saymalıyız. 12 Mart 2018 günü iki büyük piyanist Budapeşte Franz Liszt Müzik Akademisi’nin salonunda buluştu. Sahnede iki Steinway Grand Piano sanatçıları bekliyordu. ECM firması herşeyi önceden hazırlamıştı. Tematik ve atmosferik fikirlerin harmanlanacağı konser her ne kadar tümüyle doğaçlama kabul edilse de şüphesiz belli bir kompozisyon mantığı vardı ya da varmıştır demeli. İkilinin bu ilk buluşması değil. Son da olmayacak. Bir yıldır değişik salonlarda böyle buluşmalar oldu, anlaşılan bu buluşmaların bir albüm olgunluğuna gelmesi bir yılı buldu. Bence bu olay Keith Jarrett’ın ünlü solo konserlerini bir adam ileri götüren bir fikir. Cesur ve karşı konulmaz bir fikir. Benim diyenin öyle hadi diyeceği bir fikir de değil. Bu haliyle albüm bir düet albümü mü dersiniz bilemem, dinleyin, herkes kendi kararını versin. Öyle tipik düet değil elbette. Dinleyin. Dinleyin.
Modern cazın önde gelen sanatçısıyla Nardis`te üç gece!
Mayıs ayına PSM Caz Festivali damga vursa da 21-23 mayıs arası üç gün Nardis’de tenor saksofoncu Seamus Blake’i Garanti Caz Yeşili kapsamında izleyecek olmak önemli. Sanatçı, “Guardians of the Heart Machine” isimli albümünü yeni yayınladı ve İstanbula albümdeki ekiple geliyor, yani, Tony Tixier, Florent Nisse ve Gautier Garrigue. İki gece bu dörtlüyü dinleyeceğiz. Dörtlüdeki isimlerin Fransız olması dikkatinizi çekmiştir, üçüncü gece yine Fransız ağırlıklı ama bizim Fransızlar, yani, çoğunlukla İstanbul’da yaşayan trompetçi Hermon Mehari, piyanist Jef Giansilly ile basçı Apostolos Sideris ve davulcu Corentin Rio. Aynı sanatçının iki/üç gün bir klüpte konaklamasını seviyorum. Geçen ay Touche’de piyanist Alan Broadbent böyle üç gün konaklamıştı. Daha da artmalı. Seamus Blake’in Avrupalı müzisyenlerle ilişkisi ilginç. Mesela bu albümde Fransız müzisyenlerle yaptı kayıtlarını ama Norveçli müzisyenlerle Bridges isimli bir topluluk üzerinden temas kurdu ve onlarla yaptığı albümün adı “Continuum” idi. Blake bilmiyorum mesela burada böyle bir işbirliğine gider mi? Teklifi o getirmez elbette, bizden gitmesi lazım.
Bu foto ilk yıldan. Perdede Buddy Bolden resmi var. şu sıralar hakkında çekilen filmi vizyona giren Bolden.
Kadıköy Belediyesi Yeldeğirmeni Sanat’ta sevgili Murat Beşer ve Alper Maral ile beraber yaptığımız “Caz Dinlemek İstiyorum” başlıklı seminerlerin üçüncü sezonunun sonuna geldik. Geçen perşembe sondan ikinci seminer akşamıydı. Ramazan akşamı iftar saati olmasına rağmen salonun maşallahı vardı. Dinleyicilerimizin çoğuyla artık tanış olduk. Ta en başından beri gelenler de var, her seminer yeni yüzler de ama hepsinin dediği iyi ki böyle bir iş yapıyorsunuz. İlk yıl caz tarihini konuştuk. İkinci yıl caz tarihine damga vuran ikonlara odaklandık, bu sene caz tarihinin alfabesi caz standartlarını konuştuk. Her seminer en az iki standart. Sayısız örnek dinledik. Sevgili Alper bestelerin müzisyen gözüyle analizlerini yaptı, besteleri anlamamızı sağladı. Bazen öğrencilerinden genç müzisyenler sahnede bize o günkü besteyi çaldılar. Doğrusu ben ilk sene yaparız sonra biter diye düşünürken tersine hem sağolsun Kadıköy Belediyesi sahiplendi hem dinleyicilerimiz. Yeldeğirmeni Sanat’ın yöneticisi sevgili Nezahat hanımın ayrıca sahiplenmesi, ekibinin desteği vs derken dinleyiciler gelecek sezon ne var diye soruyorlar. Sanırım seneye yola devam. Şimdilik durum öyle görünüyor. Gelecek sezon nelerden bahsedeceğimizi de buradan duyurmuş olayım; Caz tarihine damga vuran albümler! Bu sene besteleri yaptık, sıra albümlerde... Hazır olun. Müthiş bir sezon olacak inşallah.
Montreal Jazz Festival için resimdeki gibi kalabalıklar gayet sıradan.
PSM Caz Festivali sayesinde bu sene sezonu erken açtık. Sırada İstanbul Caz Festivali var. Egede, güneyde vs. türlü festivaller olacak. Bu sene Akra Caz Festivali Antalya’da önemli bir çıkış yapacak, buradan söylemiş olayım ama festivale dair esas ayrıntıları özel haberimizde okursunuz. Yurtdışından sıkı isimler gelecek. Avrupa caz coğrafyası her zaman festivallerde önde. ABD bile bazen Avrupa’nın gerisinde kalıyor. Kanada hariç. Montreal tek başına yeter! Her sene yaz başı bir festival haberi yapardık aslında belki yine yaparız. Festivaller tarihinin dev festivali Montreal Caz Festivali yine sayısal rekorlar peşinde. İlk yıl 12 bin kişiye seslenmişti, zamanla yılda 2 milyon kişiye ulaştı. Adeta şehir olarak Montreal ile özdeşleşti. Dile kolay, son yıllarda ortalama 500 konserin gerçekleştiği bir festivalden söz ediyoruz. İnanılmaz bir büyüklük. Tabi o dönem Montreal bölgesinde tekti, sonra farklı festivaller de başladı, rakamlar bölündü ama yine en büyük o. Festivalin direktörü, küratörü Andre Menard bu sene de iddialı açıklamalar yapıyor. Festivali sadece bir caz festivali olarak değil bir turizm merkezi olarak tarif ediyor. Yeni ve farklı bir vizyon bu!
Casals`in yaşlı ve ciddi görünüşünün altında inanılmaz duyarlı bir sanatçı yatıyor.
İnsan hüznünün müzikte mükemmel karşılığı çellodur, çellonun da gelmiş geçmiş en etkileyici icracılarından biri Pablo Casals’dır. Casals’in müziğinde kendine has inanılmaz bir duygu var. Bu o kadar bariz ki. Casals tıpkı Picasso gibi Katalan İspanyoldur. Ondan birkaç yaş daha büyüktür. Resimde Picasso Guernica ile hangi etkiyi yarattıysa Casals çellosuyla aynı etkiyi yaratmıştır. Yeteneği ve dehası onu henüz 20 yaşında baş çellist yapmıştı. 1930’lardaki İspanyol iç savaşı sırası Fransa’ya taşınan Casals iç savaş sonrası Franko dönemini protesto ettiği için ülkesine dönmedi. Sessiz protesto diye bir kavram geliştirdi ve bunu duyurdu. 1956 yılında Porto Riko’ya yerleşen sanatçı ölümüne kadar barış için müzik yapmayı sürdürdü. Casals’in en sevdiğim yanı modernizmin gerçekçi ve kuru yorumlarından kaçan duygusal bir romantik olmasıdır. Bence onu büyük yapan da buydu zaten. Özellikle Bach tutkusu iyi bilinir. Bunları niye yazdım… Bu ay İKSV’nin klasik müzik festivali gerçekleşecek malum, festivalde Casals Quartet konser verecek, dünyanın en iyileri deniyor onlar için, kaçırmamanızı önermek için. Hatırlatmış olayım. Yazının başlığı da onun unutulmaz bir cümlesi.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 13 Mayıs 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.