Nabızlar Haliç'e doğru atıyor

Nabızlar Haliç'e doğru atıyor

Akşama Haliç Kongre Merkezi’nde sahneye çıkıyorlar. Keith Jarrett Trio, yani piyanoda Keith Jarret, akustik basta Gary Peacock, davulda Jack DeJohnette. Caz Festivali programının açıklandığı andan beri bekliyorduk. Artık saatler kaldı. Yer de kalmadı. Elini çabuk tutmayanlara ne bilet var, ne davetiye. Tedbirini almış olanları ise, Festival’in en iddialı konseri bekliyor.

 

Bizi biraz korkutmuştur. Gürültü edersek, öksürürsek sahneyi terk edeceğinden korkardık. Sık olan bir şey değil ama, mümkündür yani. Ama en iyisi böyle endişeleri zihnimizden atıp, Festival’in ‘Önemli Notlar’ına kulak vermek: Sessizlik konusunda hassasiyet göstermemizi, fotoğraf çekimi ya da video kaydı yapmamamızı (telefon dahil) istiyorlar. Bir de, geç gelmeyin. Konser iki bölüm. Geç gelenler, sadece alkış sırasında ya da arada içeri alınacak, ona göre. Sonuçta, kimse Keith Jarrett Trio’yu dışarıdan dinlemek istemez.

 

İKSV’nin broşüründe Jarrett’e “Yaşayan en önemli caz piyanisti” denmesi üzerinde konuşulmuştu biraz. Büyük ihtimalle doğrudur, rakibi de olsa bile (ki vardır, hatta biri yarın akşam İstanbul’da çalacak), Keith Jarrett, kendisine piyanistten çok müzisyen gözüyle bakıyor. O yönden de, eşsiz olduğu söylenebilir. Çağımızın en yaratıcı müzisyenlerinden biridir, dahi bir doğaçlamacıdır. Caz piyanosunun üstadı, büyük derinlik sahibi bir klasik piyanist ve çeşitli caz grupları için yüzlerce beste yaptığı gibi orkestralardan, solistlerden ve oda gruplarından da bestelerini esirgememiş dört dörtlük bir müzisyen.

 

 

Solo doğaçlamalarının yanısıra Keith Jarrett Trio ile de üçlü doğaçlamalar yapar

 

 

1983 yılından bu yana birlikte hem caz standartlarını yorumluyor, hem özgün bestelerini icra ediyorlar. Beş defa Grammy adayı oldular, akustik caz grubu olarak ödüller aldılar. Kimseye Keith Jarrett öğretecek halimiz yok ama trionun tarihinden biraz söz edebiliriz. Jarrett`in albümlerini üç döneme ayrılır: başlangıçtaki Atlantic ve Impulse! yıllarında (arada kısa bir Columbia beraberliği de var), “Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi”ni çiziyor. 1972’deki “Facing You”dan başlayan ECM yılları ise, hayret verici bir yeteneğe tanıklık ediyor: cazcı, klasikçi ve doğaçlamacı olarak.

 

1970’lerde oturttuğu solo konser formatı çok etkileyiciydi, özellikle üç milyon satan Köln Konseri (1975) kaydı müthiştir. Sonra Bach ve Şostakoviç kayıtları yaptı ve 1983’te, solo konserlerinde başka müzisyenlerle etkileşim eksikliği çekerek, Gary Peacock ve Jact DeJohnette’le bir caz triosu kurdu. 2008’de ECM onların yirmi beşinci yılını, ilk üç albümlerini “Setting Standards” adıyla tekrar yayınlayarak kutladı. Standardları çalıyorlardı ama onlar çalınca parçalar standart olmaktan çıkıyordu. Çok ciddiye alıyorlardı ama, küçük çapta büyük bir sanat olduğunu düşünüyorlardı, onları güncelleştiriyor, yorumluyor, doğaçlamalarla beziyorlardı.

 

Bazen free jazz konserleri veriyorlar, bazen de eskilere dönüyorlar. Eski şarkılar, insanları duygulandırır. Ama dinleyicinin sadece duygulanmak için gelmediğini biliyor Jarrett. Ona yeni bir şeyler de katacaksın. Hiçbir şartlanma olmaksızın, eski melodilerin uyandırdığı duyguların da etkisiyle, aralarındaki iletişimin tadını çıkararak, hem aşina, hem yeni bir müzik icra ediyorlar.

 

Nasıl oluyor, peki? Jarrett’a göre, ‘solo gestalt’ı üç kişiye uygulamak gibi. "Şarkı çaldığımızda duruma hakim olmam ama doğaçlamalarda, lider olmadan lider gibi davranıyorum. Eğer dibi düşecek gibi olursa, havaya birazcık baharat serpiyorum ki bir element bulunsun – tipik serbest müzik değil bu, daha çok üç-bilinç akımı. Ben idareyi ele alıyorum, çünkü sıfırdan çaldığım solo konserlerden muazzam tecrübem var. Onların küçük yol işaretleri için bana baktığını duyuyorum.”

 

Aslında, “en iyi” meselesinin bir de başka yanı var: Caz yazımında çığır açan, sıradışı, fevkalade duyarlı “But Beautiful” adlı kitabın yazarı Geoff Dryer, 1999’da bir gazetede Keith Jarrett için “yaşayan en büyük caz müzisyeni” ise demişti. Olabilir tabii, caz ile, müziğin kendisiyle en fazla uğraşanlardan biri olduğu kesin.

 

Ahmad Jamal gibi. İkisi hakkında bir şeyler okurken, müziğe bakışlarının ne kadar birbirine benzediğini fark ettim. İkisi de klasik müziğe tamamen vakıf, klasik müzik de çalıyorlar, kaydediyorlar. Zaten Jamal cazcıların en büyük özelliğinin bu olduğunu düşünüyor. Piyanoya enstrüman olarak saygıda kusur etmiyorlar, müziği ciddiye alıyorlar.

 

Ayrıntılarda da benzeşebiliyorlar. Keith Jarrett www.jazz.com söyleşisinde (2009’da yapılmış, çok aydınlatıcı bir söyleşi) “Bir balad çalmak istersem ve kelimeleri bilirsem,” diyor, “henüz keşfettim ki o zaman şarkı için ve şarkının anlamı açısından piyanoda bir şarkıcının kelimeleri kullanarak onu icra ederken yaptığından daha fazlasını katabilirim.” Ahmad Jamal ise bir parçanın sözleri varsa, sözlerini bilirse, o parçayı daha iyi icra edeceğini, ona daha fazla derinlik katacağını söylüyordu.

 

Jamal yarın, Jarrett ise akşama karşımızda. 1996’daki gelişlerinin ardından kronik yorgunluk ve bağışıklık yetmezliği sendromundan kurtuldu, özel hayatındaki sorunları aştı. Eskisi gibi, hatta geçen yıl çıkan “Rio”ya bakılırsa, eskisinden iyi sanki. (O da aynı fikirde). Aman gecikmeyin, akşam saat 8’de, Haliç Kongre Merkezi’nde görüşelim.

 

Sevin Okyay

 

Cazkolik.com / 18 Temmuz 2012, Çarşamba

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sevin Okyay

  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.