Ümit Baykara: Ta en başa gidelim; Wooten ailesinde müzik bir aktivite değil, bir yaşam biçimi imiş. Müziği bir dil gibi öğrendiğinizi söylediniz. Evinizdeki o ilk müzik seansları, kardeşlerinizle kurduğunuz sessiz iletişim, tüm bunlar müzik dinleme ve tepki verme konusundaki yaşam boyu yaklaşımınızı nasıl şekillendirdi?
Çocukken, konuşmayla çalmayı aynı günlerde öğrendim
Victor Wooten: Dört abimden çok küçük yaşta müzik öğrenmeye başladığım için aslında konuşmayı öğrenmemle aynı dönemde çalmayı ve müziği de öğreniyordum. Yani, müziğe yaklaşımım konuşmaya yaklaşımım gibi oldu. Müzik benim için bir dildir. Küçükken abilerimle İngilizce konuşabiliyorsam, müzikle de konuşabiliyordum. Bu yüzden benim için çok benzer şeyler. Müzik, tıpkı dil gibidir, iletişim kurmanın bir yoludur.
Ümit Baykara: Wooten ailesinin katı bir öğretmen-öğrenci hiyerarşisi içinde olmadığı, onun yerine doğal bir fikir alışverişi içinde olduğu söylenebilir. Bu organik öğrenme biçimi, müzik eğitimi ve topluluk oluşturma konusundaki felsefenizi nasıl etkiledi?
Victor Wooten: Az önce dediğim gibi, tıpkı dil öğrenmek gibi. Bir bebeği oturtup konuşmayı öğretmezsiniz. “Bu kelimeleri çalış” ya da “odaya git ve alfabeyi tekrar et” demezsiniz. Biz de müzikte aynısını yapmadık. Özellikle en büyük abim, gitarist Reggie, bana derslerle değil, bir nota verip onunla müzik yaparak öğretirdi. Ben o tek notayı çalardım, onlar da etrafımı müzikle doldururdu. Tıpkı, sadece bir kelimeyi doğru söyleyebilen bir bebeği yine de sohbete dahil etmek gibi. Ben de yalnızca bir notayla çalıyor olsam bile, abilerim beni dahil ettiler, bana eşlik ettiler. Böylece ilk günden itibaren onlarla çalabiliyordum. Bu bir “dahil edilme” biçimiydi.
Ümit Baykara: Wooten kardeşler aile bağıyla müzikal yapıyı çoğu kez iç içe geçiriyordu. Aile grubunda büyümek, doğaçlama yaparken güven, risk ve özgürlük anlayışını -aile dışındaki müzisyenlerle işbirliğine kıyasla- sizce nasıl etkiledi?

Victor Wooten: Kardeş olduğumuz için zaten birbirimizi iyi tanıyor, anlaşıyorduk. Ben de dahil olduğumu hissediyordum. Abilerim beni ezmedi, aksine yükseltti; tıpkı bir bebeği kaldırır gibi. Onlarla çalarken kimse bana “bunu böyle yapmalısın, bu testi geçmelisin, bunu çalış” demedi. Tıpkı konuşmayı öğrenir gibi öğrendim. Aile olunca dersler kolaydı, ders gibi hissettmiyordum. Ait olmak ve iletişim kurmak gibiydi. Benim için harika bir öğrenme yolu oldu.
Ümit Baykara: Wooten kardeşlerin oyun yoluyla öğrenme fikri Flecktones’un tür sınırlarını aşan müziğinde yeniden ortaya çıkıyor gibi. Béla Fleck’in banjosuyla etkileşiminiz aile içinde yaşadığınız kardeşlik bağının bir nevi uzantısı olduğunu düşünür müsünüz?
Victor Wooten: Kesinlikle evet. Bu yüzden otuz yıl sonra bile abim Roy’la beraber Béla Fleck ile çalıyoruz. Çünkü ilk kez çaldığımızda bile hemen bir aile hissi oluşmuştu. Béla’yla tanışalı az olmuştu ama beraber müzik yapınca sanki aile gibi olmuştuk. Bence bunun nedeni aile içinde büyümüş olmamdı. Bu da Béla’yı hemen kucaklamamı ve onun da beni hemen kabullenmesini sağladı. Gerçekten aile bağı kurduk evet ama bunu enstrümanlarımızla yaptık. Yani cevap olarak evet, abilerimle büyümem Béla Fleck’le de benzer bir “aile” ortamı kurmamı sağladı.
Tekniğimi gösteriş olması için değil ihtiyaç duyduğum için geliştirdim
Ümit Baykara: Çift baş parmak (double thumbing) ve 'open pluck' gibi tekniklerdeki ustalığın inanılmaz ama hiçbir zaman gösteri gibi durmuyor. Bu teknikleri müzikal ifadene entegre ederken duygusal özgünlüğü nasıl koruyorsun? Bir nota senin için ne zaman ‘fazla teknik’ olur?
Victor Wooten: Tıpkı dil öğrenirken olduğu gibi çoğu tekniği gereklilikten öğrendim. Mesela İspanyolca ya da Rusça konuşurken “r”leri yuvarlamanız gerekir. Bu bir ihtiyaçtır. Ben çocukken tekniği gösteriş için değil, ihtiyacım olduğu için öğrendim. Çift baş parmak da böyle doğdu. Larry Graham’ın baş parmağını aşağı vuruşla kullandığını görüyordum. Onun bir şarkısını kulüpte çalarken insanlar on beş dakika boyunca dans ediyordu. Yedi veya sekiz yaşlarındaydım ve omzum yoruluyordu. Reggie bana baş parmağımı hem aşağı hem yukarı vurmayı öğretti. Böylece daha uzun süre çalabiliyordum. Bu şekilde gitar penası gibi çalışıyordu. Yani ihtiyaçtan doğan bir teknikti. YouTube falan yoktu o zaman; tamamen zorunluluktu. Abilerim bana nasıl düşüneceğimi öğrettikleri için bu tekniği daha da genişletip “open–hammer–pluck” ve “double thumbing” gibi şeylere dönüştürebildim ama temelinde olan şey ihtiyaç idi. Hani denir ya, “ihtiyaç icadın anasıdır” benim için aynen öyleydi. O sebeple tekniği sadece teknik için, gösteriş için yapmam; müziğimi daha iyi yapmak için kullanırım.

Ümit Baykara: Çoğu insan sizi müzisyen olarak tanıyor ama aynı zamanda yazar, eğitimci ve düşünürsünüz. Müzik dışında bir hayat yaşamak zorunda kalsaydınız ve yalnızca bu kimliklerden birini koruyabilseydiniz, sizce hangisi olurdu ve neden?
Victor Wooten: Doğrusu, bunlardan birini diğerlerinden ayırmayı bilmiyorum. Düşünmeden nasıl eğitim verebilirim ki? Düşündüklerimi yazmadan nasıl hatırlayabilirim? Yani yazmak, öğretmek ve düşünmek birbirine bağlı. Birini diğerinden ayrı düşünemiyorum ama şunu da eklemeliyim: Ben aynı zamanda bir baba, bir eş ve doğayı çok seven bir doğaseverim. O yüzden hiçbirini bırakmak istemem. Neyse ki hayatta bunlardan hiç birinden vazgeçmek zorunda değilim. Planım hepsini birlikte sürdürmek.
Teknolojide de ruhsallık olduğuna inanıyorum
Ümit Baykara: Teknolojinin her şeyi kuşattığı bir çağda yaşıyoruz. Doğayla bu kadar derin bir bağ kuran biri olarak dijital çağ sizi nasıl etkiliyor? Ruhsal dengeniz için teknolojiyle aranıza bilinçli sınırlar koyuyor musunuz?
Victor Wooten: Hayır, çünkü ben teknolojide de ruhsallık olduğuna inanıyorum. Düşünsenize; bir arabayı kullanmak, bir ağacı kesmek için testere kullanmak, bitkileri toplamak için bir alet kullanmak... bunların hepsi aslında ruhanî bir şey, çünkü kökeni ruhtan geliyor. Ben her şeyi “ruhun bir yansıması” olarak görüyorum ama beni geliştiren şeyi kullanırım. Teknolojiyi sadece eğlenmek için değil, hayatımı daha iyi hale getirmek için kullanıyorum. Eğlence için kullandıklarım da var ama asıl amacım hayatıma katkı sağlamak. Şu anda bu videoyu kaydetmek için bir telefon, soruları okumak için bir bilgisayar kullanıyorum, yani teknoloji benim için tamamen ruhsal bir araç. Bu dünyada “ruhsal olmayan” bir şey olduğunu sanmıyorum ama teknolojiyi dikkatli seçiyorum; içinde kaybolmak istemem. Müzikte de teknoloji kullanıyorum ama o teknoloji benim ruhsallığımı ifade etmeme yardımcı oluyor. Özetle: benim için her şey ruhsaldır.
Bizler için müzik yapmak konuşmak gibidir
Ümit Baykara: Wooten kardeşler olarak kendi müzikal kimliğinizi geliştirdiniz. Birlikte çalarken tanıdıklık ve bireysellik arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Victor Wooten: Bizim için müzik yapmak konuşmak gibidir. Konuşurken hepimizin kendi sesi vardır: Roy’un, Reggie’nin, Joseph’in, Rudy’nin. Kimsenin “en iyi ses benim” demesine gerek yok. Önemli olan ne söylediğimizdir. Sesimizi doğal olarak kullandığımız için herkesin kendi bireysel sesi zaten var. Müzik çalarken de aynı durum geçerli. Üstelik kardeşler olarak farklı enstrümanlar çaldığımız için bu daha da net: benim bas sesim Joseph’in klavye sesinden, Reggie’nin gitarından, Roy’un davulundan ya da Rudy’nin saksafonundan tamamen farklı. Bu yüzden aramızda rekabet yok, sadece müzik var. Her birimizin farklı bir rolü var. Rolümüzü koruduğumuz sürece mükemmel bir uyum oluşuyor ama bazen rollerimizi karıştırıyoruz, iç içe geçiriyoruz. O da doğal. Çünkü kardeşiz ve enstrümanlarımızda çok iyiyiz. Ben yüksek perdeden çalarsam, Reggie ya da Joseph hemen düşük bölgeye inip bası üstlenir. Hepimizin kendi rolü var ama bu rolleri nasıl harmanlayacağımızı da biliyoruz. Evet, hâlâ her birimizin ayırt edici müzikal bir kimliği var.
Ben ve abilerim kendimizi teknolojiye kaptırmadan enstrümanlarımızın doğallığıyla kendimizi ifade etmek istiyoruz
Ümit Baykara: Wooten Brothers’ın son buluşma konseri gençlik enerjisini ruhsal olgunlukla dengelemiş gibiydi. Bugünün parçalanmış müzik ortamında bu aile sesini yeniden bir araya getirmenin daha derin anlamı ya da sorumluluğu nedir?
Victor Wooten: Kardeşler olarak müzikle yapmak istediğimiz şey kim olduğumuzu göstermek, sadece müzisyen olarak değil, insan olarak da. Müzikteki teknolojiye kendimizi kaptırmadan, enstrümanlarımızın doğallığıyla kendimizi ifade etmek istiyoruz. Teknolojinin müziği bizim yerimize yaptığı bir noktaya gelmek kolay ama bunu yapmıyoruz. Kendi enstrümanlarımızla kim olduğumuzu anlatıyoruz. Biz bireyiz ama aynı zamanda aileyiz. Ve dünyanın da aslında bir aile olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Müzik, insanları zorlamadan bir araya getiren en güçlü şeydir. Müzik yaptığımızda -kim yaparsa yapsın- insanlar birleşir. Siyaseti, dini, farklılıkları unuturuz. Hepimiz müziğin gücü altında birleşiriz. Biz kardeşler olarak bu gücü daha da iyi kullanmayı istiyoruz, çünkü bunun insanları bir araya getirdiğini biliyoruz.
Ümit Baykara: Set listeleri veya doğaçlama seçimleriniz her konserde değişiyor. Türkiye’ye her gelişinizde bu ülke sende müzikal olarak ne uyandırıyor? İstanbul’un sesleri, ritimleri ya da enerjisi müzikal hayal gücünüze nasıl yansıyor? Buradaki performansına özgü bir öge, bir hikâye, bir melodi parçası, yerel bir dokunuş vs bilinçli olarak eklediğin oldu mu?
Victor Wooten: Evet. Türkiye’nin kendine özgü bir tadı, mutfağı, insanları ve zengin müzik geleneği var ve biz bunları çok seviyoruz. Kendi ülkemizin dışına çıktığımızda etkilenmemek neredeyse imkânsızdır. Kültür, yemek, insanlar, kokular, manzaralar... hepsi ilham kaynağıdır. Dolayısıyla, ülkenize gelip de ondan etkilenmemek mümkün değil. Araba seslerinden, rüzgârdan ya da müzikten gelen her şey bir şekilde müziğimize karışıyor. Bazen bilinçli, bazen farkında olmadan oluyor bu. Farklı bir yerde bulunmak bile müziği değiştiriyor. Biz kardeşler olarak yeterince akışkanız; Türkiye gibi güzel bir yerde olmanın verdiği tecrübeyi müziğimize yansıtabiliyoruz. Eğer oranın müziğini gerçekten deneyimleme fırsatı bulursak, emin olun o gece sahnede kendini belli eder. Orayı seviyoruz ve tekrar gelmeyi dört gözle bekliyoruz.
Ümit Baykara: Bu konserde Wooten ailesinin kolektif sesinin hangi yönünü duyacağız? Ve bu sesin sonraki durağını nerede görüyorsunuz?
Victor Wooten: Şu an kardeşler olarak yeni bir albüm kaydediyoruz. Kırk yıldır birlikte albüm yapmamıştık, şu and onun üzerinde çalışıyoruz ve eminim ki ondan bazı parçaları çalacağız ama aynı zamanda geçmişimizden, büyürken dinlediğimiz müziklerden de bazılarını çalacağız. James Brown, Sly Stone gibi isimleri çalmadan sahneye çıkmak bizim için zor fakat tabii ki Türkiye'de olduğumuz zaman nereye gideceğimiz belli olmaz, ne olacağını görmek için konsere gelmeniz gerekiyor. Çok teşekkür ederim. Çok yakında görüşmek üzere.
Ümit Baykara
Cazkolik.com / 27 Ekim 2025, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.