Gri hayatlar Türkiye`sinden bir Mozaik

Gri hayatlar Türkiye`sinden bir Mozaik

Feridun Ertaşkan: Mozaik grubunun kuruluşunun üzerinden 36 yıl geçti. Dile kolay. Özellikle günümüz genç müzikseverlerin o yılların dünyasını anlaması için bir müzik topluluğu olarak Mozaik nasıl bir Türkiye’de kuruldu?

 

Ayşe Tütüncü: Üç kişiden fazla insanın yanyana gelmesinin "izinsiz toplantı yapmak suçu"nu işlemek anlamına geldiği, çok gri ve mecburen içe kapanmış hayatların sürdürüldüğü bir dünya ama tabi o hayatların içinde herkesin ne renkleri vardı kim bilir.

 

Timuçin Gürer: Bir "akış"ın durdurulup, nehrin yatağının tümüyle değiştirildiği, bugünlerin hazırlandığı günlerdi.

 

Feridun Ertaşkan: O yıllar ve öncesi marşlar ve sloganlar altında yoğun politik/müzikal bir iklim vardı, Mozaik kurulduğu günlerde müzik olarak ne yapmayı hedeflemişti?

 

Ayşe Tütüncü: Baştan bir hedef saptadık ve onu gerçekleştirdik, ya da onu yapmak için çalıştık diye bir şey diyemeyiz, "kervan yolda düzüldü" ama en baştan itibaren "yapmamayı" hedeflediğimiz net bir şey vardı: Sadece sözün kıymetli olduğu, müziğine önem verilmeden yapılmış slogansı şarkılar yapmayı hiç istemiyorduk.

 

Timuçin Gürer: Mozaik "müzik yapmayı" ve ufkunu geniş tutmayı (enternasyonalist bakmayı diyebiliriz sanırım) hedeflemişti.

 

Feridun Ertaşkan: Mozaik sayıca büyük bir grup, Türkiye’de o yıllara kadar fazla görülmüş bir şey değildi bu, örneği azdır, bu nasıl oldu?

 

Ayşe Tütüncü: Örneğin Ezginin Günlüğü ve Yeni Türkü de sahneye 6-7 kişiden az çıkmıyordu. Mozaik başlarda üç-dört yıl kadar 9-10 kişiydi, çünkü "Ölümden Önce Bir Hayat Vardır", "An Meselesi" ve “Bir Bulutun Ardından” diye adlandırdığımız konser repertuvarlarımız böyle bir sayı gerektiriyordu, sonra altı kişiye kadar indik.

 

Mozaik nasıl kuruldu?

 

Feridun Ertaşkan: Peki, topluluk üyeleri birbirini nasıl buldu? Okul/çevre/mahalle arkadaşlığı mı nasıl bir araya gelindi? (Grubun orijinal kadrosunu sonra eklenen/ayrılan isimlerle isim isim belirtebilir misiniz lütfen?)

 

Ayşe Tütüncü: İlk konserdeki dokuz kişi Boğaziçi Üniversitesi`nde okuyan ve o sıralarda o çevrede bulunan kişilerdi. Sonraki yıllarda katılanlarla birlikte bu durum değişti, okul çevresi olarak İstanbul Erkek Lisesi`lerin grupta sayısı arttı.

 

Timuçin Gürer: Kurucu 9 kişilik kadro şöyleydi, Ayşe Tütüncü (1983-95), Saruhan Erim (1983-95), Mehmet Taygun (1983-95), Serdar Ateşer (1983-88 ve 92), Mehmet Tütüncü (1983-85), Ezel Akay (1983-84), Sumru Ağıryürüyen (1983-84), Levon Balıkçıoğlu (1983-84) ve Sabir Yücesoy (1983)... Sonradan katılan, gelip de kalan, gelip geçen diğer 9 kişi ise Timuçin Gürer (1983-95), Bülent Somay (1984-95), Yağız Üresin (1984-85), Emir Özoğlu (1984), Ahmet Altuğ (1985), Murat Ünlü (1985), Cem Aksel (1986-88), Tahsin Ünüvar (1987-89) ve Ümit Kıvanç (1989-91). Yani toplam 18 kişi.

 

Feridun Ertaşkan: Mozaik grubunun kurulduğu yıllar Türkiye’de Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü gibi farklı toplulukların da yoğun dinlendiği, albümlerin çok sattığı yıllar, müzikal olarak Mozaik’in müziğini besleyen unsurlar nelerdi? (ya da mukayese yapmayı tercih ederseniz eğer diğer topluluklardan sizi ayıran ne idi?)

 

 

Ayşe Tütüncü: Mozaik klasik batı müziği, çağdaş müzik, rock, senfonik rock, caz, pop caz ve bu topraklardaki makamlara ve ritimlere kadar uzanan çok geniş bir yelpazeden harmanladığı ürünler verdi. Hemen aklıma gelen ayırdedici iki özelliğimiz grupta beş besteci olması ve bestelerimizin hem enstrümantal, hem de şarkı dalında olmasıydı.

 

Mozaik`te hiçbir zaman, belli bir tür ya da forma bağlılık olmadı

 

Mehmet Tütüncü: Diğer topluluklardan bizi ayıran şeyin ne olduğu üzerinde durmaya çalışayım. Sanırım en temel fark şu: Diğer toplulukların repertuvarları tamamen olmasa bile en azından ağırlıklı olarak şarkı formunda parçalardan oluşuyor(du). (Bu form içinde kalan parçalar yapmanın gerek derecesi gerekse grubun müzikal hedefleri ve tercihleriyle ilgili sebepleri, gruptan gruba değişir elbette.) "Şarkı formu" derken parçada vokal olmasını değil, parçanın planını kastediyorum ki bunun için "birinci kıta - nakarat - ikinci kıta - nakarat ..." diye giden bir formül veya bunun yakın çeşitlemeleri verilebilir. Ve, evet, Mozaik de bu formüle uyan parçalar düzenledi ve icra etti veya besteledi. Şimdi, kendimizi tampere müzik sistemleriyle sınırlayarak konuşacak olursak, tabii ki, şarkı formunun dışında parça bulmak çok zor, eğer çeşitli ülkelerin halk müziklerini veya başka müzisyenlerin eserlerini icra ediyorsanız... Yok eğer beste yapıyorsanız, hece ölçüsü ile yazılmış kıta kıta şiirler bestelediğiniz zaman da parça boyunca serbestçe plan geliştirmek doğal olarak neredeyse imkânsız, ki biz de bu sınırlama altında (zevkle) bazı parçalar yaptık.

 

Ne var ki, başka formlar da elbette var ve daha önemlisi, bestecinin o an elindeki eser için serbestçe tasarlayıp geliştirdiği özgün plan veya müzikal mimariler de tasavvur edilebilir ki bunlar yaygın olarak klasik Batı müziğinde ya da daha az olarak rock`ta (biraz da caz`da?) mevcut. Bunlar, yani şarkı formunun dışındaki herhangi bir formun ille de kendisi değil ama formda serbestlik fikri, bize sanırım içten içe çekici geliyordu.

 

Nitekim Mozaik`te hiçbir zaman, belli bir tür ya da forma bağlılık olmadı. Ve “Ölümden Önce Bir Hayat Vardır” sonrası kendi bestelerimizi yapmaya başladığımız zaman bu tür serbest formlu parçalar hızla ortaya çıkar oldu. Sadece birkaç enstrümantal örnek olarak "Kör Uçuş, Hareket Etmeliyim, Bir Bulutun Ardından, Üç Gitar, Oniki Adım, Çook Alametler Belirdi, Müsaadenizle" adlı parçalar sayılabilir (bunları saymaktan kendimi alamadım, ki daha başkaları da var). Vokal olarak da, hemen "Gitmeliydik, Bir Bisiklet Gezintisi, Kendi Bıraktığım İzlerde" adlı parçalar aklıma geliyor. Bunların hepsi şarkı kalıplarının dışında, kendine özgü mimarisi olan, yani birbirlerinden de farklı planlara sahip parçalar.

 

Sonuç olarak, bir uzun atlamayla, şuraya varacağım: Yukarıda da belirttiğim gibi, Mozaik`te şimdiye kadar, üzerinde sözlü veya sözsüz olarak anlaşmaya varılmış olan ve herhangi bir tür ya da forma bağlı kalınmasını gerektiren birtakım kural veya ilkeler olmadı. Birlikteysek, o an hoşumuza giden her şeyi çalarız (tabii çalabiliyorsak, hele kendimizden bir şeyler katabiliyorsak...). Ama serbest formlara bir eğilim olduğu da inkâr edilemez... Benim için Mozaik`te olmak her şeyden önce bu sebeplerden anlamlı.

 

 

Yetmişlerin devasa kültürel birikimi sonraki kuşaklara aktarılamadı

 

Feridun Ertaşkan: Mozaik grubunun müziği 1960’lara uzanan Anadolu pop/folk/rock geleneğin seksenlerdeki yeni dönem devamı kabul etmek mümkün mü? Aynı yıllarda, ayrıca, başını Ahmet Kaya’nın çektiği, o yıllarda kimilerinin sol/arabesk diye tarif ettiği farklı bir müzik de gelişti, tam da aynı dönem müzik yaptınız, bugünden bakınca nasıl anlatırsınız?

 

Timuçin Gürer: Bu konuda Külliyat`ın giriş yazısını yazan Erdir Zat`ın yorumuna katılıyorum: "12 Eylül darbesi genç, dinamik, heyecan ve umut dolu bir toplumun hayat damarlarını kesti. Yetmişlerin devasa kültürel birikimi sonraki kuşaklara aktarılamadı. Anadolu Rock akımının, etkin olduğu yıllardan en az yirmi yıl sonra, ta ikibinlerde yeniden popülerleşmesi bu acı gerçeğin göstergesidir... Hayat normal akışında seyretseydi, Anadolu Rock akımının ardıllarının seksenlerde ortaya çıkmış olması, yetmişlerle etki-tepki hesaplaşmasını bitirip yoluna devam etmesi gerekirdi. Var olan altyapı imha edildiğinden, seksen kuşağı kültürel alanların tümünde zorunlu bir yeniden inşa süreciyle uğraşmak durumunda kaldı..."

 

Yağız Üresin: Bu soruya Mozaik adına kurumsal bir yanıt vermek güç. Ama ilk konserlerinde onlara özenip, akabinde içlerinde yer alan, sonra ayrı düşüp dışarıdan ahkam kesen ve şimdi yine içeride olma şansını yakalayan biri olarak kendi adıma şöyle bir yorum yapabilirim: Mozaik, şehirli bir gruptur. Çok genç olmalarına rağmen o yıllarda bireysel olarak dünyaya karşı duruşları da öyleydi. Takdir edersiniz ki “toplumcu” olmanın kafalardaki “halk” imgesine benzemek olarak algılandığı o dönemlerde oldukça güç bir durumdu bu. Hatta birileri bunu eleştirmiş, “Ölümden Önce Bir Hayat Vardır” döneminde onları “kolejli çocuklar” olarak gören ağbiler, konser sonrası onlara “adınız Jorj mu Mayk mı, niye Türkçe söylemiyorsunuz” gibisinden serzenişte bulunmuştur. Nitekim grup içerisinde de Inti Ilimani tarzına daha yakın olanlar ile Jethro Tull, Chick Corea, Mike Oldfield, Peter Gabriel v.b.den etkilenenler arasında üslup gel gitleri yaşanmış, neticede hayatın getirdikleriyle birlikte eldeki Türkçe telif sözlü, jazz-rock ama alaturka makamlar ve aksak ritimler de barındıran, giderek emprovizasyonun ağırlığının arttığı deneysel müzik ortaya çıkmıştır. Elbette bu memleketin çocuğuyuz, anılan gelenekten izler taşımamamız mümkün değil; bireysel olarak Anadolu pop/folk/rock parçalarını dinleyip ağlamak, bağıra bağıra eşlik etmekten (ben), bu alanlarda da müzik üretmeye uzanan yelpazede faaliyetimiz olmuştur, ama grup olarak Mozaik’i o geleneğin devamı olarak görmek veya Ahmet Kaya`nın müziğiyle ile ilişkilendirmek doğru olmaz.

 

MehTüt: Bence, Mozaik`in müziği Anadolu pop/folk/rock geleneğinin seksenlerdeki yeni dönem devamı değildir. Belki zaman zaman buna yaklaşmıştır, zaman zaman parça sözlerine hâkim olan bakış açısı boyutunda ya da müzikal malzeme (ritmler, motifler, modal diziler) boyutunda yakın uzak ortaklıklar olmuştur. Ama bütünüyle baktığımızda o geleneğin devamı değiliz diye düşünüyorum. Bu da şu anlamda olumlu bir şey ki, o türü o tür konusunda çok daha birikimli olarak uygulayabilecek olanlar var... Yani o geleneğin yeni dönem devamı biz olsaydık bence gelenek hakkıyla sürdürülememiş, geliştirilememiş olurdu.

 

 

Öte yandan, bir önceki soruya cevap verirken de ima ettiğim gibi, bu durum, Anadolu pop/folk/rock geleneğine kararlı olarak uzak durmamızdan ileri gelmiyor. Ve bir gün o geleneğin devamı olarak değerlendirilecek bir parça yapmamız da olasılık dışı değil. Ama şu sıralardaki müzikal ilgilerimizi düşününce bu olasılığın görece düşük olduğunu tahmin ediyorum.

 

İlk konser anıları

 

Feridun Ertaşkan: İlk konserinizi hatırlıyor musunuz? Neredeydi, nasıl geçti, salon nasıldı, sonra ne gibi yorumlar aldınız, ilk konserin müziğiniz üzerindeki etkisi nasıl oldu?

 

Ayşe Tütüncü: İlk konserimiz 11 Haziran 1983`te, Hodri Meydan Kültür Merkezi`ndeydi, büyük ve etkin bir konser salonuydu, konser müthiş geçti, sonrasında çok iyi yazılar yazıldı ve biz sadece tek bir konser yapma amacıyla bir araya gelip provalar yapmış bir insanlar topluluğu iken çalışmaya devam etme kararı alan bir müzik grubuna dönüştük.

 

Timuçin Gürer: Ben ilk konserde seyirciler arasındaydım ve çok "mütehassis" olmuştum doğrusu :)) ... Yerimde duramamıştım bir türlü. Hemen birkaç ay sonra da gruba katılmak istediğimi belirttim ve Kasım konserlerinde ben de sahnedeydim İstanbul ve Ankara`da... Bu arada, bundan bir süre önce, 1982 yılında “Boğaziçi Müzik Topluluğu” adı altında bir konser hazırlığı sürüyordu, ben onun da içindeydim. Ali Bucak, Selen Şengöz, Müfide Pekin, Müge Gürsoy, Nalan Özsoy, Leyla Gencer, Tuğrul Tekbulut, Güzide Refiğ gibi isimler vardı o işin içinde. 1982 Haziran`ında bir konser verildi “Dünya Halk Şarkıları” adı altında. Ardından İstanbul ve Ankara`da vereceğimiz konserler yasaklanmaya başlayınca "genel prova" adı altında konserlere devam ettik 82 sonbaharı ve 83 ilkbaharında. Sonradan MOZAİK ilk kadrosunda yer alacak olan 4 isim daha vardı o ekipte : Mehmet Taygun, Ezel Akay ve Levon Balıkçıoğlu... Saruhan Erim de askerliğini İstanbul`da yaptığı için destek atardı gitar partisyonu çalışmalarına.

 

Her şeyin nasıl olacağına dair o buruk belirsizlik

 

MehTüt: İşte bu sorunun cevabı geniş bir gülümseme işaretiyle başlamalı... İlk konserimizi tabii hatırlıyorum. Konserden önce gün boyu saatlerce salon ve kuliste gerginlik içinde birtakım sorunların çözülmesini bekleyişimizi, boş salonun karanlıktaki kokusunu, kulisteki bir odada uzun uzun egzersiz yaparak vakti değerlendirmeye uğraşmayı, nihayet saat yaklaşınca salonun dolmaya başlamasını... Ve her şeyin nasıl olacağına dair o buruk belirsizliği... Konser başladığı andan itibaren beliren duygular ise, işte asıl onları anlatabilmek gerek... Ama kısaca anlatabilmek için çok uzun bir süre hazırlanmak gerek.

 

Feridun Ertaşkan: Toplam 4 albüm yayınladınız. Bu albümlerin her biri ayrı birer hikâye olmalı, sırasıyla bu 4 albümü bu röportajda nasıl özetleyebiliriz? (Mesela, en çok satan hangisiydi? Siz en çok hangisini sevdiniz? İlk albümle son albüm arasında kadro değişikliği oldu mu? Müzik farklılaştı mı gibi...)

 

Ayşe Tütüncü: Zamanında dört albüm ve 2014`te de 6 CD`lik KÜLLİYAT`ımızı çıkardık. Biz her albümümüzü ayrı sevdik, farklı nedenler ve duygularla. Albüm isimleri biraz ipucu veriyor aslında; "1983-Ölümden Önce Bir Hayat Vardır"da tam da bu cümleyi bağırmak istemiştik. "1985-Ardından"da kendi müziğimizi bulmak üzere ilk defa stüdyoda bestelerimizi kaydettiğimiz bir yola çıktık, müziğimizin "ardından" yollara düştük. "1988-Çook Alametler Belirdi"de hem içinde yaşadığımız toplumsallıkta hem de kendi müziğimizde birtakım "alametler belirmeye" başlamıştı, diyebiliriz. Bu beliren alametler "1990-Plastik Aşk"ta artık net bir yön de kazanmıştı, örneğin aşkın plastiği olur mu hiç, ama oluyordu işte, artık toplumumuzda, dünyada ve hayatlarımızda çeşitli dönüşümler oluyordu, toptan gittikçe plastikleşiyorduk... İlk albümden son albüme kadar hem kadroda, hem de müziğimizde farklılaşmalar oldu tabi, çeşitli bilgiler için web sitemizde de yer alan KÜLLİYAT albümü kitapçığına bakılabilir, özellikle tarihimizi ve o zamanki grup yaşantımızı anlattığım uzun yazıda çok bilgi ve anı var. (Okumak için tıklayın)

 

 

Mozaik`in cazla ilişkisi

 

Feridun Ertaşkan: Cazla ilgili sormazsak olmaz, ilk yıllarda ve her zaman aklınızda/müziğinizde caz etkisi ne kadardı ya da var mıydı? Topluluk üyeleri caz dinlemeyi seven insanlar mıydı?

 

Ayşe Tütüncü: Grupcak caz dinlemeyi seven kişilerdik; beste olaraksa özellikle benim, Bülent`in ve Saruhan`ın yaptıkları grubun müziğindeki caz bileşenini oluşturuyordu. Bülent`in babası İbrahim Amca`nın (Somay) caz külliyatına vakıf çılgın bir caz dinleyicisi oluşu ile Bülent`in caza yakınlığı, benim klasik armonideki derinleşmemin ilerleyerek caz armonisine evrilmesi, Saruhan`ın pop-caz sevgisi ve özellikle hep beraber yatıp kalkıp dinlediğimiz ECM plakları bestelerimize sızıyordu. Yorum olaraksa ilk stüdyo albümümüz "Ardından"da flütçümüz Yağız`ın önerisiyle Mick Goodrick`in Mevlevia parçasını yorumlamıştık. Buna ek olarak o albümdeki parçalardan bana ait Bitmeyen ve Bülent`e ait Trapezci Kız olsun, sonraki albümlerimizdeki çeşitli bestelerimizde olsun cazla ilişki kurmak mümkün.

 

Yağız Üresin: Elbette. Bir kere grubun içinden, yanından şimdi birini saysak diğerine haksızlık olacak birçok “caz bağlantılı” müzisyen geçti, ortadaki icraatta olsun, eldeki müzik kültüründe olsun izlerini bıraktılar. Bir şekilde klasik enstrüman eğitimi almış olanlar cazın cazibesine kapıldılar. Örneğin; Ayşe zaten bu alanda da ürün veren bir müzisyen oldu, ben de her ne kadar okulunu okuduğum tıp etkinliği hayatımı ağırlıklı olarak işgal etse de artan zamanda meraklı arkadaşlarla uzaktan kulağa caz gibi gelen performanslar sergiledim.

 

Saruhan Erim: Kendi adıma konuşursam; ortaokul yıllarımda çift sesli olarak Trakya türküleri söyleyen bir koroda keyifle çalışmıştım. Lise yıllarımda bunun üzerine gitarla söylenen balad tarzı müzik, dünya protest şarkıları eklendi. Bu, ilk repertuvarımızdaki dünya şarkılarını çalan, söyleyen bir müzisyen olmamı kısmen açıklıyor. Ama yanısıra Deep Purple, Grand Funk Railroad, gibi “ağır” rock tarzından da SimonGarfunkel, Cat Stevens, Crosby StillsNash gibi akustik gitar, vokal ve söz ağırlıklı müzikten de büyük haz alıyordum. İlerleyen yıllarda buna daha karmaşık armonilerle oynaşan caz müzisyenleri de eklendi. Tam da ilk repertuvarımızı bir araya getirdiğimiz yıllarda ben kült bir caz grubu olan Steely Dan hayranı olmuş, kulaklıkla Donald Fagen dinleyip duran, onu bırakıp Genesis’in senfonik sayılabilecek rock albumlerini hatim eden bir müzikseverdim. Bugün biriktirmiş olduğum albümlere baktığımda, daha büyük bir kısmının Pat Metheny, Lee Ritenour, Chuck Loeb, Dan Siegel, Oregon, Special EFX gibi caz müzisyenlerine/topluluklarına ait olduklarını görüyorum.

 

"Külliyat" sonrası Mozaik

 

Feridun Ertaşkan: Son yıllarda Mozaik/Külliyat ile derlemesiyle yeni kuşaklara önemli bir hatırlatma yaptınız, sonrasında ne gibi gelişmeler oldu? Yeniden birlikte müzik yapma iştahı/isteği var mı?

 

Yağız Üresin: Özellikle birincil etkinliği müzisyenlik olmayan arkadaşlarımızda büyük bir iştah/istek var. Aradaki açığı ek provalarla kapatmaya çalışıyoruz. Ama bir yandan da yaş-baş, hayat gailesi var. Bana göre Mozaik izleyicisi ile birlikte var olan, bir bakıma onların da ürünü olan bir topluluk. Zaten ortaya çıkan da müziğin ötesinde kültürel bir olgu. Dolayısıyla; biz istekliyiz ki KÜLLİYAT oluştu ve biz de yeniden karşınıza çıktık. Bundan sonra ne yönde, nasıl gelişeceği -artık plak mı olur, konser dizisi mi olur, müzik videoları mı olur- biraz da izleyicilere/paydaşlara bağlı.

 

MehTüt: Doğrusu, iştah ve istek çok var bence... Ama gitgide daha iyi anlıyorum ki bir araya geliş amacı ve büyüklüğü ne olursa olsun her insan topluluğunu etkileyen faktörler, bu alanda aldıkları özgül biçimlerle, müzik toplulukları için de geçerli. Ve bu faktörleri tanımaz ve onlarla birlikte yaşamayı bilmezseniz, isteklerin gerçekleşme biçim ve ölçüleri hiç öngörülemeyen noktalara varabiliyor, olumlu ya da olumsuz... Biz şimdilik, her şey üretkenliğimizi yeterince olumlu etkileyecekmiş gibi çalışıyoruz, doğru olduğunu düşündüğümüz şeyleri ısrarla yaparak ve hayatın birçok başka boyutu feda edilerek yaratılmış zamanları müziğe ayırarak... Bir yandan da sözünü ettiğim o faktörlerle birlikte yaşamayı biraz daha öğrenerek.

 

Feridun Ertaşkan: Topluluk üyeleri bugün neler yapıyor?

 

Ayşe Tütüncü: Ben üçlü ve dörtlü formatındaki gruplarımla konserler vermeye devam ediyorum ve yeni albüm hazırlığındayım, hatta farklı türlerde, değişik kapsamda albümler diyeyim; bazan tiyatro ve kısa film müziği besteliyor, zaman zaman da sessiz filmlere "canlı" piyano müziği yapıyorum, ders ve atölyelerim sürmekte, ara ara müzik kültürü yazıları yazıyorum. Ve mümkün olunca müzisyen arkadaşlarımı davet edip (ya da ben onlara katılıp) beraberce toplumsal meselelere ilişkin müzik ürünleri vermeye de devam ediyoruz.

 

Yağız Üresin: Ben İstanbul Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesiyim. Temelde bunun gereğini yerine getiriyorum. Bunun yanında farklı bir araya gelmelerle müziksel etkinliklerimiz oldu. Bir dönem Rock FM’de Beauty and the Beast adlı bir program yaptık. Hâlâ flüt hocam Nazım Acar ve Emin Abi (Fındıkoğlu) ile ara sıra yemek yiyoruz ilki genelde yaptıklarıma kızıyor, ikincisi gülüyor, hangisi iyi bilemiyorum.

 

Timuçin Gürer: KeKeÇa ("Kendin Kendini Çal") diye bir Beden Müziği/Beden Perküsyonu topluluğumuz var. Tugay Başar, Ayşe Akarsu, Gökçe Gürçay ve Özgü Bulut ile birlikte atölyeler, gösteriler yapıyoruz yurtiçi ve yurtdışında (bakınız fb: kekeca body percussion).

 

Kuzu (Mehmet): Mozaik`le aynı yaşta olan kendi mühendislik şirketimizde çalışmaya devam ediyorum. Müzik dinlemek ve kendi başıma uzun süreler boyunca müzik yolculuğuna çıkmak gönlüme hâlâ çok iyi geliyor.

 

MehTüt: Doğrusu, şimdilik her gün becerebildiğim kadar çok keman çalışıyorum. Bir de birkaç konuda yazmak istediğim ve kısmen tamamladığım kitaplar var. Belki hiçbir zaman bitmeyecek veya bittiği zaman bir editör gözüyle bakıldığında yayınlanabilir durumda da olmayacak... Ama, her birey olarak, yazmaya değer olduğunu düşündüğümüz şeyleri aklımızdan geçirmekle kalmayıp bilfiil yazmak ve paylaşmak gerektiği görüşündeyim.

 

Saruhan Erim: Kuzu ve Timuçin ile beraber 35 yıl aynı mühendislik şirketinde birlikte hayatı omuzlama, bunun 11-12 yılında Mozaik’te “hemhal” olma, 15 yılı boyunca da Ayşe’nin “Piyano-Perküsyon Grubu’nda cazın, ritim ve seslerin, doğaçlamanın derinliklerine dalıp gitme... Üretken, doyurucu zamanlar.

 

2012 sonrası, Mozaik’in eski kayıtlarını “adam etme”, yanısıra her türlü basılı-yazılı-çizili materyali elden geçirme... Nihayet “Külliyat”ın yayımlanması... Bu işi de kotarmanın iç huzuruyla, artık kendimi emekli etmenin zamanı geldiği kanaatine varışım... Misyonlarım artık tamam sayılır... Rayından çıkmaya başlayan sağlığım da artık bu şehirden ayrılıp daha yaşanası bir yerlere göç etmeyi dikte ediyor... Ne var ki, üniversite dönemiyle beraber 40 yıllık arkadaşlarımı, ortaklarımı, yoldaşlarımı bırakıp gitme kararına varabilmek zannettiğimden çok daha zor.

 

Ama ben karar verdim...

 

Sonra bilin bakalım sonra ne oldu? Tam İstanbul faslını kapama arifesindeyken, bir gün Ayşe ile Timuçin, bizi tekrar sahneye taşıyacak bir öneriyle geldiler! Sudan çıkmış balıklar misali “debelendiğimi” hatırlıyorum. Bir-iki cılız reddetme çabasından sonra kendimi akıntıya bırakma kararı verdim... Bugün, yerleştiğim Marmaris’ten gelip giderek prova ve çalışmalara katılıyorum. İletişim ise, internet ortamı sayesinde sorun olmuyor. Kırk yıllık dostlarımı tekrar buldum. Artık biraz daha fazla yorulsam da pek mutluyum. Bakalım “akıntı” bizi nereye götürecek.

 

Ezel Akay: Grubun ilk üyelerindenim. “Orada” da kaldım diyebilirim. Yani en batak üyelerden sayılırım. Üniversitede müzik kulübü üyeliğinden başlayarak tiyatro seramik, fotoğraf, sinema kulüplerine saldırdım, sonra da hayatım boyunca bunu bir “yaşam tarzı” na çevirmek gafletinde bulundum. Müzisyenlik hayatım, aslında hem konsantrasyon eksikliği hem de “kendini arama” macerasından sonra bir “müzisyenlerle iyi anlaşma” haline dönüştü. Böylece makine mühendisi olarak öğrenim görüp (en az ilgilendiğim konu da budur) tiyatro kulübünden “mezun oldum” ve hikâye anlatıcılığı mesleğine daldım. Hala da bu devam ediyor. Müzik sahnesi de bir “anlatı” sahnesi olduğu için “unutulması” hiç içime sinmeyen “Mozaik Müziği”nin ölümden önceki ikinci hayatı için, gırtlağımı temizleyip “geri döndüm”. Yani bir “yardımcı müzisyen” olarak jenerikte yer alabilirim. alabilirim. Şu an sinema filmi, dizi film, reklam filmi, tiyatro oyunu, müzik klipleri, roman ve senaryo yazarlığı ile yoğun uğraşmakta, üretmekte, üniversite ve “atölye” hocalığı ile meslektaşlarıma ilham vermeye çalışmaktayım. Aşçıyım, bohçacıyım, şakacıyım, çok sıkılıyorum ve bana “etrafı müzisyenlerle dolu bir sinema filmi yönetmeni/anlatıcısı” olma şansı veren Mozaik’e borçluyum. “Bakalım Kahramanlarımızı Hangi Maceralar Bekliyor”.

 

Serdar Ateşer: Yıllar sonra tekrar, beklenen albümünü çıkaran Serdar çeşitli yörelerde konserler vermekle meşgul, bu röportaj kaleme alınırken de yollarda olduğu için ancak bu kadarını söyleyebiliyoruz… 

 

Gökçe Gürçay: Bu yeni dönemde grubumuza katılan Gökçe’yi Gevende grubundan zaten tanıyorsunuz, kendisinin davul çalmanın yanısıra Mozaik’te bir işi daha var, o da YBİM Müdürümüz :) olmak: "Yeni Başlayanlar İçin Mozaik Müdürü" olarak genç kuşaklara Mozaik tanıtımı yapıyor ve Mozaik playlistleri paylaşıyor.

 

Bitirirken, 2014’te çıkan "Külliyat"ımızın öncesinde yaptığı haberle gönlümüzü fetheden Cazkolik`e çok teşekkürler ve sevgilerimizle...

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 11 Temmuz 2019, Perşembe

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.