Archie Shepp bu yıl 83 yaşına bastı. Büyük sanatçı son dönem elinde abanoz ağacından şık Fransız bastonu ve iyi bir terzinin elinden çıkma bembeyaz takım elbisesiyle altmışlarda olduğundan daha şık ve havalı görünüyor.
Bugün, George Floyd'un gözgöre göre öldürülmesiyle yeniden gündeme gelen ve dünya çapında sokak hareketlerine neden olan ayrımcılık olaylarını uzun yıllardır bizzat yaşayan, içinde olan ve geçmişi politik olarak yoğun mücadeleyle geçen biri olarak, avangart caza odaklı büyük sanatçının kariyerinde yüzün üzerinde albüm birikti.
Sanatçı, salgın dönemi öncesi son konserini Oregon'daki PDX Caz Festivali'nde vermişti. Konser öncesi yaptığı açıklamalar ve söyleşisi dinleyenler için aydınlatıcı bilgilerle doluydu. O konser ayrıca sanatçının Portland'da 40 yıldan beri verdiği ilk konserdi.
Shepp'in son dönem konserlerini karısı ve menajeri Monette Berthomier organize ediyor ve sanatçının diş sorunları nedeniyle konserlerini uygun zamanlara göre planlıyor.
Büyük sanatçı son yıllarda eskisine göre sanki daha aktif biri. 1971 yılı albümü "Attica Blues" albümün konusu ve yaşananları itibariyle bugün George Floyd olayını hatırlatan bir kayıttı. O albümü son yıllarda yeniden ve yeni bir orkestrayla hayata geçirdi. Başta Fransa olmak üzere çok yerde konserler verdi ve bu konserler için kurduğu orkestrada hepsi birer yıldız olan müzisyenler yer alıyordu.
Shepp, albümlerini Archieball isimli kendi şirketinden çıkarıyor. Yaptığı çalışmaları karısı ve kendisi merkezli ilişki ağı içinde organize ediyor. Bu anlamda, orkestra haricindeki küçük grubu genellikle Shabaka Hutchings, Jason Moran, Nasheet Waits ve şarkıcı Marion Rampal gibi önemli isimlerden oluşuyor.
New York'ta da bu dörtlüyle konser vermişti. Bu röportajı o konser öncesi Jazz Times dergisini verdi.
(Photo: Mark Sheldon)
Her cazsever ve caz müzisyeni bu anıları okumalı
JazzTimes: Tarihi konulara girmeden önce, bu akşam bizi ne bekliyor?
Archie Shepp: Ne beklediğini bilmiyorum. Cazın doğası budur, her zaman sürpriz vardır ve bunlar genellikle iyi sürprizler olur. Bunları yapmaya çalışıyorum. Bazı orijinaller de çalıyorum. Bliyorsun, büyük bir Duke Ellington hayranıyım, bu açıdan gelenekçiyim. Bazen şiirler de okuyorum, performanslarıma teatral unsurları sokmayı seviyorum. Bu alışkanlığımı Vermont Plainfield'daki Goddard Koleji'nde edindim. Oradaki hocalarımın bende arka plan desteği önemlidir.
Üniversiteye başladığımda sadece müzikal etkinlikleri düşünüyordum, sonra, tiyatro hocası Joe Rosenberg ile tanıştım ve onunla edebiyat alanına girdim. Bir akşam Manor Lounge isimli bir yerdeyken biri Ezra Pound. T.S. Eliot. e.e. cummings, Archibald Macleish gibi isimlerin şiirlerini okudu, kayıtların sadece müzik içermeyeceğini o gün anlamış oldum. Mezun olduğum vakit ilk kaydımı yaptığımda müziği şiirle birleştirmeyi düşünmüştüm. Hâlâ da yapmayı seviyorum.
The Communist
JazzTimes: Ellilerden bu yana bakış açınızda bir tutarlılık var.
Archie Shepp: Evet. Sonra, 60'larda Off-Broadway'da sahnede benim de oynadığım "The Communist" isimli oyunumu yazdım. Brooklyn'de Maurice Watkins yönetmişti. Watkins, ünlü oyuncu Laurance Fishburn'ü eğiten adamdır. Bu yüzden, edebiyat benim için hep çok önemli oldu. Üniversiteden sonra da oyunlar yazmaya devam ettim ama müziğin beni bir şekilde daha fazla çağırdığını biliyordum, sonra, Cecil Taylor ile çalışma şansım oldu.
JazzTimes: 1960 yılında...
Archie Shepp: Evet. Zaten o zamandan beri durmadım. Aslında, en az 60 yıldır çalıyorum. Şimdi tek fark, eskiden yardım almadan merdivenlerden çıkabiliyordum, artık çıkamıyorum.
JazzTimes: Filadelfiya'da ilk çalmaya başladığınızda Lee Morgan gibi caz tarihinden tanıdık kimi isimlerinde olduğu çok canlı bir ortam vardı.
Archie Shepp: Bobby Timmons, Bill Barron -ki Kenny'nin ağabeyidir-, Tony Mitchell gibi adamlar vardı. Bu isimlerin çoğunun adı John Coltrane ile anılıyordu. Hepsi çağdaş cazcılardı.
JazzTimes: O dönem bebop, blues ve R&B hepsi aynı anda çalınabiliyordu. Daha önce Lee Morgan'ın size başta nasıl baktığından söz ettiğinizi hatırlıyorum.
Archie Shepp: Filadelfiya'da benim gibi ergenler için jam session'lar yaparlardı. Tom Roberts adında bir radyo spikeri vardı ve bu etkinliği o başlatmıştı. Cuma öğleden sonra şehirde büyük abilerden kim varsa davet edilir bu sayede bizim gibi çocuklar da Ben Webster, Max Roach, Art Blakey gibi devleri dinlerdik, onlardan sonra sıra daha küçüklere gelirdi, Morgan da sık sık orada olurdu, profesyonellerden önce veya sonra çalardı. Onun tekniğinden ve swinginden çok etkilendim.
Miles Davis ile küfürlü ağız dalaşından Lee Morgan anılarına
JazzTimes: O yaşta o seviyeye yakın mıydınız yoksa gözünüz mü korktu?
Archie Shepp: Tamamen korktum. Şimdi dahi hayran olduğum bazı adamları dinliyordum ve Lee benden biraz daha bile gençti ama o bir tür dahi idi. Sadece 15 veya 16 yaşındaydı. Ondan, akor değişikliklerini bana öğretmesini istedim, nazikçe kabul etti, beraber küçük bir jam yaptık. O sıra Stan Getz'i de dinlerdim çünkü radyolarda Afro Amerikalı cazcıları çok fazla çalmak istemiyorlardı, en fazla Fats Waller ya da Jimmy Lunceford gibi isimleri belki, ancak Stan Getz gibi adamları dinlerdiniz.
Bu sebeple, Lee benden bir şey çalmamı istedi. Stan'in "How High the Moon" versiyonunu biliyordum. Onu çaldım. Stan Getz taklidimden hoşlandığını düşünmüyorum, herhalde oldukça umutsuz görünüyordum, sonunda, hadi gel blues çalalım dediler ve öyle başladım. Babam banjo çalardı, aslında ilk enstrümanım banjodur. Akorları bilmiyordum ama blues söylemeyi kalpten biliyordum.
İlk dörtlüğü çaldım, işimiz bittiğinde Lee oldukça etkilenmişti ve bana 'adamım, hiç değişme' dedi. Lee ile bu şekilde tanıştım ve sonradan blues konserleri geldi, sadece blues çalacağında beni de çağırırdı. "O akşam güneşinin battığını görmekten nefret ediyorum"... [Shepp blues mırıldanmaya başladı]. Benim için içsel bir şeydi.
Evet Lee çok gençti ama şehirdeki bütün büyüklerle çalardı. Pep isimli bir bardayken Dizzy tarafından işe alındığını hatırlıyorum, bizim gibi çocukların o bara girmesinin tek nedeni bütün barmenlerin Lee'yi tanımasıydı.
JazzTimes: Pep Freddie Freeloader'ın barmen olduğu yer Showboat isimli yer miydi?
Archie Shepp: O bir blok ötedeydi. Showboat Broad & Locust'taydı Pep ise Broad & South'ta idi. Freddie bu ikisinden birinde de olabilirdi. Freddie ile tanıştığımda "Freddie Freeloader" dedim, "hayır" dedi, "The Freddie Freeloader". Adı Freddie Tolbert idi.
Seyirci sorusu: Geldiğiniz için teşekkürler Mr. Shepp. Size, en sevdiğiniz albümlerden Atica Blues hakkında sormayı isterim. Şarkı söylediğinizi ve tiyatro okuduğunuzu söylüyorsunuz, Attica Blues'u da bir oyun olarak düşündünüz mü?
Archie Shepp: Bu ilginç. Bunu bilinçli olarak yapmamış olmama rağmen tüm kayıtlarımın teatral bir bağlantısı olduğunu görüyorum, öyle de olabilirdi. Ben, Attica Blues'u sadece bir müzik olarak düşünmedim, o zaman hapishanelerde çok korkunç şeyler olurdu, hâlâ öyle. Soledad eyalet aktivistinin suikaste uğradığı dönemdi. George Jackson ve Attica Devlet Hapishanesi ayaklanması zamanı. Bütün bunları, siyahların kendini temsil eden ve barınmadan eğitime her yerde şiddete maruz kaldığımız muazzam trajedileri biraraya getirdim. Kaydımda yaklaşık 20 müzisyen çaldı. Müzisyenler sadece enstrüman çalan insanları değil, suçluluk, şiddet ve sevgileriyle de ifade ediliyorlardı.
Seyirci sorusu: 1964 yılında "Four for Trane" isimli muhteşem bir albüm yaptınız, içinde "Naima"nın oldukça farklı bir versiyonu da vardı.
Archie Shepp: Roswell Rudd'ın düzenlemesiydi o. "Naima"yı pek çok kez icra ettim ama o albümdeki versiyonu hiç sevmedim, çünkü, yazılı bir düzenlemeydi ve yaptığım gibi yapmamı zorlaştıracak birkaç farklı hareketi vardı. Performanslarımda yazılı müzik çalmamaya çalışıyorum, mümkün olduğunca eski New Orleans tarzı yapmaya çalışıyorum, yani, tamamen doğaçlama ve akademik olmayan şekilde.
(Photo: Mark Sheldon)
John Coltrane ona nasıl destek oldu?
Seyirci sorusu: Impulse! firması için yaptığınız ilk kayıttı.
Archie Shepp: Evet, doğru. Bir süredir o firmadan kayıt randevusu almaya çalışıyordum. Şirketin ünlü bir A&R'cısı vardı, Bob Thiele. Onu ne zaman arasam sekreteri Lilian [Seyfert] bana hep 'Bob burada değil' derdi. Sonunda, Bob'ın akıl hocası olan John Coltrane'e sormaya cesaret ettim. O sıra Springfield'daki Half Note'ta çalıyordu. Ara verdiğinde "John, Bob ile benim için konuşur musun" dedim, "çünkü her aradığımda ya çıkmış ya öğle yemeğinde oluyor" dedim. Bana baktı ve, "biliyorsun, birçok kişi benim kolay biri olduğumu düşünüyor" (hakikaten öyleydi, nezaketinden ve kolay erişilebilir biri olduğundan dolayı çok kişi onu kullandı). Ona, "John, senden faydalanmaya çalışmıyorum, dört çocuğum var ve yardıma ihtiyacım var" dedi, bana "ne yapabileceğime bakarım" dedi.
Ertesi gün yine Impulse!'ı aradım, Lilian bana "Bob yemeğe çıktı ama geri dönecek, telefonunuzu bekliyor" dedi. O albümü Trane için yapmalıydım ve oldukça iyi albüm çıktı. Rudy van Gelder'ın Englewood'daki stüdyosuna kayda gittim. Bob da oradaydı, bana bir kez bile bakmadı. Piposunu içiyordu. İlk kaydı yaptık. İkincisini yaptığımızda "hey, bu harika bir şey, John'u da arayacağım" dedi. Gece 23:00 civarıydı. "John, gelmeni istiyorum" dedi. Biri albüme basılan fotoğraflar çektik. Dikkatli bakarsanız John'un çoraplarının olmadığını görürsünüz. Nedenini bilmiyorum. Bazıları onun çorap giymediğini söylerdi, ayaklarıyla problem yaşıyordu. Bir keresinde ayağın nasıl diye sorduğumda "hava bile acıyor" demişti.
JazzTimes: Şu soruyla bitirelim. Miles Davis ile ilgili Birth of the Cool belgeselinde bir hikâye anlatıyorsunuz ama belgeselde hikâyenin sadece ilk bölümü var, bize kalanını da anlatır mısınız?
Archie Shepp: Miles'ın davulcusu Tony Willams'ı tanırdım. O sıralar Miles ile çalışıyordu. Bir gece, Miles'ın sahne aldığı Village Vanguard'a gittim. Tony o günlerde en ünlü davulcu filan diye anılıyordu, Yanımda saksofonum da vardı. Şans da yardım ederse içeri girebilirim diye düşündüm. Kapıdan girer girmez Tony beni tanıdı, "Archie, saksofonunu kap gel adamım, bizimle çal" dedi. "Tony" dedim, "bilmiyorum ki Miles bu fikre ne der..", "dert etme sen, duyduğun hikâyelere inanma o iyi biridir" dedi. Bunu duyunca onunla konuşmaya karar verdim. Hayranlardan oluşan bir grup Miles'ın çevresini sarmıştı. Olanca nezaketimle yanına yaklaştım ve "Mr. Davis, ben Archie Shepp" dedim, "Archie kim?", "Archie Shepp". Bana bakıp "Fuck you" dedi. Genç bir adamdım ve iki çocuğum vardı, ağırıma gitti, ona saygı duyardım ama tamamen saygısız biri olduğunu hissettim. Ben de aynı şekilde cevap verdim; “Fuck you—who the fuck are you?”.
Oldukça uzun bir tartışmaya girdik. Oğullarından biri ordaydı. Miles da biliyorsunuz boksördü, bana, "oğlum senin kıçını tekmeleyecek" dedi. Ben de ona "kıçını gösterime sokacağım, orası müzik yapıldı" diye cevap verdim tam bu noktada tavrı tamamen değişti ve "saksofonunu çıkar orospu çocuğu" dedi. Miles Davis ile böyle tanıştım [seyirciden kahkahalar ve alkış].
O gece epey çaldık. Korkmuş ve öfkeliydim. Bir süre sonra Miles gruptan ayrıldı, ardından Herbie ve Wayne de sahneyi terketti, sadece Ron Carter, ben ve Tony kaldık. Yaklaşık yarım saat böyle çaldık, sadece bas, davul ve tenor, sonra birden piyanoyu duydum, Herbie geri gelmişti, ardından Wayne de geldi. Hikâyenin devamı, haftanın devamında Miles'ın hiç geri gelmediği şeklindedir. O günden sonra daha önce Herbie ile Wayne'in bestelerini ki iyi bestecilerdir hiç çalmamasına rağmen o geceden sonra bazı bestelerini çalmıştı.
JazzTimes: Bu inanlmaz bir hikâye. Bence hesaplaşmayı kazanmışsın.
Archie Shepp: Kazanıp kazanmadığımı bilmem ama içindeydim. Belgeselde hikâyenin bu kısmı yoktur, Fuck you kısmına kadar va, devamı kesilmiş. Her zaman Miles'ın benim hakkımda ne hissettiğini bilmeme rağmen onun bir idol olduğunu söyledim, onunla böyle konuştuğum için kendimden utandım çünkü o bir dahi sanatçıydı.
JazzTimes: Bayanlar, baylar... Archie Shepp.
Ashley Kahn
Bu röportajın orijinali caz tarihçisi, gazeteci, yazar, prodüktör ve öğretim üyesi Ashley Kahn tarafından JazzTimes dergisinin Mayıs sayısında yayınlanmıştır.
Cazkolik.com / 08 Haziran 2020, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.