"Birazcık dolaşsam, simit yesem" Cazın beş büyük yenilikçisinden biri Ornette Coleman ve anılar

"Birazcık dolaşsam, simit yesem" Cazın beş büyük yenilikçisinden biri Ornette Coleman ve anılar

 

“Birazcık dolaşsam, simit yesem”

 

Armstrong, Parker, Davis ve Coltrane ile birlikte cazın beş büyük yenilikçisinden biri olan Ornette Coleman, “Free Jazz”in yaratıcısı, 85 yaşında öldü. Geriye baktıkça, anılar, anekdotlar geçiyor gözümün önünden.

 

Ornette’i ilk kez ne zaman dinlediğimi hatırlamıyorum. Epeyce gerilerde olmalı, çünkü müziği bende “Bu da ne yahu?” etkisi uyandırmıştı. Çoğu kişi gibi. Onun hayatta ve cazda ilerleyişini hayli dışarıdan ama ilgiyle izlemiştim. Çığır açıcı bir cazcı, vazgeçilmez biri miydi yoksa ne yaptığını bilmezin teki mi? Cazcılar bile bu konuda fikir birliği halinde değildi. Sonunda, millet ne yapsa Ornette’in orada olduğu, orada kalacağı, Free Jazz’ını da yaşatacağı anlaşıldı.

 

Benim için ahir zaman gurusu olan, bir insanın nasıl olması gerekiyorsa o şekilde yaratılmış, müziği konusunda çok ciddi ve paylaşmaya hazır olan Ornette’in yerini kimse tutamaz. Sahneye her çıkışında elimin ayağımın boşalmasına yol açmıştır. Karşısına oturup onu öyle izlemek, ister sahnede, ister aynı mekânda, bana hep huzur vermiştir. Onu müziğe kattıklarıyla olduğu kadar yaşadıklarıyla da kabul ettim, sevdim. Hep de öyle olacak. Ama artık ‘live’ konser yok, çünkü Ornette Coleman 85 yaşında aramızdan ayrıldı.

 

Olsun, albümlerle anılar bizimle. O zamanlar adı -galiba- The Marmara olan otelin eşsiz kafesinde Ornette’i bekleyerek geçen saatler, meselâ. Akşama konseri var, odasından çıkmış gitmiş, ses-soluk yok. Gittikçe büyüyen masada oturanlar arasında oğlu ve davulcusu Denardo da var. Bir de Murat Taner olmalı mutlaka, çünkü ben İstanbul’da Ornette’in kısmen de olsa peşine takılabilmemi ona borçluyum. Yanında parası var mı diye soruyorlar. Yokmuş, cüzdanını almamış. Artık ceplerinde ne varsa o. Nihayet çıkıp geliyor. Hava çok güzelmiş, çıkıp dolaşayım demiş. Etrafı seyretmiş, insanları seyretmiş. Bir simit alıp yemiş. Sonra da yürüye yürüye otele gelmiş. Zaten belli ki Taksim civarından pek ayrılmamış.

 

Ama biraz farklı sonuçlanan bir gezme hikâyesi daha var aklımda. O ilk unutulmaz dörtlüsünün basçısı Charlie Haden İstanbul ziyaretlerinden birinde anlatmıştı. New York’ta gene böyle bir gün konserden önce kimseye bir şey söylemeden ortadan kaybolmuş. Sonra konser saati gelmiş, Ornette dönmüş. Haden ise, kulakları rahatsız olduğu için kullandığı paravana tam yerinde mi değil mi diye bakarken, arkadan (onun tabiriyle) “çing çong” diye sesler gelmiş. Haden, “Bir döndüm baktım, gülümseyen Çinliler’den oluşan bir grup arkaya yerleşmiş, entrümanlarını akort ediyor. Ornette, “Arkadaşlara rastladım, onları da bu akşam çalsınlar diye davet ettim,” diye açıklamış.

 

Eh, ne de olsa, Faslı usta Joujouka müzisyenleriyle, Grateful Dead’den Jerry Garcia ile çalan, bestesi “Skies of America”yı Londra Senfoni Orkestrası ile kaydeden kişiden söz ediyoruz. Coleman, Politzer kazanan albümü “Sound Grammar”ın, sınırları aşan evrensel müziğin şifresini çözme arayışından söz ettiğini söylemişti. “Bana göre ses ebedi... ve hâlâ işitilmemiş notalar var. Onları nerede bulacağımı bilmiyorum, ama orada olduklarını biliyorum.”

 

Gerçekten bir ahir zaman gurusuydu. Karşınızda otururken içinize sükûnet akardı sanki. Sesini yükseltmezdi, kızmazdı, iyi huylu bir öğretmen gibi konuşurdu. Onun caz dünyasını sarstığına, müzikal özgürlüğün doğası üzerine sonu gelmez tartışmalara yol açtığına, hatta bu uğurda hırpalandığına inanmak zor gelirdi insana. Vaktiyle biri karnına bir tekme atmış ve “Böyle çalamazsın!” diye bağırmış. Coleman, “Ne yaptığımı bile bilmiyordu,” diyor. İnsanlara, “Dövmeyin onu, dinleyin” dedirtecek bir noktaya gelene kadar dayağımı yeme kararı oldum.”

 

Son anekdot ise 2003 İstanbul Caz Festivali’nden. Görgün Taner, en azından yarı yarıya boş Açıkhava Tiyatrosu’na bakıp, “Sayenizde,” demişti. Ona göre, yılın en prestijli ama tenha konserine ısrarlarımızla biz sebep olmuştuk. Bense halimden memnundum. İkinci sıradaydım. Tam önümde de arkadaşım Hüseyin Başkadem’in beş yaşındaki yeğeni Utku oturuyordu. Ornette Coleman konserine beş yaşında çocuğu kim getirir? Afyon’da caz festivali düzenleyen adam, elbette!

 

Hüseyin’e, çocuğu niye bu konsere getirdiğini sordum. Ne de olsa bir önceki gece İbrahim Ferrer vardı, hani fidanları kırmama ve hayatı kolaylaştırma açısından... “O kimleri dinlemedi ki?” dedi. Ornette başında "pork pie" tabir edilen şapkası ve üstüne bol gelen gri takım elbisesiyle sahneye çıkınca elden gittim. Sol omuz önde, sağ hafif bükülüp arkaya çekilmiş durur, tenor saksını çalarken gözlerim yaşarırdı nedense. "Light Coleman" denebilecek, çok iyi bir konserdi. Açıkhava`yı zaten doldurmayan halkın bir kısmı parti parti çıkarken, sapsarı, kısacık saçlı, maviş gözlü, şortlu Utku oturdu. Vakit geçirme girişimleri her defasında bastırılmıştı. Konserin son parçasında önce parmakları, sonra yumruklarıyla kulağını tıkadı. Konserden sonra yanına gelen amcasına kulak tıkama hareketini, "Çok güzeldi, dayanamadım," diye açıklayınca makaraları koyuverdik.

 

Belki de doğru söylüyordu, kim bilir?

 

 

Sevin Okyay

 

Cazkolik.com / 15 Haziran 2015, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sevin Okyay

  • Email

YORUMLAR

  • Sait Aydın
    15 Haziran 2015 Pazartesi 08:37

    Çok istediğim halde 2003 yazındaki o konsere gidememiştim.Gidebilsem daha kalabalık gösterecek kadar alkışlardım her halde.Tenor saksafon bile çalmış.Ornette Coleman diğer sazları da çalarak ses arayışlarına devam ederdi hep;Alto saksafon çalan Jacky Mclean"ın albümünde trompet çalmıştır örneğin,Sound Museum albümünde keman çalmıştır örneğin. Evet,hem "en önce ses vardı" hem her zaman.O,bu Dünya"da bulduklarıyla yetinmedi,başka dünyalarda aramaya gitti.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.