Elli yıllık meslek hayatında dokuz Grammy’ye sahip olmuş Porto Rikolu caz piyanisti Eddie Palmieri 20-21 Nisan’da Babylon’da dersek, durumu gerektiği şekilde açıklamış olur muyuz? Kendisinin aynı zamanda bir Salsa üstadı olduğunu söylemeyi ihmal etmişsek, hayır, olmayız. Palmieri piyanosundan çıkan caz nağmelerini Latin ve Salsa ritmleriyle birleştiren bir cazcı, bir üstat. Kendisini daha önce de dinledik ama, bu konserleri de heyecanla bekliyorum.
1988’de ölen, ondan dokuz yaş büyük piyanist ve şef ağabeyi Charlie (Carlos Manuel) Palmieri de bir Salsa efsanesiydi. Aileleri 1926’da Porto Riko’dan New York’a, Porto Rikolular’ın çoğunlukta olduğu ve El Barrio denen bölgeye göç etmişti. Küçük Eddie on bir yaşındayken, buradan kurtulmaya kararlı bir şekilde Weil Recital Hall’de bir denemeye katıldı. O sıralar davul çalmak istediği için de iki yıl sonra amcasının orkestrasına katıldı, timbal çalıyordu. “On beşimde timbale veda edip piyanoya geçtim, bugüne kadar da sürdürdüm. Hevesi içinde kalmış bir vurmaçalgıcıyım, hırsımı piyanodan alıyorum,” diyor.
1975’ten beri de Grammy alıyor. “The Sun of Latin Music” ile aldığı ilk ödül, herhalde en heyecan verici olanıydı, çünkü Ulusal Kayıt Sanatları ve Bilimleri Akademisi (NARAS) o güne kadar Latin müziğini tamamen yoksaymıştı. Hatta kimileri bunun “tarihi bir an” olduğundan sözeder. Sonra arkası geldi. Ertesi yıl “Unfinished Masterpiece” ile, 1984’te “Palo Pa ‘ Rumba” ve 1985’te “Solito” ile ödül aldı. İki yıl sonra “La Verdad” bu dört ödülü izledi. 2000’de Tito Puente ile yaptıkları “Obra Maestra / Masterpiece” iki ustaya hem bir Latin Grammy’si, hem de geleneksel bir Grammy getirdi. “Listen Here!” 2006’da, trompetçi Brian Lynch ile yaptıkları "The Brian Lynch / Eddie Palmieri Project: Simpático" da 2007’de aynı ödülü aldı, “Obra Maestra”nın iki Grammy’siyle etti dokuz. Biz Lynch’le ikisini, 5. Akbank Caz Festivali’nde dinlemiştik.
"El Gigante de Las Blancas y Las Negras", yani "Klavyenin Devi", çağdaş salsanın "02 Kokteyli" nin öncüsü, piyanist, besteci, aranjör, yapımcı, "Latin Müziği`nin Güneşi" ünvanlı Palmieri, her şeyin hakkını veriyor ve dans edilebilen bir caz yapıyor. İlk grubunu, timbalci Orlando Morin ile birlikte 14 yaşındayken kurdu. 1955`te Johnny Segul`un orkestrasında profesyonel oldu. Ama coşkudan piyano tuşlarına çok sert vurup piyanoyu kırdığı için, orkestradan ayrılmak zorunda kaldı. İçten içe vurmaçalgıcı olma meselesi...
Eddie Palmieri, aralarında Puente`nin eski şarkıcısı Vicentico Valdes ile ağabeyi Charlie Palmieri`nin de bulunduğu sanatçılarla çalıştı. Tito Rodriguez`in Big Band`inde çaldı; düğünlere, cenazelere, yerel danslara eşlik etti. 1961 `de meşhur La Perfecta`yı kurdu. Tromboncu aranjör Barry Rogers ve John Pacheco ile birlikte, Latin New York`un en revaçta grubu oldular. La Perfecta’da trompetin yerini trombonun alması nedeniyle, grubun kendine özgü bir sound’u vardı. Latin müziğinde pek rastlanmayan bir şey ama, Palmieri de sıradışı uygulamalarıyla tanınır zaten. İki trombonları, flütleri, vurmaçalgı, bas ve vokalistleriyle, “Kükreyen çılgın filleri olan orkestra” diye tanınıyorlardı. Çok geçmeden Machito ve Tito Rodriguez gibi tanınmış bir Latin orkestrası oldular. 1962 `de Alegra`ya "Eddie Palmieri and His Conjuncto La Perfecta"yı yaptılar. İki albüm sonra Tico Records şirketine geçtiler. Palmieri, La Perfecta 1968`de dağılana kadar, onlarla beş albüm daha yaptı. Daha sonra da Grammy devri başladı zaten.
Kimlerden etkilendi diyecek olursak, cevabın ilk iki kelimesi McCoy Tyner’dır. Palmieri, onun müziğini, armonilerini seviyor. Zaten kendi müziğinde de bir blues tadı sezilir. Onu etkileyen bir başka piyanist de, emsalsiz Art Tatum. Bu liste Bill Evans, Horace Silver ve Bud Powell’la devam ediyor. Ama Palmieri kendisini Afro-Karayipli bir caz piyanisti sayar. Dolayısıyla onu etkileyenler arasında ağabeyi Charlie, Jesus Lopez, lili Martinez ve 1930’lar ile 40’ların başka Kübalı müzisyenleri de var. Küba müziği, onun asla ayrılmadığı temeli oluşturur. Doğrusu, Karayipler ile New York müziği ve kültürüne büyük katkıları olduğu da inkâr edilemez.
Bir de, gruplarına hep seçkin müzisyenler seçmesiyle tanınır. Elli yılı aşkın meslek hayatında 30 küsur albüm, 200’den fazla şarkı var. Piyanoda kendi özgün tarzından taviz vermez, kurallara aldırmaz. Örneğin, 1970’te çıkan “Harlem River Drive” ile karaderili ve latin üsluplarını bir araya getirip bu şemsiye altında salsa, funk, soul ve cazı birleştirerek herkesi şaşırtmıştı. 1988’de Smithsonian Institute, Ulusal Amerikan Tarihi Müzesi için Eddie Palmieri’nin iki performansını kaydederek onu onurlandırdı. İki yıl sonra Paul Simon ondan “Rhythm of the Saints”te kendisine danışmanlık yapmasını istedi. Her iki ülkenin, kültürün de baştâcı ettiği çok az sayıda müzisyen arasındadır. Fahri dereceleri, ödülleri sayılmayacak kadar çok. National Public Radio’daki programı “Caliente” de çok başarılı olmuş, 160 istasyona yayılmıştır. Önceki yıl da Library of Congress kayıtlarına dahil oldu.
En büyük üzüntüsü ise, kendisinin yeni bir kategori olarak yaratılmasında çok etkin olduğu Latin Caz ile ilgili. Daha önce Enstrümental Mambo diye bilinen, Afrikalı Amerikalı kültürünün New York’ta, hem küba, hem de Porto Riko kültürleriyle harman edilmesi demek olan Latin Caz, onun gözünde çok önemli. O sıralarda, şehir merkezinde çalışmalarına bile izin verilmediğini hatırlatıyor. Kardeşçe bir dayanışma ile miraslarını sürdürmüşler. 1993’te Palmieri NARAS New York’un başına gelince, Latin Caz kategorisini kabul ettirmek için çalışmış, ertesi yıl bu gerçekleşmişti. Kategorinin elimine edilmesi onu çok üzdü. Silinip gideceğinden korkuyor ve herkesi mücadeleye çağırarak, “Bunu ancak, biz izin verirsek yaparlar,” diyor. Umarız, Latin Caz kategorisi NARAS nezdinde varlığını sürdürür.
Sevin Okyay
18 Nisan 2011, Pazartesi
Cazkolik.com
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.