Albümü koruyacağız diye turşusunu kursaydınız
Geçen sene bir heyecan, Wayne Shorter’ın yeni albümü çıkıyor... İyi güzel... Bekliyoruz... Albüm çıkmış, kapağı görüyoruz ama içindeki müzik nerde? O yok! Müzik nerde? Henüz dijitalde yok. Nerde peki? Albümde saklı... Albüm nerde? Türkiye’ye gelmiş miydi? Bu devirde albümden uzun zaman uzak kaldık. Tamam, şirketi bir plan yapmış, hatta biz de haberini yapmıştık, albüm bir çizgi romanla çıkmış, özel basımlar filan, onlara da tamam. OK, koleksiyonluk bir albüm, büyük ustanın belki son albümü, bilmiyoruz ki. Bu yaşta artık bir başka yeni albüm olur mu, olmaz mı! Neyse. Ne yaptılar ettiler albümü dinletmediler bir türlü. İyi mi oldu sanki! İşte, albüm ne zamandır tüm platformlarda yayında, vallahi dinlemek gelmedi içimden. Soğuttular yani! Sonunda dinledim tabi, o kadar değil. Albüm ‘beyond the jazz’ olmuş. Ne caz ne klasik. Modern bir müzik. 21. yüzyılın müziğini doksanlık ustadan dinlemek başlı başına sürpriz. Müziğinde ikibinlerden sonra aşkın şeyler olduğunu biliyoruz ustanın. Yüz yıldır yaptığı şeyleri yapmayı istememesi gayet normal. Yaylılar, büyük orkestra soundu, modern bir soundtrack havası, yirmi yıldır birlikte çaldığı çekirdek kadro tastamam yerinde, onlardan vazgeçmiyor. Bu son dönem müziği onlarsız olmaz ve çoğu canlı kayıt. Üşenmeyip Spotify dinleme rakamlarına baktım, oldukça düşük. Niye? Sadece tek bir track “Adventures Aboard the Golden Mean” 80 bin üstü dinlenmiş diğerleri yanına bile yaklaşmamış. Herkes albümü mü satın aldı sanki, ondan mı dinlenmedi?
Dinledim ama hâlâ bir fikrim yok!
JazzTimes dergisinin son sayısında dinleyici seçimleriyle eleştiren seçimlerini beraber yayınlaması bana bu soruyu sordurdu, “Dinleyiciyle eleştirmen aynı şeyleri mi sever?” Bir takım yazılar yazsam da ben kendimi eleştirmen değil dinleyici olarak görüyorum, o yüzden, benim fikrim dinleyici yönüne daha yakın ama eleştirmenlerin neye dikkat ettiğini biliyor, anlıyorum. Gelelim seçimlere... Dinleyiciler mesela yılın adamı olarak Roy Hargrove’u seçmiş. Belli ki duygusal bir seçim. Eleştirmenler Wayne Shorter’ı seçmiş, onu da anlamak mümkün. Dinleyiciler de Shorter’ı boş geçmemiş, bir yerde kesişmişler belli ki. En çarpıcı fark “New Artists” kategorisinde. Dinleyiciler Jeff Goldblum’u seçmiş. Ne saçma! Bu noktada kesinlikle eleştirmen bakış açısına sahibim. Jeff Goldblum da kimmiş! Eleştirmenler Maria Grand diyor. İşe bakın. Dinleyicilerin 4. sıraya koyduğu Grand eleştirmenlerde ilk sırada ama daha tuhafı Maria Grand de kim? Ben hiç tanımıyorum. Her ikisinin üstünde anlaştığı bir isme dair hiçbir fikrim yok. Bu da bana sürpriz olsun. Buldum tabi, bu satırları yazarken “Magdalena” albümü çalıyor. Bakalım kimmiş...
Grammy tartışması daha da büyüyecek
Grammy ve Oscar gibi ödüllerin etkisi tartışmasız kabullenilmekle birlikte bizzat Amerikan müzik endüstrisi çevrelerinde tersine görüşler dillendirilmiyor değil. Geçen Pitchfork’da Marc Hogan imzalı bir yazının başlığında “Grammy’nin 2019’da kazanma değeri nedir?” diye sorulunca devamını merak ettim. Geçen yıl Grammy ödül törenini sadece 20 milyon kişi canlı izlemiş. Bu rakam yalnızca ABD’ye ait. Dünya toplamı ne kadar bilmiyorum. Bazı şeyler illa biri söyleyince dank eder ya, bu konuda öyle olabilir. Oscar’lar için birşey diyemem ama Grammy tartışması yeni sayılmaz. Grammy törenlerine katılan ünlü sanatçıların sosyal medya takipçi sayılarını toplasanız muhtemelen milyar rakamları aşacaktır ama ödül gecesini canlı izleyenlerin sadece 20 milyon olması sizin de kafanızı karıştırmıyor mu? Yazar Hogan da haklı olarak, şimdi sanatçılar, yöneticiler, sanatçı ajansları, müzik firması yöneticileri, yazarlar, çizerler, sayısız uzman vs. bu ödülün önemini tartışmaya açmaz mı diyor, daha doğrusu, monokültürel etkinliklerin yetersiz kaldığı, stream müziğin endüstriyi hızla şekillendirdiği bir zamanda Grammy’nin sanatçıların kariyeri için ne anlama geldiği sorusu yeniden sorulmaz mı diyor.
Marvin Gaye yapımcılar için banka kumbarası mı?
Motown soundunun sembol ismi, popüler müziğin altmışlar ve tüm dönemlerin en sevilen seslerinden Marvin Gaye’in üvey babası tarafından vurularak öldürülmesinden 35 yıl sonra yeni bir albümü çıkacak haberi geldi. Karmaşık bir kişilik, bir o kadar girift sanatçı yanıyla, trajik hayat hikâyesine eşlik eden ve tüm zamanların hitlerine dönüşen Marvin Gaye şarkıları endüstri için kazılıp deşilmesi kaçınılmaz isimlerden biri. Onun 1971 tarihli en büyük albümlerinden “What’s Going on”u takip eden dönemde Gaye’in yayınlamak için yeterli bulmayıp bir kenara kaldırdığı 1972 yılı albümü “You’re the Man” sanatçının 84. yaş gününe denk gelen günlerde yayınlanacak. Gaye, hayatta olsaydı yayınlanmasını ister miydi konusu bir yana ki kendisi isteseydi o dönem yayınlardı, albüm eleştiriye açık bir pazarlama ürünü gibi görünüyor. Albümde 17 şarkı olacağı, içinde yer alan şarkıların kimi derleme albümlerde yayınlanmakla birlikte plak olarak hiçbirinin daha önce yayınlanmadığı, çift plaklı olacağı, içinde soundtrack olarak kullanılan şarkılarının da olacağı ... olacağı da olacağı söyleniyor. Şimdi gelin samimi bulun!!! Bari o vakit çıkmayan albüm nasıl tasarlanmışsa o şekilde çıkaydı, herşeyi içine doldurmanın ne anlamı var?
Tubasıyla Theon Cross
Ne zaman Pitchfork ile Mojo gibi birkaç web sitesine göz atsam buradaki caz albümleri bana başka bir dünyaya aitmiş gibi geliyor. Onların ana akıma ait olmayan perspektifleri gayet normal, bence işin güzel yanı bu ama yine de o sayfalarda hiç tanımadığım bir dolu ismi görmek şaşırtmıyor değil. Birkaç örnek veriyim; Şikagolu spiritual free jazz sanatçısı Angel Bat Dawid ve albümü “The Oracle”, şimdi sayacağım Alan Braufman’ın “Valley of Search” albümünü bu kategoriye katmıyorum ama adını anayım, bu albüm 74 tarihlidir bir bakın, Pat Van Dyke’ın caz olmayan albümü “Hello, Summer”, Sean Kuti’nin “Black Times”, Sam Gendel’in “4444”, Bonobo’nun “Migration", Theon Cross ama bakın bu adamı ayrı tutarım. Adam bir kere tuba çalıyor. Bu albümü kısa da olsa yazmayı istiyorum buradan da dikkatinizi çekmiş olayım. Nefeslilerin kontrbasıdır tuba. Geniş ses aralığı olmasa da iyi kullanan için şaşırtıcı bir enstrümandır. Theon Cross gibi bir adam çıkmış ve tubadan iş yapmayı başarıyor, en başta bu cesarete saygı duymalı. Sonra yaptığı müzik de öyle New Orleans merasim müziği değil. Shabaka Hutchings, Moses Boyd gibi müzisyenlerle çalıyor, taş gibi tarzı var var.
Afrika`da tuhaf bir beyaz
Salif Keita’nın şarkıları bir dönem Türkiye’yi kasıp kavurmuştu resmen, hatırlayanlar bana katılacaktır sanırım. Bilhassa, Cesaria Evora ile söylediği “Yamore” gibi, “Folun” gibi, herkesin bildiği “Africa” gibi… Artık yaşı yetmişleri bulan bu önemli sanatçı bizde galiba pek ses getirmedi ama “Un Autre Blanc” adını verdiği yeni bir albüm yayınladı; “Başka Bir Beyaz”... Anlamlı bir albüm ismi... Albino olduğu için beyaz ama beyaz değil. Siyah da değil... Hangisi? O da zaten başka bir beyaz diyor. Babasının bile kabul etmediği bir siyah (mı?). Gerçi, ilk yola çıktığı Rail Band and Les Ambassadeurs dönemi belki biraz ama ne eskiden ne şimdi onun African Disco müziğini dinlemedim, sevmezdim de ama şimdi bu yeni albüm ismini okuyunca ne yalan içim üzüldü, buradan birkaç kişiye olsun haber veriyim istedim. Afrika’da albinolara 21. yüzyılda bile tahammül yok, kaldı ki 1950-60’larda kimbilir ne sıkıntı çekmiştir. “Yamore” şarkısında “evet, çok açım” diyerek üç kelimeyle Afrika’yı özetliyordu ama şarkının devamında “ama yine de en çok ihtiyacım olan senin aşkın” diyordu. İliklerine kadar aç ama ihtiyacı olan aşk. Güzel bir cümle değil mi?
Yılların topluluğu hâlâ birarada
Kimbilir kaç kişinin aklına gelmiştir bu soru. UB40’ye ne oldu? Birşey olmadı. Kuşağındaki grupların çoğunun başına gelen onların da başına geldi. Zaman değişti... Bu hafta, biraz eskilere sarmış oldum ama olsun. Onları ne dinlerdik hatırlar mısınız? Reggae Bob Marley ile başladı ama dünya çapında ikinci patlamasını bu çocuklarla yapmıştı dersek yanlış olur mu? Aslında onlar hâlâ aynı çocuklar. Hâlâ sosyalistler. İngiliz sosyalist İşçi partisi lideri Jeremy Corbyn’in ateşli savunucularılar. Kalabalık bir gruptu UB40. Campbell kardeşler başı çekiyordu. Ali, Duncan ve Robin Campbell. İlk albümün üzerinden kaç yıl geçti? 2010’da “Labour of Love”ın 30. yılını kutlayan özel baskı yapmışlardı, demek 40 yıl olmuş. Şimdi yeni bir albüm geliyor. Sıkı durun. “For the Many” isimli albümden ilk single çıktı. Radyo edit filan hepsi tamam. Albüm henüz tamamıyla dijitalde değil, az bekleyin o da gelir. Önceden dinleyenlerin dediğine göre 10 kadar aşk ve politika şarkısı varmış. Yine aynı ritm, dub efektler vs. İyi bir nostalji olur mu bilmiyorum ama UB40 iyidir iyi.
Böyle sesler artık çıkmıyor
Dikkatimi çeken kimi notları burada kısa kısa yazıyım. JazzTimes dergisi hatırşinaslık yaparak geçen sene ölen Cecil Taylor, Aretha Franklin, Lorraine Gordon ve Randy Weston gibi caz devlerini meslektaşlarına, onları tanıyanlara yazdırmış. Çok değerli yazılar çıkmış. *** Mackavenue firması bahar aylarına sıkı albümler hazırlamış. Bir bakın derim. *** Aralarında kan bağı var mı bilmiyorum ama saksofoncu Noah Preminger efsane sinema yönetmeni Otto Preminger’in film müziklerini yeni albümünde çalmış. *** Duolar çetrefilli albümlerdir. Zordur. İki Kübalı piyanist Alfredo Rodriguez ile perküsyoncu Pedrito Martinez bu zor işe soyunmuş. *** Arkadaşları, sevenleri, dostları Roy Hargrove’u andıkları özel bir gece tertiplemiş. Kimler yokmuş ki. Bir kuşağın tamamı ordaymış. *** Uluyan Kurt Howlin’ Wolf’un 1959 tarihli albümü ilk kez plak olarak basılmış. Başta Bluescular herkese tavsiye.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 11 Şubat 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.