Sahnedeki demokrasi

Sahnedeki demokrasi

Terence Blanchard sosyal konulara oldum olası ilgili biridir

Adaleti aramak

İnsanlar caz müziğini kendin dünyasına gömülmüş, konformist, olan bitene dönüp bakmayan bir müzik sanıyorsa yanılıyor. Doğduğu günden beri hayatın en canlı parçası olmayı sürdürdü caz. Toplumun dinamikleri arasında kendine düşen söz hakkını yerinde ve yüksek sesle kullandı, belki slogan atmadı ama sanatın ses çıkardığı anlarda en yaratıcı itirazlar cazdan çıktı. Hâlâ da öyle. Bu konuda sesi en çok çıkan, en çok kaygı duyan insanların başında trompetçi Terence Blanchard geliyor. Amerika son dönem diken üstünde bir toplum. Bizim burdan nasıl görünüyor emin değilim ama orada işler pek yolunda gitmiyor. Geçen bir araştırma okudum, sonuç vahimdi, araştırmaya göre, Amerikan halkının üçte biri beş yıl içinde iç savaşa benzer çatışmaların yaşanacağından emin. Okul basmalar, mültecilere yapılan zulümler, Trump`ın sürekli elinde benzin varmış gibi beyanatları, sınırsız silahlanma, özellikle belli bölge ve şehirlerde oldum olası tekinsiz sokaklar ve en çok da polisin yargısız infazları. Blanchard ve arkadaşları haklı olarak bu konuya kafayı takmış durumda. Down Beat`in temmuz sayısını okuyun, bu konuya birkaç sayfa ayırmışlar. Katrina kasırgasıyla başlayan asabiyet (ki sorun kasırga değil yaraların hâlâ sarılmaması) kolay giderileceğe benzemiyor. Sorun daha derin. En derinde.


Ramazandı, bayramdı, seçimdi derken festival

Festival, müzik, konser = Güzel üçlü

İstanbul Caz Festivali`ni programlamak cambazlık gerektiren bir iş. İstanbul devasa bir kent ve olabilecek herşeyi öngörmek gerek. Hadi önden bildiklerin var, mesela Ramazan ayının ne zaman olduğunu biliyorsun, bayramın da öyle ama seçim hesapta yoktu ve üstelik seçim tüm hesapları altüst eden çok büyük bir hareketlilik demek. Böyle bir dönemin ardından cazseverin konsantrasyonunu bir anda yeniden festivale yöneltmesi hiç kolay değil, nitekim, son günlere kadar karmaşa sürüp gitti ama gördüğüm kadarıyla açılış gecesinden itibaren insanlar festivale yüzlerini dönmeye başladı. Konserlerden güzel haberler gelmeye başladıkça daha da iyi olacaktır sanıyorum. Bu hafta sakin bir gündem var gibi görünüyor, eğer herşey yolunda giderse sadece müziğin konuşulduğu bir hafta geçirmek mümkün. Bu da hepimizin zihnine güzel bir izin yaptırır, belki sonra bir tatil, ne dersiniz, herkes planını yaptı mı?


Sahnedeki demokrasi

Her bakımdan örnek bir konserdi

Müzik türlerinin içinde en demokratik olanı cazdır. Şöyle bir bakalım; klasik müzikte müzisyenin nerdeyse hiç söz hakkı yok, kafanı kaldırman bile zor. Popta kime sorsanız size star sisteminden söz eder ama ondan önde olan patron prodüktördür, bu dediğim tabii Amerikan ve İngiliz müzik sektörü için daha geçerli, oralar çok acımasız ama kendince haklı nedenleri vardır, starlık müessesesi eğer büyük bir star olabilirsen belki geçerli. Rock da grup lideri öndedir, olan biten ondan sorulur, raconu o keser. Metali bilmiyorum ama orda da öyledir herhalde. Caz ise belki pir ü pak bir demokrasi değilse de sahne dağılımı en adil olan müziktir, çünkü paylaşıma açık bir müzik, doğaçlama konusu kilit mevzu. Sahnede her müzisyenin birbirine ihtiyacı var, interplay dedikleri olay çok önemli ve zincirin en zayıf halkası kadar sağlamsın. Dave Holland`lı Crosscurrents konserini gözünüzün önüne getirin, adamlar aralarında o kadar demokratik ki, bırakın müziği konuşma konusunda dahi birbirlerinin söz hakkına saniyesine kadar sadık kaldılar.


Balarısı Ahmet`in gözündeki mutluluk

Vefa insanoğlunun en güzel özelliklerindendir

Bu hafta PUL mevzuları İstanbul Caz Festivali`nden çıktı ağırlıklı olarak ki bu da normal zira sıcağı sıcağına anlar yaşanıyor. 30-35 yaş altı bilmez ama daha üstü muhtemelen Balarısı Ahmet ismini biliyordur ya da duymuştur. Doksan küsur yaşındaki bu usta sanatçı festivalden yaşam boyu başarı ödülü aldı. Uzun yıllardır adeta unutulmuşluk içinde yaşayan sanatçı kuşağının önde gelen isimlerinden biriydi. Konuşmasında beni en etkileyen birkaç yıl önce geçirdiği trafik kazası nedeniyle (ve tabii yaşı da var) bastonla yürümek zorunda iken sahneye bastonsuz, tek başına yürüyerek çıkmak istemesi, hatta bunun için önden kendini hazırlaması, çalışması ve hakikaten o büyük sahneyi tek başına katetmesi çok anlamlıydı. Sahnenin ne demek olduğunu bu kuşak iyi bilir. Sahne tozunu, alkışı, sahneden uzak kalmayı, unutulmuşluğu, vefayı, vefasızlığı... Festivalin bir vefa örneği göstermesi ve ödül vermesine bir alkış, Lale Plak sahibi Hakan Atala`nın onu hatırlayıp önermesine bir alkış daha.


Ödüller önemlidir

Ödülün kendisi işin süsü

Sanatta, edebiyatta ödül sistemi hep tartışmalı konular olmuştur. Özellikle seksenli yıllarda edebiyatta bu konuların çok yoğun tartışıldığını hatırlıyorum. Kıyametler kopardı. Tüm dünyada, bilhassa edebiyatta seçici kurullar ve jüri meseleleri beraberinde hep bir takım kayırmaların yaşandığı iddia edildiği olaylarla hatırlanır. Bunlar bir yana, ödüller yine de çok önemlidir ve bu tartışmalar hep olacaktır. Kuşkusuz ödül olarak aldığınız o küçük sembol değil önemli olan. Bence, en önemlisi aktif hayattan elini eteğini çekmiş, emekli olmuş ustaların hatırlanması önemli. Bu yüzden, Amerikanın geleneklerine bağlılığını, hall of fame`ler memleketi olmasını takdir ediyorum. Ödül törenlerine gösterdikleri özen de öyle. Her yıl bu ritüellerin tekrarlanması, bu geleneklerin yerli yerine oturması birkaç nesli bulan, zamanla yerleşen kültürler. Kuşaklar arası saygıyı artıran, özeni, nezaketi öne çıkaran kavramlar. Gelişmiş toplum olmanın hasletlerinden biri. Tartışmalar bir yandan sürüp gitse de, işin en altında yatan ticari sebepler gözardı edilemeyecek gerçeklikler olsa da ödüller yine de önemlidir.


Big bandler çağı başladı

Albümler birbiri ardına yayınlanıyor

İki yıldan fazladır yeni bir big bandler, büyük orkestralara dönemine giriyoruz diye her fırsatta yazıp söylüyorum. Her yıl üstüne konan hareketlilik var. Sadece geçen hafta hepsi çıtanın üstünde en az üç albüm gördüm. Belki bunları uzun bir makale konusu yapmak daha doyurucu olur ama içlerinden birini söyliyim; Kırk yıllık (belki de daha fazla) topluluk Yellow Jackets`in kurucu üyelerinden Bob Mintzer yaklaşık on yıldır kurup dağıttığı büyük orkestralarla harika işlere imza atıyor. Usta sanatçının en yeni çalışması "Meeting of Minds" geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Amerikan standartlarına sadece cazseverlerin değin, pop, latin hangi müziği seviyorsanız herkesin zevkle dinleyeceği yorumlar getirmiş. Açın sesini, bangır bangır dinleyin öyle güzel. Bu işte yalnız da değil, seksenlerin sonunda kurulmuş başarılı vokal topluluğu New York Voices da işin vokal yanını üstlenmiş, özellikle Damon Meader. Mintzer`in bu güzel çalışmasını dinleyince insan önceki işlerini de merak ediyor, bence sırayla dana sonra onlara da kulak verin derim. Aklınızda olsun, big bandler konusunda yeni haberlerim olacak.


16 dakikalık albüm?

Girdisi çıktısı 16 dakika

Kapak fotoğrafını görünce merak edip dinlemek için hemen tıkladım, bir adam konuşuyor filan derken aa tık albüm bitti. Parça bitti herhalde derken hakikaten albüm bitmiş. Albümün tamamı 16 dakika. Tek parça olsa single dersin, birşey dersin, öyle değil, 11 parçalık full albüm, en azından görüntüsü öyle :) Anlı şanlı albüm formatı ne hale geldi… Bu da değişik bir durum. James Lott spiker tonlu sesiyle arkasına Inglewood Jazz Senfoni Orkestrası`nı almış bu albümü kaydetmiş. Orkestranın yerine oturmasıyla kalkması bir olmuştur. Valla bence dinleyin, size de lginç gelecektir. En kısa parça 1:46, en uzunu 2:26. Albümün adını yazmadım galiba, "James Lott, Jr & The North Inglewood Jazz Symphony Orchestra; "Speaking with Strings".


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com / 02 Temmuz 2018, Pazartesi

 

Kaydet

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.