Biri daha gitti...
Yok, Roy`la bir anı değil ama içinde o var. Yıllar önce, ikibinlerin ortaları olmalı, bir arkadaşımla öğle rakısı için Kadıköy’de buluşacaktık. Şimdi zor bir hastalık süreci geçiren epey eski bir arkadaşım. Buluşmaya vaktinden önce gittiğimden Akmar Pasajı’na uğrayım istedim. Roy Hargrove’un kaç yıl oldu hâlâ bıkmadan dinlediğim konser albümünü o gün almıştım. İnsan bazı şeyleri unutmuyor. Hayat yap-boz parçaları gibi, yıllar yıllar önceki bir anı yıllar sonraki bir diğer anı ya da bir olayın geçmişten gelen parçası oluveriyor. O gün aldığım başka albümler de var ama onları hatırlamıyorum meselâ. Eve dönünce hemen dinlememiştim. Arabada kalmıştı. Üstüne birkaç gün daha arabada unuttum, ta ne kadar sonra eve götürdüm ve o gece ilk kez dinledim. Roy Hargrove hakkında ilk keskin fikirlerim bu albümle oluşmuştu. Daha önce dinlediklerim hafıza çöplüğünde unutulmuş olarak dururken bu konser kaydı beni fena dürtmüştü. Orada olmayı istediğim konserlerden biri oldu hep. Şu anda o konserde daha genç olanlar tek tek gitti. Michael Brecker ve şimdi de Roy Hargrove.
Her sokak ismi bir caz şarkısı
Caz tarihini ufalta ufalta tek bir yere, bir bölgeye indirseniz karşınıza çıkacak yer Storyville’dir. Caz tarihine damga vurmuş efsane bir semt. Cazın kırmızı noktalı (red-light district) bölgesi. Hepsi hepsi 3-4 caddeden oluşan bir semt. Şimdi artık oldukça turistik bir yer. Bildiğimiz caz tarihinin en gerideki noktası. Sokakların ismi caz tarihiyle özdeş semti. New Orleans’ın ve cazın tarihi kalbi. Şimdi oraya gitmenin hiçbir cazibesi yok. Bildiğin sokaklar, binalar. İş, o vakit orayı görmekti ama üzerinden yüzyıldan fazla geçti. Tüm göçmen kültürlerin en kırmızı noktalı baştan çıkmış yeri. Alt kültürlerin buluşma noktası. Her denizcinin limandaki sevgilisi. Cazın üzerindeki kötü müzik damgasının sebebi olan yer. Bir müddet sonra kontrolden çıktığı, ahlâken fazla göze battığı düşünülünce yetkililerce darma dağın edilen bir yer. Cazın göçe başladığı yer. Bundan sonrası başka bir hikâye ama insan şunu merak ediyor. Şimdi adına caz dediğimiz bu müzik o yerde kalsaydı, dışarı çıkmasaydı ne olurdu? Hiçbir şey olmazdı. Caz bugün yine bildiğimiz caz olurdu. Bu müzik bir şekilde dışarı çıkardı.
Özellikle ikinci parçaya dikkat!!!
Hangi enstrüman kombinasyonuyla olursa olsun trio formatı çok acayip bir format. Son günlerde Lars Jansson Trio’nun taze albümü “Just This”e kafayı fena taktım. Dinlemelere doyamaz insan. Adamı da (yani Jans Larsson) tanımıyorum desem yeridir. Posta kutum yeni albüm alarmı verdiğinde başta dikkatimi çekmemişti ama bir kere çalmaya başladı mı tamamdır, gerisini müzik hallediyor. 67 yaşındaki İsveçli caz piyanisti Jansson Miles Davis, Ben Webster, Mose Allison gibi büyüklerle kayıtlar yapmış, İskandinavların en ünlü üçlülerinden biri haline gelmiş, Danimarka’nın ilk caz profesörü ünvanlı gibi gibi bilgileri arka arkaya sıralayınca bu kadar az tanıdığı için insanın utanası geldiği bir sanatçı. Bu harika üçlünün diğer isimleri basçı Paul Svanberg ile davulcu Thomas Fonnesbæk’i de ayrı not etmeli ama ille de Lars Jansson. Tabii bir süre sonra başka müziklere dalıp gitmezsem eğer abimizin önceki albümlerini sıraya koydum. “Green Moss Lack Sand”, “More Human”, “Facing the Wall”, “Everything I Love” ... hepsi dinlenmeyi bekliyor. Valla tavsiye isterseniz eğer size de öneririm.
Live at İstanbul?
Kayıtlı caz repertuvarının en coşkulu, kendiliğinden, sürprizli, dinleyiciyle sarmaş dolaş işleri caz klüplerinde kaydedilen canlı kayıtlar olur. Stüdyo kayıtlarının hesaplı kitaplı bilinçli ’ideolojik’ bütünlüğünden uzakta, sürprizlere açık capcanlı kayıtlar olması klüp kayıtlarının değerini farklılaştırıyor ama burada klüplerinin de tavrı belirleyici. Bugün hangi caz müzisyeni kapağında “Live at Village Vanguard” yazan bir albüme sahip olmak istemez. Zaman içinde cazda kendine özgü bir kulvar geliştirdi canlı klüp kayıtları. Uzun yıllar önce yapılmış kimi kayıtların zamanla ortaya çıkması bu repertuvarı daha da zenginleştiriyor ama burada altını çizmek istediğim klüplerin bu tarz kayıtları daha da önemsemesi, hatta teşvik etmesi. Son cümlede sözü Türkiye’ye getireceğim. Bizde zaten az sayıda caz albümü yayınlanırken canlı klüp kayıtlarının hiç olmaması üzüntü verici.
Yurtdışından güzel yankılar var
Son dönem Türkiye’den çıkan işlerin yurtdışında en ses getiren sanatçısı kim deseniz size Gaye Su Akyol derim. “İstikrarlı Hayal Hakikattir” albümünü yayınlayan Akyol transglobal müzikler dünya listesinin ilk sıralarında kendine güzel bir yer edindi. Bu önemli bir başarı. Akyol geçen hafta sosyal medya hesabından bu liste başarısına dair bir açıklama yaptı. Akyol’un müziği tam da bu listelik bir çalışma. Albüme dair başka gelişme ünlü Mojo dergisinin son sayısında David Hutcheon imzalı yazı çıkması oldu. Derginin 4 yıldız verdiği albüm hakkında yazar “ister bilinçli ister değil Gaye Su Akyol üçüncü albümünde rock müziği için Mississippi deltasında değil Akdeniz havzasının yaratıcı bir örneği olduğunu ispatlıyor” diyor. Akyol’un sörf gitar çizgileri, blueslu tınlamalar, funky sound, retro klavyeden çıkan müzikler dinleyene güneşde kurutulmuş Türk tütününü Türk kahvesiyle tellendirmek gibi geliyor diyor. Bu arada, Marianne Faithfull gibi bir kült isim yeni albüm çıkardı ama bizim müzik basınında bahsi geçti mi acaba? Faithfull’a aşağıda devam etmeye karar verdim. Buyrun aşağıya.
Sözlere dikkat...
Marianne Faithfull yeni albüm çıkarınca heyecan duyan hayranlarından değilim, çoğu albümünü nice sonra ve en fazla bir-iki kere dinlemişimdir ama bu yeni albümü dönüp dönüp dinleyecekmişim gibime geliyor. Onun hakkında söz sarfedecek yetkinlikte değilim ama yeni albümdeki sözleri merak ettiğim, ilgimi çektiği için çalışmaya başladım. The Guardian’ın genç yazarı yazınca böyle şeyleri sevdiğimden ayrıca dikkatimi çekti. Faithfull’un albümde söylediği “As Tears Go by” tam 54 yıllık şarkı, üstelik, o zaman henüz 17 yaşındaki Faithfull söylemiş bu Rolling Stones şarkısını. O kadar tanıdık ki melodisi, bence hemen dinleyin ama üçünü peşpeşe dinleyin en sona 54 yıl sonraki yeni yorumu gelsin. Zamanın hepimizi nasıl değiştirdiğine kendiniz tanık olun. O olgunluğa, o büyüye. The Guardian eleştirmeni haklı, sözlerine kulak verirseniz bu şarkı aslında 17 yaşında çocuğun söyleyeceği bir şarkı değildi, şimdi tamam, yerine oturdu, yeni yorumdaki olgunluk ve güç o kadar etkileyici ki. Son not, bu albüm bana [sonu benzemesin] Leonard Cohen’in son albümünü hatırlattı.
Doktorlar hangi konserleri önerir acaba?
Montrealli doktorlar tedavi için reçetelere sanat müzesi ziyaretleri yazacaklarmış. İyi fikir. Ordaki hastalar reçeteye uyar gider ama burda yazılsa kaç kişi gider bilmem. Kahkaha kadar kültürün de sağlığa iyi geldiği, depresyondan diyabete, kronik hastalıklara kadar hastalara ücretsiz sanat müzesi ziyareti reçeteyle tavsiye edilecekmiş. Montreal Güzel Sanatlar Müzesi genel müdürü Nathalie Bondil 20. Yüzyılda fizik aktivitesi sağlık için ne anlama geliyorsa 21. Yüzyılda kültür o anlama gelecekmiş. Bir başka tıp topluluğu başkanı Helene Boyer sanat terapisinin fiziksel sağlık üzerindeki olumlu etkilerine dair her geçen gün yeni kanıtlar çıkıyor buyurmuş. Sanatı doktor reçeteyle yazdı sözleri yakında sıradan hale gelebilir. Doktorlar sanata meraklı insanlar, keşke sadece müzeler için değil caz konserleri için de böyle bir tavsiyede bulunsalar, hatta reçete yazsalar. Toplu reçetelere festivaller toplu indirim uygular mı?
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 05 Kasım 2018, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.