Her devrin sorunları var...
Aslında yazının başlığını “Bu şehre 3 festival fazla mı?” koyacaktım ama karamsar olmak istemedim. Malum, memlekette ciddi ekonomik kriz var. Krizde önce kültür bütçeleri tırpanlandığı için caz ve festival sponsorlukları haliyle merak konusu oluyor. İstanbul Caz Festivalinin ana sponsoru Garanti Caz Yeşili yani Garanti Bankası. İKSV bu yıl Garanti Bankası dışında sponsor bulmakta sıkıntı yaşıyor. Zorlu PSM Caz Festivali de ilk yıldan itibaren isim hakkı dahil sponsorluk arayışı içindeydi ama onlar da arzuladıkları marka desteğini henüz bulamadı, buna rağmen, festival bu yıl oldukça güçlü bir program hazırladı. Akbank Caz Festivali sponsor aramayan, zaten bir marka festivali ama festivalin kurucusu ve programları hazırlayan Pozitif’in satılması festivali etkiledi. Ordaki gelişmeler henüz sona ermedi. Yeni sahibi Doğuş grubunun da Pozitif’i satmak istediği biliniyor. Satar mı? Müşterisini bulursa satar! O zaman festival ne olur? Bankanın başında caz sevgisini bildiğimiz önemli bir isim Hakan Binbaşgil var. O varsa yoluna devam eder... Şimdi gelelim “Bu şehre 3 festival fazla mı?” sorusuna. İstanbul daha önce aynı yılda üç festivalin gerçekleştiği bir şehir olmuş muydu? İki büyük festivalimizin yanında, evet, bir dönem Parliament Jazz Festival vardı. Efes Pilsen Blues Festival. Yapı ve Kredi Bankasının yaptığı bir festival de vardı. Doksanlarda durum böyleydi. Şimdi, bunca ekonomik sıkıntıya rağmen aynı yılda 3 festivalimiz var. Bunun keyfini yaşayalım demekle beraber bu şehir onca büyüklüğüne rağmen 3 caz festivalini sürdürebilir mi emin değilim. Dürüst olmam gerekirse, ben daha ziyade dinleyiciden emin değilim. Festival dinleyicisinin aşağı yukarı aynı insanlar olduklarını biliyoruz, bu insanların bütçeleri yılda üç festivali karşılar mı? Şimdi söyleyeceğim tümüyle komplo teorisi, emin olun hiçbir bilgim yok ama zamanla Zorlu PSM Caz Festivaliyle Akbank Caz Festivali yakınlaşırsa kesinlikle şaşırmam diyeyim orda bırakıyım.
Bilmeyen için çarqpıcı bir keşif olacaktır.
Yani bizim müzikler... Bu tabir geçmişte sık kullanılıyordu, bugün de kullanılıyor. Ayrım ve derinlik eskiden çok daha belirgindi. O yıllarda, yani kırklar-ellilerde sokaktaki Batılı bu müziklerle karşılaştığında muhtemelen kendini bir Mars’lıyla tanışmış gibi hissediyordu. Şimdi World müzik dediğimiz şeyin henüz olmadığı günler. Ama bu işe ta o yıllarda kafa yoran öncüler vardı. Hem varlığı hem müziği bir dönem adeta unutulan Ahmed Abdul-Malik bu isimlerin öncülerindendi. Onun 1959 tarihli “East Merts West” albümü bu yıl 60 yaşına girdi ama ne kutlayan ne hatırlayan var. Ben burdan hatırlatmış olayım. Kontrbas ve udî Abdul-Malik eminim pekçok bilmeyen için muhteşem bir keşif olacaktır. Geçen gün onun bu albümünü yeniden dinledim. Solo “Taksim” parçasındaki kadın sesi kim bilmiyorum ama öyle bir off çekiyor ki akıllara sezâ. Özellikle kadının sesindeki belli belirsiz vibrato inanılmaz. Malik’in ud çalımı şaşırtıcı. Adam sanki Brooklynli bir hardbop basçısı değil de Kahire’de dünyaya gelmiş bir udî gibi çalıyor. Yetmişlerde Fas/Cezayir taraflarına gittiğini biliyorum ama demek çok daha önce de gitmiş olmalı. Udu böyle çalan biri 1959 yılında bu albümü kaydettiyse bunu başka bir yerde, bu şekilde öğrenemez. Neyse, merak ettiyseniz dinleyin derim.
Joe Lovano her daim doku yenileyen sanatçılar arasında geliyor.
En sevdiğim müzisyenler arasında ilk sıralarda gelir Joe Lovano. Muhtemelen, bizden yaşlı cazseverler kendi dönemlerinde mesela Ben Webster, Dexter Gordon veya Stan Getz için nasıl bir sevgi hissediyorlardıysa benim için de Lovano öyle biri. Tenor saksofonda en karakteristik tona sahip sanatçılardan. Ulaştığı virtüözite seviyesi onu bundan sonra hiçbir şey yapmasa da yaşayan efsaneye dönüştüreceği kesin ama o bununla yetinmiyor ve soundunu zenginleştirmek için elinden geleni yapıyor. Oldukça kişisel bir tonun peşinde. Yaptığı son çalışmalarda bunu açık seçik görmek mümkün. Verdiği son röportajdaysa benim için, hatta, benden öte caz müzisyenleri için kritik bir cümle sarfetmiş; “enstrümanınızda kendinizi özgür hissetmek zorundasınız, böylece, gerçekten katkıda bulunabilir, eğlenebilir ve alanınızı paylaşabilirsiniz” demiş. Son dönem hem trompetçi Dave Douglas, hem Marilyn Crispell’li Trio Tapestry ve hem de 2001 tarihli “Flights of Fancy” albümünün devamı niteliğindeki Vol.2 versiyonu büyük sanatçının ses perdesindeki zenginliği göstermesi bakımından fırsatlar içeren kayıtlar.
Bencil olmayan yeni bir virtüözite anlayışı.
TRT Radyo-3’deki radyo programım için piyanist ve besteci Bobo Stenson’ın müziklerini dinlerken (özellikle Indicum albümünü kastediyorum) müzisyenlerin uyumu ve müziklerindeki ince işçiliği nasıl tarif ederim diye düşünürken aklıma el yapımı saatler geldi. Her bir zembereği, dişlisi, vidası el yapımı tasarım harikası saatler. Saat benzetmesini yeni bulsam da caz müzisyenlerine dair bu fikrim yeni değil ama kesinlikle hepsi değil elbette. Virtüözitede yeni bir sınıfı temsil eden bu insanlar uzun zamandır iki şeyi iyi başarıyor; Birlikte ve bireysel icrada teknik anlamda virtüöziteyi aşan çoklu organizma olmayı. Kastettiğim orkestralar, ensembller, topluluklar, gruplar şunlar bunlar değil. Trio/quartet formatı üzerine inşa edilen bir müzik. Bill Evans dönemiyle başlayan, sonra Keith Jarrett Trio ile zirveye ulaşan, Brad Mehldau ile nesil değiştiren, Kuzey Avrupa cazında son drece güçlü karşılığı olan, New York ekolünde farklı bir renge bürünürken Fred Hersch Trio’da karşılığını bulan, her notanın, bas titreşiminin, davul tınlamasının milimetrik zamanlamalar, gram hassasiyetindeki berrak vuruşlara dönüştüğü, doğaçlamada yeni nesli oluşturan müzikler.
Her kahraman gibi onun da çok kusuru vardı elbette.
Tek bir nota dahi çalmayan biri caz tarihinin kahramanı olabilir mi? Eğer o kişi Norman Granz ise kesinlikle olabilir. Granz’in 100. yaşı geçen sene kutlandı mı hatırlamıyorum ama 83 yaşında öldüğünde caz tarihinin en önemli isimlerinden biriydi. Dediğim gibi, ne bir nota çalmıştı, ne şarkı söylemiş ya da benzer bir şey yapmıştı. Hani çok kullanılan bir tabir var ya, yalnız kurt, işte, Granz öyle biriydi. Granz caz müziğini klüplerden büyük salonlara çıkaran adamdır. Granz cazın festivaller sayesinde tüm dünyaya yayılmasının önünü açan adamdır. Granz bugün dünyanın en önemli sektörlerinden biri olan müzik sektörünün kurucularından biri olan adamdır. Granz caz müzisyenlerinin hakları sürecinde kendinden öncesine göre çok şey yapmış adamdır. Caz müzisyenlerinin sözleşmeli, anlaşmalı çalışmalarının başlamasında öncülük etmiş adamdır. Bugün dünyanın en önemli plak şirketlerinden Verve’nin kurucusu olan adamdır. Bugün Amerikan müzik sektörünün en önemli gücü kabul edilen emprezaryo ve prodüktör kavramlarının ilk gerçek temsilcisi olan, kitabın ilk sayfasını yazan adamdır. Hakkında burada kısacık yazılması ona hakaret olan bir adamdır.
Kraliçe artık bırakıyor mu?
Ne güzel bir veda ismi... Son bir öpücük turnesi... Doksana merdiven dayayan Cuban müziğin yaşayan efsanesi Omaro Portuando son turnesine bu ismi vermiş. Son günlerde onu önce Down Beat’in haberinde gördüm. SFJazz Festivalde Chucho Valdes ve Diane Reeves ile sahneyi kısa bir süre paylaşmış. Çok hoş bir fotoğraftı. Sonra, Montreal Caz Festivaliin bu yazki programında gördüm (bu arada, her zamanki Montreal programlarından sayıca daha eksik bir programdı, programın tamamı mıydı emin değilim, malum, Montreal Caz Festivali dünyanın en büyük festivalidir, öyle yazlar olur ki sadece katılan müzisyen sayısı 25 bini bulurdu, o yüzden dedim, neyse) işte, turne ismini orda gördüm. Portuando’nun turne yapmayı sona erdireceğini biliyordum, demek o günler gelmiş. Türk müzikseverinin gönlünde ayrı yeri vardır bu harika kadının. Turnesine ne güzel bir isim koymuş. Son bir öpücük turnesi…
Adım başı ünlü müzisyenden sıkılacağınız bir fuar
Her sektörün, her teknolojik alanın dünyaca ünlü fuarları varsa müziğin de var. Avrupada Jazzahead!, Amerika’da NAMM. Avrupa ağırlıklı caz sektörünün paydaşlarını buluştururken NAMM her sene küresel müzik endüstrisinin yeni enstrümanlar, teknolojiler ve malzemeler için yıllık vitrin vazifesi görüyor. Tabii sayısız konser de işin cabası. Güney Kaliforniya’da Anaheim Kongre Merkezi’nde gerçekleşen fuarda jam sessionlar, ödül törenleri, konserler vs. Gırla gitmiş. Müzik çevresinden pekçok insan bu yılın en iyisi olduğunda hem fikir. Fotoğraflara bakınca kıskanmamak elde değil. Tam bir karnaval havası hakim. Bizler sadece müziğe odaklanıyoruz doğal olarak ama arkasındaki devasa endüstriyi unutuyoruz, oysa, dinlediğimiz her notanın ardından büyük bir teknoloji ve endüstri yatıyor. Bu yüzden NAMM fuarında normal dinleyiciler gibi standlar arasında dolaşan sayısız ünlü müzisyeni görmek gayet normal. Diyorum ki, sadece cazı değil, tüm müzik endüstrisini ilgilendiren böyle bir fuarı keşke biz de İstanbul’da yapabilsek. İstanbul sadece İstanbul değil malum, ortadoğudan kuzey Afrika’ya, Balkanlardan orta asyaya uzanan bir mızrak gibi, böyle ateşleyici organizasyonlara büyük ihtiyacı var. Hiç uğraşmaya gerek yok, NAMM yönetimi ikna edilir bir benzeri her sene burada yapılır. Olmaz mı?
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 08 Nisan 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.
fatih beydili
İBB başkanı ve de zihniyet değiştiğine göre acaba İBB caz sponsorluğu yapar mı, yapsa ne güzel olur...bir hatırlatsak mı...? Sevgiler
Bu Yoruma Cevap Yazın »