Cazın ve müziğin geleceğine dair sorular
Müzikte son yılların en tartışılan konusu tüm türlerin hibritleşmesi, malum, biz cazseverler konuya yalnızca caz penceresinden bakmayı tercih ediyoruz, oysa, kafayı çevirip başka pencerelerden baktığımızda da yine aynı konuyu tartışıyor olacağız. Mesela, klasik müzik penceresinden bakalım, son dönem birkaç yeni albüm dinleme imkanım oldu ve o albümlerdeki icraları caz dinler gibi dinlediğimi farkettim. Hepsi yeni albümler, yeni icralar, yeni tavırlar, yeni nesillerin modern, ustalıklı, enerjik yeni algılayışları. Oysa eserler, yandaki kapak resminde gördüğünüz gibi Beethoven ve çağdaşlarına ait, yani, günümüze göre hiç de yeni değil ama Bethoven bu albümdeki eserleri bestelediği zaman bu müziğin muhatabı dönemin aydınlanmış aristokrasinin yanısıra o yılların genç ve yetkin müzikal amatörleriydi, bir anlamda, bugün, bestenin kendi dönemindeki etkisi gibi yeni bir perspektife ihtiyacı vardı. Kanımca, bu yeni nesil kayıtlarda bu tazelenmiş, enerjik, başka türlerle etkileşim içinde [hibritleşen] modern bir bakış açısı var. Yandaki kapak resmini almamın nedeniyse hibritleşmenin sadece müzikle sınırlı olmadığını anlatmak için. Bu kapak görselini alın herhangi bir Avrupa caz albümüne koyun, ne farkeder? Tasarımdan, konseptten, sunumdan müziğe her alanda bu hibritleşme dediğim artarak sürüyor. Doksanların, hatta, ikibinlerin başlarının dahi çok uzak kaldığı yeni bir müziğe doğru gidiyoruz.
Caz 21. yüzyılın alternatif müziği mi?
Yukardaki konuya burada başka açıdan devam ediyorum, bir tür makaleyi ikiye bölmek gibi… Bu yıl caz dünyasını sarsan John Coltrane`in yeni bulunan albümü "The Both Directions"a dair açıklama yapan Verve yönetim kurulu başkanı Danny Bennett`in (evet, Tony Bennett`in oğlu) albüm hakkında yaptığı açıklamalarının arasında bir cümle saklıydı, "Caz, bu yüzyılın alternatif müziği haline geliyor". Bunu Verve gibi büyük bir firmanın tepe yöneticisinin söylemesi bana ilginç geldi. Bu cümleyi, ikibinlerden itibaren müziğin bambaşka görünüme bürünmesiyle, türlerin hibritleşmesiyle, cazın giderek bir üst tür olmaya doğru yönelirken, öte yandan, birçok kişiye göre gerçek kimliğini kaybetmesi endişesiyle birlikte okuyunca, bu tespit, müziğin geleceğini tayin edemese de yönünü bilebilecek bir patronun kanaati aşan bir tespiti gibi geliyor bana. Buna bir de, Henry Threadgill ustanın son Downbeat dergisinde etiketlerin müziği sınırlamaması gerek dediği röportajı da ekleyince insan okların yönünü görebiliyor.
Fakat gitarı omza atmalar falan ergen gibi nedir öyle?
Al Di Meola 2018`i kendi yılı ilan etti. "Opus" isimli yeni stüdyo albümünü çıkaran gitarın süperstarı albümle ilgili daha bir çift laf etmeden 40 yıllık geçmişini kutlayan 2017 konser turnesi kayıtlarını "Elegant Gypsy & More Live" adıyla yayınladı ve alkışın âlâsını kaptı. "Elegant Gyspy" malum sanatçının 1977 albümü ve diskografisinde ses getiren bir kayıt olmuştu. Geçen sene işte o turne vardı. Meola 64 yaşında olmasına rağmen (ki fotoğraflarında hiç göstermiyor, ayrıca, artık altmışlı yaşlar orta yaş grubuna dahil edildi) yeni stüdyo albümlerinde hem hâlâ üretken bir sanatçı hem gençliğindeki gibi `guitar hero` olduğunu kanıtlamayı sürdürüyor. Geçen sene 40. yıl turnesi için bize uğramadı ama inanın bu albüm konser açığını kapatacak kadar havaya girmemizi sağlıyor. Parçaların sonunda siz de kendinizi alkışlayıp, bağırırken bulursanız şaşırmayın. Meola marka gitar solo özleyenler bu 470 yıllık yolculuğa önden buyursun lütfen.
Albümler dijitale çıkmaya başladı
Evet, başlık iddialı ama durum öyle görünüyor. Polonya`nın eski SSCB dönemini de kapsayan güçlü müzik şirketi Polskie Nagrania`nın 1956 ile 1989 yılları arası yayınladığı 40 binden fazla parçayı kapsayan devasa arşivi Warner Music tarafından satın alındı. Bu tip firmaların arşivlerine ülkelerin bakanlıkları sahip çıksa keşke ama işte öyle temennilerle olmuyor! Müzik sektöründeki köklü değişimlere direnemeyen şirket çareyi kataloğunu satmakta buldu. Warner Music, geçen sene başlattığı yenilenme programı çerçevesinde projenin başına efsanevi "Jazz Forum" dergisinin editörü Pawel Brodowski`yi getirerek bütün arşivi yeniden elden geçirmeye başladı. Bu durumun biz cazseverler için iyi yanı Krzysztof Komeda`dan Tomasz Stanko`ya, Polonya cazının yeni keşfi 23 yaşındaki saksofoncu Kuba Wicek`e kadar tüm bir tarihin arşivine yeniden kavuşacak olmamız. Albümler yayınlanmaya başlandı bile. Yayınlananlar arasında Komeda`nın 1965 tarihli kült kaydı "Astigmatic" de var.
Moshkow ve tespitleri
30 Nisan Dünya Caz Günü`nün St. Ptersburg`da kutlanması sonrası Rusların cazla ilgili haberleri artıyor. Okuduğum son haber, Avrupa hatta dünyanın en kapsamlı caz fuarı Jazzahead`e katılan Rus Caz Araştırma Merkezi`nin (demek böyle bir merkezleri var) yönetim kurulu üyesi Cyril Moshkow Bremen`de düzenlenen fuara ve caza dair açıklamalar yaptı. Açıklamaların ardında siyaset var mı, varsa ne kadar var emin değilim ama söylediklerinde doğrular var. Endüstri toplantısının önemini belirttikten sonra uzun ömürlü planlamalar yapmanın gerekliliğini belirten Moshkow ülkelerin değiştirilemeyen yapısal şeyleri engel çıkarsa da bunlarla başa çıkmalıyız tespiti ortak organizasyonlar konusunda dikkat çekici. Bir de, cazın doğduğu yer Amerika olsa da Amerika dışında da harika caz çalındığını fark etmemiz çok zaman aldı, bu fuarda gördüğüm harika insanlar ve müzikler var ve bunların bilinmesini sağlamalıyız.
Walter Wolfman, blues, felek ve çemberi
Hep o John Lee Hooker`ın yüzünden. Adam öyle söylerdi ki tam feleğin çemberiyle doğmuş bir ses. Blues Türkiye`de yıllarca Efes Pilsen Blues Festivali`yle Hilton Convention salonu ağzına kadar dolup taşırdı, artık ne festival var ne konserler. Hatta, festival için gelenlerin Eskişehir, İzmir, Ankara, Adana, Diyarbakır`da turneye çıktığı bile olurdu, ne oldu o konserlere? Festival bitince hepsi bitti mi? O kadar mıydı yani? İçki yasası blues`u bitirdi desenize... Parliament Jazz Festival de tarihe karıştı ama caz yerinde duruyor. Hiç değilse festival farklı isimle hayatta kalsaydı. Walter Wolfman Washington`ın yeni albümü "My Future is My Past"i dinleyince hatırladım bunları. "Lost Mind"la açılıyor albüm. Önce kadehe dökülen viskinin lıkırtısını duyuyorsunuz, sonra o meşum ses. Tipik bir blues sesi de sayılmaz hani. Daha çok bir caz şarkıcısı gibi, zaten albümde şarkıların bir kısmı caz. "What a Difference a Day Makes", "She`s Everyting to Me"... Cayır cayır blues gitarı istiyorsanız onları da haftaya söylerim.
"Düşüş" bir Ketil Björnstadt romanı
"Sulh yargıcı Erling Fall, bir gün kendisini elinde boşanma ilamı, terk edilmiş, hayatındaki her şeyden kuşkuya düşmüş, şaşkın bir halde bulur. Üstelik, hâkimi olduğunu sandığı adaletle de başı belaya girmiştir." Bu satırlar hayatta en sevdiğim caz piyanistlerinden Ketil Björnstadt`ın ikibinlerin başında yayınladığı romanı "Düşüş"ten. Sadece iyi bir piyanist değil, aynı zamanda komple sanatçı Björnstadt. Yazar yanını doğrusu fazla bilmiyordum ama kitabını okuyunca kurduğu uzun ve girift cümleler albümlerindeki müziklerden daha belâgatli. Üstelik, Björnstadt tiyatrodan, film müziklerine, sahne üstü deneysel işlere kadar her alanda yaratıcı bir sanatçı. Daha önce "Müzik Uğruna" isimli bir roman daha yayınlamış, onu henüz almadım, alırım, ama size de tavsiye ederim. Her ikisi de Türkçe yayınlandı. İris Kantemir`in çevirisiyle "Düşüş"ü Metis`ten bulabilirsiniz. Bir albümü mesela Edward Munch`ın bir resmi üstüne idi, sonra, ünlü bir şair arkadaşının yazdığı otel şiirlerini müzikledi. Bir sanatçı daha ne kadar yaratıcı olabilir.
Baladlar damardır...
Caz yayıncılığının olmazsa olmazı balad albümleridir. Özellikle derleme balad albümleri. Ne güzel bir cazsever tuzağıdır bu albümler ama iyisi hakikaten iyi müzikler barındırır. Madem yazın en sıcak, en alevli günlerindeyiz ben de size yeni bir albüm önermek istiyorum. Smoke Sessions iyi firmadır, aslı caz klübü, sahnesindeki performansları kaydedip yayınlamasıyla ünlü ve sloganı da The Sound of New York Jazz. İddialı değil mi. Ama öyle. Yayınladığı albümlere mutlaka bakın derim. İşte, firma bir balad albümü yayınlamış; "When I Fall in Love" The Ballad Collection. Bu tür albümlerin kapakları dallı güllü olur, bu da öyle ama siz kapağa değil içine bakın. Tatil yerinde, deniz kenarında, bar taburesinde, mehtabın altında, nerdeysiniz açın bu albümü, gecenin sonu gelmesin. Suç bende değil ama baştan söyliyim.
Ankaralılar sonunda COS`ya kavuşuyor mu?
Başlangıcı nerdeyse kimsenin hatırlamayacağı kadar eski hikaye Ankara`nın CSO yeni salonunun yapılması çeyrek asrı bulan, Bolu tünelini de geçecek bir macera ama galiba bu kez Ankaralı müzikseverler yeni salona hakikaten kavuşacak. Çevre Yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum`dan gelen haberlere göre CSO konser salonu belediye seçimlerine kadar tamamlanacak. Eğer fotoğraftaki gibi olacaksa içi güzel, 2 bin kişilik salon, oda orkestrası salonu, kayıt stüdyoları muhtelif çalışma alanlarıyla geniş bir kompleks. İçi güzel görünüyor ama ya dışı? Devekuşu yumurtasıyla buğday silosu arasındaki tuhaf görünümü umarım resimlerdeki kadar kötü değildir. İçi daha güzel diye ben buraya iç kısmının resmini aldım dışı konusunda beklemedeyim, umarım o da güzel bir şey çıkar.
Ankaralılar sonunda COS`ya kavuşuyor mu?
Son günlerde beni en çok üzen bu haber oldu. Gazetelerde yer aldı mı bilmiyorum, ben Milliyet`in internet sayfasında okudum. Prince Fobi 3 yıl önce Gana`dan sadece bir sırt çantasıyla umut yolculuğuna çıkmış 25 yaşında bir gençti. Afrikalı göçmenlerin yaşadığı Tarlabaşı`ndaki Çukur isimli mahallede 10 kişi bir evde yaşıyorlardı. Boyacılık yapıyordu. Kazandığı paranın nerdeyse tamamını Gana`daki ailesine gönderiyordu. Ciğerlerinin bu kadar kötü durumda olduğunun farkında mıydı yoksa umursamadı mı bilmiyorum ama 2,5 ay önce fenalaşıncaya kadar sesini çıkarmadı. Birgün aniden fenalaştı. Arkadaşları Şişli Etfal`e kaldırdılar. Yaşam mücadelesi 2,5 ay sürdü. İstanbul`da hiç kimsesi olmadığı için cenazesi Çukur mahallesinde yaşayanlar tarafından kaldırıldı. Geride sadece sırt çantası kaldı.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 23 Temmuz 2018, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.