Bu makalenin orijinali yazar Daniel Felsenthal imzasıyla 25 Şubat 2024 günü Pitchfork isimli portalda yayınlanmıştır.
Ornette Coleman, New York'a gelip caz müziğini yeniden şekillendirdikten on yıl sonra bir apartman dairesi satın almıştı. O zamanlar SoHo olarak bilinen sanayi mahallesinin tam ortasında, Prince caddesinde eski bir fabrikanın iki katını aldığında Coleman esasen değer kazanacak bir gayrimenkul arayışında değildi. Yıl 1968 idi ve özgür cazın temellerini atan saksafoncu beste yapabileceği, uyuyabileceği, bilardo oynayabileceği ve arkadaşlarının konserlerine ev sahipliği yapabileceği bir yer arıyordu. Üçüncü katta 10 bin metrekarelik bu ev şehir merkezinde ve bohem tarzdaydı, kanepe olarak kullandığı şişme bir bot ve misafirlerini karşılayan Myna kuşu ile gayet sade bir şekilde dekore edilmişti. Zemin katta ise "Sanatçılar Evi" adını verdiği, müzisyen dostlarına neredeyse bedavaya kiraladığı bir konser ve prova alanı bulunuyordu. Sadece birkaç yıl sonra, 1970'lerde, çok sayıda caz müzisyeni apartman dairelerini, galerileri ve depoları canlı müzik mekânları olarak kullanmaya başladı ve dönemin efsanevi çatı katı (loft jazz/loft art) ortamı doğdu. Sanatçı evi yaklaşımı ev ile iş arasında kağıt inceliğindeki duvarların habercisiydi. Coleman'ın, şehirdeki evinde yaşarken yaptığı 1972 tarihli albüm, bu hareketin estetiğini öngörüyordu: Science Fiction'ın stilden bağımsız, Afrofütürist vizyonu şehir hayatıyla iç içe geçerek zamanın içinde geleceğe uzanan alışılmadık bir ânı kaydediyordu.
Teksas doğumlu sanatçı 1959-1962 yılları arası Atlantic Records'da iken kaydettiği unutulmaz müziklerle 'Loft Jazz' kuşağını etkilemişti. Coleman, müziğinde sabit tonları terk ederken, parlak, beyaz (ve biraz da ucuz olduğu için) alışılmışın dışında plastik bir alto saksofon çalarak kromatik skalayı çeyrek tonlarla genişletti. Beklenenin dışına çıktı ama özgünlüğünü farklı müzik geleneklerine dayandırıyordu. Coleman'ın 1930'larda büyüdüğü Fort Worth'ta büyük gruplar, bebop ve American Folk Songs, spiritüeller, ragtime, blues, R'n'B, Tejano, Western swing gibi müziklerle çevrili olarak yetişmişti. Annesi ona ilk kornetini 14 yaşında almıştı ve bu kornet kısa sürede Coleman'ın para kazanmasının da önünü açmıştı. Yazar Maria Golia'nın etkileyici Ornette Coleman biyografisi "The Territory and the Adventure"da anlattığı gibi: "1940'ların sonlarında memleketinin renkli ortamında konserler veriyor, ailesine ekonomik katkıda bulunuyordu. Coleman'ın babası henüz o 7 yaşındayken ölmüştü. Ayrımcılığa maruz kaldığı kulüplerde müzisyen olarak iş bulmaya çalışıyordu".
Ornette Coleman, yaratıcı açıdan muhafazakâr, ırksal bakımdan ayrımcı hissettiren bu müziklerden nefret etti ancak çaresiz kaldığı için o müzikleri çalmak durumunda kaldı. Böyle başka sahnelerde de isyan etti; geleneksel bir Sousa marşı sırasında doğaçlama yaptığı için lise grubundan atılmıştı mesela. 1948'de, tamamı beyazlardan oluşan bir müzikli mekânda çalarken caz klasiği "Stardust"ta akor değişimi yapasa nasıl olurdu diye merak etti ama kalabalığı coşturan dansçılar Coleman'ın beklenmedik doğaçlamaları karşısında donup kaldı, kulüp sahibi de Coleman'ı kovdu. Coleman, kısa süre sonra New York'un daha entelektüel dinleyicileri arasında moda olan kompozisyonel modernizmden ziyade ragtime ve Dixieland'a alışkın olan izleyiciler için performans sergilediği bir çadır şovuyla Güney şehirlerini gezerken başka bir müzisyene bebop çalmayı öğretti ama orada da sahneden kovuldu, polisler taciz ederek kovaladı, Mississippi'de beş parasız kaldı. Baton Rouge'un kavgacı insanlarından dayak yedi, enstrümanı parçalandı. Henüz 18 yaşındaki bu genç siyahın uzun saçları saldırgan görünmüştü ama öte yandan Coleman'ın garip saksafon stili bir süre sonra bebop'un karmaşık armonilerini dünyanın "özgür caz" olarak adlandırdığı açık uçlu ve uyumsuz müzik lehine nasıl geride bıraktığının göstergesiydi, bu durum bebop'çuları da korkutmuştu.
Bu türden hikâyeler genellikle Coleman'ın ABD'nin güneyinden ve Teksas'tan kaçtığı imasıyla doludur ki Coleman evet kaçmıştır, ama sadece coğrafi olarak kaçtı. 1950'lerde Los Angeles'ta ve 2015'deki ölümüne kadar evi olan Manhattan'da köklerine hep yakın oldu. Beraber çalıştığı küçük ekibi arasında birkaç lise arkadaşı, saksafoncu Dewey Redman ve davulcu Charles Moffett de vardı. Fort Worth'lu kuzeni James Jordan "Science Fiction" albümünün yapımcılığını üstlenmişti, oğlu Denardo, daha 10 yaşında 1966 tarihli "The Empty Foxhole"dan itibaren babasıyla beraber davul çaldı. Coleman'ın gruplarındaki dayanak noktaları, Lone Star Eyaleti ile Güneydoğu arasında köprü kuran geniş ve daha özgür bir müzik evrenine açılan siyah kültür katmanlarında bir geçmişe sahipti. Sağ kolu Don Cherry Oklahoma'da doğmuştu, trompetçi Bobby Bradford Dallas'lıydı, davulcu Ed Blackwell New Orleans'lıydı. Coleman'ın sesi evet başka bir dünyaya aitti ama Teksas'ı asla geride bırakmadı.
Science Fiction albümü sanatçının gözüpek erken dönem çalışmalarını dengeleyen ancak son dönem çalışmalarında daha az yer verdiği, şarkı söylenebilir, özünde Güneyli olan melodikliğe hoş bir dönüş niteliğindedir. Bu albüm aynı zamanda Artists House'da kurduğu paleti genişleten bağlantıları da yansıtmaktadır. Özgür caz 1970'lerin başında son on yıldır bir tür demirbaş haline gelmişti. Cazı elektriklendirilmiş funk ve rock ile karıştıran füzyon, verimli yeni bir sınır gibi görünüyordu. Science Fiction tam anlamıyla bir füzyon albümü değildi ama zamanın ruhunu yansıtıyordu. Coleman vokalleri, şiirleri, amplifikatörleri, overdub'ları ve karakteristik tuhaf düzenlemeleri hünerli aynasında yeniden şekillendirdiği bir dizi caz geleneğini bir araya getirmişti. Orta yaşlarından kalma gibi görünen bu özet, aslında sanatçının en etkili, özlü ve sonuç alıcı ifadelerinden biridir: Albüm, kültürel açıdan bereketli bir dönemin güncesi, Coleman'ın Fort Worth günlerinden bu yana nerede olduğunun günlüğü ve bundan sonra nereye gitmek istediğine dair bir yıldız haritasıdır.
Coleman, 1960'lar boyunca diğer avangard akranları gibi çok az para kazanmıştı ve bu nedenle bir süre sonra yurt içi turneleri durdurarak stüdyo kayıtlarını azaltıp birlikte çalıştığı müzisyenlerin başka grup ve projelere gitmesine izin verdi. Artists House, hem bu yaratıcı nadas dönemine hem de kendisinin firmalar tarafından aldatılmasına karşı duyduğu sürekli öfkeye cevap olmuştu. Loft cazın tohumları, zorlayıcı müzik yapmanın başkalarının iş modellerinin kurbanı olmak anlamına gelmediğinin farkına varılmasıydı: Coleman ve arkadaşları kendi şovlarında para kazanmamış hatta kaybetmişlerdi ama en azından kendi şartlarında kaybetmişlerdi.
"Science Fiction" albümü tamamen, Coleman'ın deyimiyle, eski mobilyalar ve sevilen hatıralarla dolu yeni bir ev gibi, kaleydoskopik olarak kişisel bir deneyimdi. Albümden birkaç beste Coleman'ın gençliğinin geleneklerini yeniden canlandırıyor ve dönüştürüyordu: Blues ("Law Years"ın açılış bas figürü), Bop ("Civilization Day"in çılgın nefeslileri), Dixieland ("Street Woman"ın kademeli solist çizgileri). Coleman, Cherry, Charlie Haden ve Billy Higgins'ten oluşan ilk dörtlüsünü son iki parça için yeniden bir araya getirdi, bu da farklı bir grup liderinin nostaljik ya da başka türlü bir pazarlama hilesi gibi gelebilir. Ancak Coleman, şarkıdan şarkıya yeni insanları araya katarak çekirdek aileyi genişletip altüst ediyor ve aşinâlığı olasılıkların sıçramasıyla değiştiriyordu.
Coleman, kendi dönemiyle parlak bir diyalog kurar, bir değişim reçetesi değil belki ama bir tür değiş tokuş önermektedir. Bu tarza adını veren 1961 tarihli albüm "Free Jazz"da aynı anda çalan iki farklı kuartet kullanmıştı mesela. "Science Fiction" albümü şekilsiz ve kalabalık topluluklarla doludur ancak bunlar bir caz grubunun ne olabileceğine dair fikirler olabilir ancak, nihaî hedefler değildir. Blackwell ve Higgins davullarını aynı anda çalarak hem albümün adını taşıyan parça, hem "What Reason Could I Give" ve "All My Life" gibi ruhanî açıdan güçlü vokallerde yer alırlar.
Açılış parçası "What Reason Could I Give" eklektik ve sık sık sample'lanan, Hindistan'dan gelmiş taze bir New York'lu sanatçı olan Asha Puthli'yi içeriyordu. Coleman daha önce stüdyoda bir şarkıcıyla kayıt yapmamıştı ancak proto-loft ruhuyla cazın önceki dönemlerinden bir arketipi, 1960'ların sonu ve 70'lerde besteciler tarafından sıklıkla kaçınılan vokalist rolünü yüceltti. Puthli, iki şarkıda raga geleneğinin süslemeleri ve için için kaynayan, doyumsuz duygular katıyordu. Guthli'nin "What Reason Could I Give" şarkısındaki vokalleri o şehre yeni gelmiş birinin zor bir günün ardından yangın merdiveninde otururken yaktığı ağıtlara benziyordu: yorgun, ev özlemi çeken, melânkoliyle dolup taşan biri... İki kat arttırılmışmış nefesli bölümüyle beraber iç geçirerek uyumsuzluk ve tatlı armoni arasında gidip gelirken, şarkının melodisi bir mola arayışındadır. Albüme adını veren parça, her katı kiracıyla dolu sıkışık bir apartmanın sakinlerine tanıdık gelecek bir ses olan bebek feryatlarından örnekler içeriyordu. "My mind belongs/To civilization" parçası ise Harlem'de yetişmiş sıradışı şair David Henderson'ın düşüncelerini yüksek sesle konuşarak duymaya çalışan bir adam gibi; "Aklım medeniyete ait" diye bağırıyordu.
“All My Life” daha parlak bir şansla ışıldıyor: Bu aşk şarkısı, umut dolu görünmeye başlayacak kadar uzun süredir yeni bir yerde yaşıyormuş gibi hissettiriyor. “Seni beklediğim için mutluyum” diyor Puthli ve ardından ‘Hiç bilmediğim bir sevinç’ diye devam ediyor. Coleman, Redman ve New York Filarmoni trompetçileri Gerard Schwarz ve Carmine Fornarotto kornetleriyle Puthli'nin vokallerine eşlik ediyor. Klasik müzisyenlerin varlığı, Science Fiction'ın cazla olan gerilimli ilişkisinin, uzay çağı lieder'ine, konuşma diline ve ses kolajına yaptığı zikzakların bir başka örneği. Coleman'ın başlangıçtaki yenilikleri, eğer onların ardından gelen avangart müziği yeterince özümsediyseniz, bugün tuhaf görünebilir. Bilimkurgu, paradoksal bir şekilde, topyekûn bir devrim yaratmadığı için şok eder: Kültürü, farklı türlerin geniş öncü şemsiyesi altında gelişebileceği bir alan olarak tasavvur eder; tıpkı 70'lerin New York'unun misafirperver olmaktan uzak manzarasında birbirlerine yer açan yol arkadaşları gibi.
Coleman'ın kadraj değiştiren flaş albümlerinin ya da A Love Supreme gibi, bir saksafoncudan bir ustaya dönüşen eserlerinin aksine bu albüm hedefine odaklanmıyor. Bestecinin kariyer sürecinin ortasındaki bu çalışma göksel rüyalar, doğaüstü müzikal kimyanın aceleye getirilmiş parçaları ve estetik açıdan geriye dönüşlerden oluşan bir yamalı bohça oluşturuyor. Albümde daha “tipik” olan caz kompozisyonları bile kendini yaklaşan stillere doğru itekliyor. “Street Woman” görünüşte geleneksel çünkü Coleman'ın saksafonu ile Cherry'nin mini trompeti ciyaklayan bir kafa etrafında şekilleniyor. Şarkıdaki blues adeta Coleman'ın bir kenardan çaresizce izlediği bir sahneyi çağrıştırıyor. Coleman'ın erken dönem repertuvarının en iyi bilinen ruh ikizi bestesi “Lonely Woman”ın yumuşak melânkolisine zıt bir görüntü oluşturuyor. Ancak “Street Woman”ın solo bölümleri, Haden'in boğucu bası ve Higgins'in ünlemli davuluyla beklentileri alt üst ediyor. Bu derin minimalizm, funk'ın sadeleştirilmiş groove'larını hatırlatıyor ve hatta dolaylı da olsa disco'nun tekno ve house'un güçlü ritimlerine yöneleceğini öngörüyor.
Coleman'ın endüstriyel klostrofobiyi ekonomik şekilde işlemesi deneysel müziğin sonraki on yılında yankı buldu. Sekiz bestenin tümü kulağa gelecekte genişleme olasılığına işaret eden kısa, derin eskizler gibi geliyor. Her tarzın kendini gösterdiği bir an var; her ostinato, konturlarını zihnimize kazımaya yetecek kadar tekrar ediyor. Albümün modern bir tevekkül ve geniş görüşlü bir sanatsal olasılığı bir araya getirmesi, David Bowie ve Brian Eno'nun 1977'deki ortak çalışması Low'a işaret ediyor; bu albüm de benzer şekilde, üzerine basa basa bir dizi yeni kavramı ortaya atmış ve Suicide'ın kendi adını taşıyan ilk albümü yine şehir merkezindeki loft döneminin bir ürünü olmuştu. Bu projeler, metropolün uğultusunu ön plana çıkarıyor ve taviz vermeyi ya da şımarmayı reddediyor: Kavramsal ciddiyetleriyle çelişen tek şey yıpranmış, arayış içinde bir güzellikle karşılaşmak.
Coleman hayatı boyunca Science Fiction'ın estetik düğümünü çözmeye devam etti. 1988'de, melodik Virgin Beauty yeniden çocukluğunun yerel seslerine yöneldi ve 70'lerin sonundan 90'lara kadar Coleman'a eşlik eden caz-funk grubu Prime Time ile elektrikli enstrümanlar ve büyük, katmanlı bandolarla uğraştı. Science Fiction'ın Coleman'ın ikinci döneminin katalizörü olduğunun belki de en iyi kanıtı, uzun süredir kullanılmayan ve Coleman'ın 1982'de çıkardığı Broken Shadows'a sakladığı “School Work” parçasıdır. “School Work”ün orijinal albümde yer almaması Coleman'ın vizyonunun bir göstergesi olmaktan ziyade bir sorumluluktu. Melodi Coleman'ın kafasında yankılanmaya devam etmiş olabilir ancak nakarat merkezli yapısı belki de heyecan verici şekilde rengarenk olan Science Fiction için bebop'a fazla bir selamdı.
1970'lerin ortalarında, loft cazın zirvede olduğu dönemde Ornette Coleman, Artists House'dan zorla çıkarıldı. Önyargılı çevreler, en yüce caz müzisyenlerine bile zulmetmek için sık sık tahliye yöntemini, yani demokrat Kuzeyli kılığına girmiş (Güneyin ırkçı yasası) Jim Crow'u kullanıyordu. Komşuları gürültüden şikâyet edince mahkeme Coleman'ı evinden çıkardı. Kanunlar Coleman'ın evini elinden almaya da çalıştı ama çileli bir hukuk mücadelesi sonunda evini satmayı başardı. Kendinden sonra gelen pek çok caz vizyonerinin aksine Coleman gerçekten de müzikten para kazanmıştı. 1967'de Guggenheim bursu alan klasik müzik kökenli olmayan ilk bestecilerden biri olduğu için Artists House'u satın alabilmişti. Yine de tercih olarak ucuz oteller ve soğuk apartman daireleri arasında yaşamayı seçti; bu durum, New York'ta geçirdiği ilk on yıldan dolayı iyi bildiği bir yaşam tarzıydı. Hatta bazen menajerinin ofisinin arka odasında uyuyordu. Coleman gelirinin çoğunu mesleğine yatırdı ve yoksullara, hayatında olan insanlara verdi; coşkulu, görkemli gardırobu bir yana, kişisel lüks için para harcaması zaten pek olası değildi.
1982'de tekrar ev sahibi olmayı deneyerek Doğu Nehri yakınlarında Rivington Caddesi'nde bir bina aldı, “sanat elçiliği” olmasını hayal ettiği eski bir ilkokul anlayışsız bir toplumda başka bir hayırsever rüyaydı ve Aşağı Doğu Yakası'nın uyuşturucu ticaretinin merkez üssünde yer alıyordu. Orta yaşlarında olan Coleman burada kaldığı birkaç yıl boyunca defalarca dayak yedi, evinde rehin alındı. Eş zamanlı olarak Maliye Bakanlığı da Coleman'ın yüklü miktarda vergi borcu olduğunu iddia etmiş ama bu soruşturmalardan sıyrılmayı başarmıştı. Coleman, Güneyde caz çalmanın tehlikelerini geride bırakmıştı ama bu defa Kuzeyin büyük kültürel ve finansal merkezinde eksantrik bir siyah besteci olarak yeni tehlikelerle karşı karşıya kalmıştı. Coleman'ın yaşamı tanınmak için hevesli istekli olmayan ama aynı zamanda ABD'de sefalet ve terörün nasıl hayatın kalıcı gerçeğine dönüşdüğünü ilk elden anlayan biriydi. Coleman'ın sanatı aynı anda çalan iki kuartetin karmaşık parlaklığıyla çatışan deneyimler içeriyor: Afrofütürist hayalin kutlanışı olduğu kadar Amerikan gerçekçiliğinin darbesidir.
Daniel Felsenthal
Daniel Felsenthal, The Village Voice, Artforum, Los Angeles Review of Books, The Baffler, The Kenyon Review, Frieze, The Believer, Bomb ve diğer yayın organlarında yazıları yayımlanan bir kurgu yazarı, eleştirmen, denemeci ve şairdir.
Çeviri Cazkolik.com / 09 Şubat 2025, Pazar
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.