FRS Matbaacılık`ın kurucusu Fevzi Sayılı
Doksanlı yıllardaki müzik sektörü ve pop patlamasının hikayesi henüz yazılmadı. Doksanların başında yola çıkan öykünün içinde sadece müzisyenlerin, müzik şirketlerinin, stüdyoların, konserlerin, albümlerin olmadığı, bu sektörü büyütmek, daha iyi hale getirmek için elinden gelen katkıyı kendi alanında veren başka pekçok kahramanın olduğu bir sektördü. Doksanları ve devamını düşünüp de mesela nerdeyse sektörün tüm albümlerin baskısının yapıldığı bir FRS Matbaa`yı ve kurucusu sevgili Fevzi Abi`yi anmamak olmaz. Fevzi Abi geçen hafta hakkın rahmetine kavuştu. Müzik albümlerinin, posterlerin daha iyi olması için son olarak onun elinin değmesi şarttı. Çamur gibi baskılardan kaliteli görsellere onunla geçiş yapıldı. Gecesini gündüzüne kattığı bir yarışın içindeydi. Devir milyonluk kaset satışlarının az görüldüğü bir devir ve verdiğiniz siparişler ertesi gün teslim edlimek zorunda. Böyle bir mücadeleden alnının akıyla çıkarken bir yandan baskı ve görsel çeşitliliği artırmak, daha yaratıcı ve ilgi çekici hale getirmek için binbir yeniliği takip edip uygulamak da Fevzi Abi`nin özelliklerinden biriydi. Müzik sektörü onun emeğini ve hakkını ödeyemez. Allahtah rahmet, ailesine, yakınlarına, müzik sektörüne ve dostlara başsağlığı diliyorum.
Bank-ı Osmanî Şahane
İstanbul denince akla gelen ilk isimlerden biri mimar Vallaury olması lazım ama ne yazık yeteri kadar tanımıyoruz. Geçen hafta Salt Galata`da Ali Perret ve arkadaşlarının konserini izledim. Bir free jazz konseri. Konser notlarım yayında, dileyen buradan okuyabilir ama bu özel bina ve Salt Galata`yı ayrıca yazmam şart. Mükemmel bir projeyle kültür kurumuna dönüşen Karaköy`deki görkemli bina mimar Vallaury`nin, tıpkı Pera Palas, İstanbul Erkek Lisesi, Arkeoloji Müzesi, Cercle D`Orient, Afif Paşa Yalısı, Büyükada Rum Yetimhanesi, Eminönü Hidayet Camii gibi şehre damgasını vurmuş binalardan. Bu binalar olmadan bir İstanbul hayal edilemez dolayısıyla Vallaury`siz de. Karaköy`ün Milano sokaklarını andıran Bankalar Caddesi`ndeki görkemli yapı içinde konserlerin de olduğu bir kültür kurumuna dönüştü. Dahası, İstanbul`un böyle binalarının nasıl değerlendirilebileceğini mükemmel bir örnek ve orada bir konser, sergi, etkinlik izlemek bina ve şehirle soluk alınan bir eylem.
Radikal cazcı Nicholas Payton
Trompetçi Nicholas Payton fikirleriyle cazın en radikal isimlerinden. O kadar ki, ona sorsanız aslınca caz diye bir müzik yok! Evet, tam öyle diyor. Caz, blues, gospel, swing, funk, soul, hip hop, R`nB... bunlar aslında yok, daha doğrusu, bu müzikler aslında hep aynı ailenin birer parçası. Payton bu kelimelerin birer pazarlama etiketinden başka bir şey olmadığında ısrarlı. Sanatçı 2011`de "Caz Niye Artık `Cool` Değil" isimli bir makale yazmıştı. Amerikan cazının çok etkili bir ismi olduğu için yazdıkları da çok ses getirdi ve çoğunlukla kızgınlıkla karşılandı. Sonra, fikirlerini ifade etmeyi twitter üzerinde sürdürdü. Kısa metinler halinde neler düşündüğünü açık açık yazıyordu tabii destekleyen bir kişiyse kızan on kişiydi ama o vazgeçmedi. Bu fikirlerine #BAM ismini taktı, yani, "Black American Music". Payton eylemlerini hâlâ kararlılıkla sürdürüyor.
Arkadaki bina Beyaz Saray`dan başkası değil!
Hemen bir önceki pulun konusu Nicholas Payton`ın saydığı tüm müzik türlerini `Black American Music` kapsamında paketleyerek beyazların etki alanından uzaklaştırmak istemesiydi, madem öyle, diyelim haklı, o halde rap müziğin yaşayan en önemli ismi Kendrick Lamar`ın Miles Davis, ressam Jean-Michel Basquiat ve yönetmen Spike Lee`den sonra en önemli Black American sanatçı olduğunu da kabul edecektir. Rap ve hip hop meraklısı değilim ama Kendrick Lamar`ın 2015 albümü "To Pimp a Butterfly" açık söylemek gerekirse 21. yüzyılın en önemli kayıtlarından biri. Sadece bir müzik albümü değil, çarpıcı bir sanat yapıtı. Bu yapıtın içinde Robert Glasper, Terrace Martin etkili bir caz kadrosu da var. Albümdeki müziklerin pekçok kısmında kaotik free jazz yaklaşımı tespit etmeniz işten değil ama en etkili yan şüphesiz Lamar`ın kelime kullanımı.
Ala.ni`nin sesi ve vokal tekniği çarpıcı
Akbank Caz Festivali ilk gününden itibaren, yani, 27 yıldır takip eden biri olarak her festival heyecanlanırım, bu hiç değişmez, şimdi yine öyle. Eskiden de festivallerde çok konsere giderdim, inanın maaş filan komple biterdi, şimdi daha çok gidiyorum, son üç yıldır arkadaşlarımla `Festival Günlüğü` adı altında özel ve günlük bir bölüm yayınlıyoruz, bu bölüm için yine faaliyete geçeceğiz ama eğer merak eden olursa diye sadece 5 konserlik bir öneri listem olacak, hani, `aman kaçırmayın bunları` kabilinden. Chucho Valdes & Gonzalo Rubalcaba, Mark Giuliana Jazz Quartet, TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası feat. Sibel Köse, Ala.ni ve Daniel Herskedal – Marius Neset Duo. Hepsi sevdiğim isimler ama taktik seçimler olsun istedim bir yandan. Çift piyano, big band, iki renk vokal ve cazda tuba. Bunlar öneri, yoksa bakmayın siz, hangi konseri istiyorsanız ona gidin ama yeter ki gidin.
Dinlemediyseniz hemen sıraya alın
Christian McBride`ın yeni albümüne sanırım üçüncüdür değiniyorum, bu kez sebep albümün Amerikan caz listesinde bir numaraya yerleşmesi 7 haftayı geçti. Birkaç hafta daha sürebilir, tahtından ne indirir bilmiyorum. Listeyi hazırlayanlar 57 ayrı noktadan aldıkları verileri baz alarak hesapladıklarını belirtiyor. Doksanlardan itibaren caz listelerinin eski yıllardaki kadar belirleyiciliği kalmadı ama her zaman anlamlıdır, listenin üst sıralarında olanlar için moral verir, reklam için sağlam materyaldir. Önümüz yılbaşı, albüm piyasası Christmas Jazz konusunda hareketlenmeye başladı, bu tarzın güzel alıcısı var. Bu alanda en hızlı sanatçılardan biri Herb Alpert oldu, albümünü çıkardı bile. Acaba onlar McBride`ın tahtını sallar mı? Geçen hafta en sağlam yükselişi piyanist Danny Grisset yeni albümü "Rememberance" ile yapmış ama o da zirveyi zorlamaz bence. Sürpriz bir iş çıkmazsa bir süre daha zirve McBride`ın görünüyor.
Jaco bu albümü yayınladığında 24 yaşındaydı
Kendi soruma kendim cevap vericem ama en sonda. Bu sorunun doğru gibi görünen bir yanı yok değil, kastettiğim Jaco Pastorius`un 1976 tarihli kendi adını taşıyan albümü. Henüz 24 yaşında gencecik bir basçı. Bu albüm ve sonrası müzikte yarattığı sarsıcı etki bir ilk albümden daha öte, bugün baskın olan hâlâ onun bas soundu. Albümün açılışında kısacık "Donna Lee" ile `benimle birlikte yeni bir devir başlıyor` diye adeta bağırıyordu. Aynı albümden "Kuru"yu Herbie Hancock ile birlikte bestelemişti. Hem basın hem yaylıların nasıl kullanılabileceğine dair albümün ikinci manifestosuydu. Weather Report`tan beri müzik böyle sarsılmamıştı. İlk albümle bir başyapıtı yakalamıştı peki bugün artık böyle albümler yapılmıyor mu? Evet, az ama yok değil! İşte Kamasi Washington ve "Epic", işte D`Arcy James Argue`s Secret Society ve "Infernal Machine"... yok değil ama az!
ChatBot`lara kendinizi anlatır mısınız?
Yapay zekânın hayatımıza çok fena girdiği kesin de bu aklıma gelmemişti. Digitalks`ta yayınlanan habere göre ChatBot`lar yolda! Yani, bundan sonra psikiyatr yerine bir ekranla konuşabilirsiniz. 1966 yılında MIT profesörü Joseph Weizenbaum bilimsel bir şaka kodlamış. Eliza olarak adlandırdığı şaka dünyanın ilk sohbet robotuymuş. Bir psikolog gibi konuları araştırmak için basit olarak tasarlanmış. Mesela, ailenden bahsedersen `bana annenizden daha çok bahsedin` diyormuş mesela. Komiklik olsun diye yaptığı şeyin kullananlar tarafından vazgeçilmez haline geldiği görülünce yazılım geliştirilmiş ve artık bir yapay zeka unsuru olarak ChatBot`lar da girmiş oldu. Japonların geyşa robotlara aşık olduğunu düşünürseniz ChatBot`ların sersemletici bir etki yaratacağını da tahmin edersiniz sanırım. Allah aklımızı korusun.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 30 Ekim 2017, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.