Sanat ırkçılığı engeller mi?

Sanat ırkçılığı engeller mi?

Sanat ırkçılığı engeller mi?




Esip üfürenler için öyle, kağıt üzerinde de öyle ama ya gerçek? Durum öyle değil. Bazı insan sınavlar gerçeği apaçık ortaya çıkarıyor ve sanatın yüceliği laftan ibaret kalıyor. Bunu yıllar önce AIDS döneminde yaşamıştık, üzerinden çok zaman geçtiği için unutuldu, ah şu unutmak olmasa, gelecek nesillere iyi ile kötüyü daha iyi aktarabiliriz belki ama olmuyor işte. Son örnek yeni Çin virüsüyle ilgili. İnsanlığa dair küçük hikâyeler yine sınıfta kalacağımızı hatta kaldığımızı gösteriyor. BBC, İtalya’da iki Çinli turistte virüs tespit edildiği için ahali paniğe kapılmış vaziyette, bu paniğin sonuçları bakın ne oluyor; Venedik’te gençler bir Çinli turist çifte sokakta tükürerek hakaretler yağdırmış, yine Venedik’te Çinli bir üniversite öğrencisi trende ırkçı hakaretlere maruz kalmış, Roma’da Çin restoranları tüm müşterilerini kaybetmiş, Santa Cecilia Konservatuvarındaki Çinli öğrencilerin dersleri askıya alınmış, okulun müdürü ırkçılık suçlamalarını reddetmiş, hatta, eski içişleri bakanı bütün dünya kapılarını kaparken bizim limanlara binlerce tekne yanaşması normal mi diye beyanat vermiş. Doğru önlem almaya çalışmak yerine eski Ortaçağ şehir devletlerindeki gibi doğrudan kapıları kapamak en güvenilir yöntem anlaşılan. Geleyim başlığa; Hayır, sanat ırkçılığı önlemez!


Rashied Ali kataloğu ortaya çıkıyor




2009 yılında 76 yaşında ölen efsane davulcu Rashied Ali, davulcusu olduğu John Coltrane’in 1967 yılında ölümünden sonraki yılı Avrupa’da geçirdi. New York’a geri dönünce ilk yaptığı şeylerden biri Ali’s Alley isimli kendi klübünü açmak oldu ama nasıl bir klüp? Dönem Loft Jazz dönemi. Müziğin tamamında olduğu gibi cazda da büyük değişimlerin yaşandığı dönem. Pekçok iyi müzisyen ticari müzik yapmadığı için çalacak yer bulamıyor. Bu yüzden, öncü müzisyenler kendilerine Loft Jazz adı verilen yerler buluyor ya da kendi açıyor. Rashied Ali de bunlardan biri. Bu klüplerin garsonu, mutfağı falan yok, sadece müzik var, isteyen içeceğini dışardan kendi getiriyor. Ali, klübünde çalan müzisyenlere çaldıklarınızı kaydedebilir miyim diye soruyor, zamanla Rashied Ali’s Survival Records böyle ortaya çıkıyor. Teyp kasetlerindeki kayıtlar Ali’nin karısı Patricia sayesinde yeniden hayat buluyor. Ocak ayında böyle 2 albüm çıktı. Bu iki albümü dijital platformlarda bulamazsınız ama bandcamp’ten 9 dolara indirebilirsiniz hem bu tarihe saygı gösterip destek de olursunuz. (Cazkolik Arşiv https://www.cazkolik.com/AlbumElestirileri/100432/)


Dyatlov Geçidi




Dünyada sebepleri anlaşılamamış ürkütücü olaylar vardır, her ülkede olmuştur böyle şeyler, hatta, üzerine şarkılar, efsaneler yazılır. BCC’nin sitesinde okuyana kadar Dyatlov Geçidi vakasını duymamıştım, tam böyle bir olay. BBC’nin anlattığı olayı baştan sona okuyunca bu anlatılanlardan kuzey Avrupalı caz müzisyenleri için müthiş beste malzemesi çıkar dedim içimden, tam da onların anlatacağı gerilim ve derinlikte bir hikâye. Hatta, bence en iyi kim besteler diye isim de önericem ama önce kısaca olayı özetliyim. 1959 yılı kış ortasın SSCB dönemi. Ural dağlarında zorlu bir kış gezintisi yapmak isteyen 20 ile 24 yaşları arası genç öğrenciler hesapladıkları parkuru tamamlayamadan tam bir vahşet içinde öldürülüyor. Tam 60 yıldır sebebi bilinmiyor. Igor Dyatlov isimli öğrenci liderliğindeki gençler aslında tecrübeli kayakçılar. Yolda rahatsızlanıp geri dönen biri haricinde hepsinin cesedi bulunuyor ama vahşi şekilde. Dokuz ceset ücra bir dağın tepesinde kimi çıplak, kimi gözleri oyulmuş, kiminin dili koparılmış, cesetler yanık renginde anlaşılamaz şekilde bulunmuş ve halen sebebi bilinmiyor. SSCB dönemi gizlemeci politikalar devreye giriyor, olayın üstü örtülüyor. Kimi nükleer, kimi doğadışı bir şeyler söylüyor ama hâlâ sonuç yok. Böyle bir olay. Filme çekilmiş mi bilmiyorum ama Eivind Aarset gibi bir müzisyen acaba nasıl besteler?


Bandcamp keşifleri




Bandcamp’e nedense baştan beri uyum sağlayamadım ama son zamanlarda sık başvurduğum bir yer oldu, hatta, orda keşfettiklerim heyecan verici olmaya başladı, demek ki geç kalmışım. Son günlerde bandcamp’te neler keşfettim faydası olur diye not etmek istiyorum. Gondwana kelimesi müzikte sevilen bir kelime. Sanskritçede Gond’ların ormanı anlamına gelen kelime birden fazla gruba ait, hatta bir de plâk firmasına. Matthew Halsall da bunlardan biri. Bu isimli bir orkestrası var, onun yeni albümü “The Rocks Are Singing” ki henüz dijital ortamlara düşmedi sanıyorum. Yeni nesil sevimli swingli işleri seven çoktur onlar için Nacho Dimartino Swing! grubunun Doble Standard albümünü önereyim, bu albüm dijitalde var! Bundan sonrakiler bir deneyin türünden öneriler: Tim Saghoian “Gentle Beacons”, Jonathan Chapman Trio “Dog”, Nomadic Treasures, Alfa Mist “On My Ones”, Belçika’dan şaşırtıcı topluluklar çıkıyor Oakstreet Trio da Belçikalı. Ve son olarak Kaliforniyalı bir vibrafoncu Dolly Allen’dan “Coming Home” albümü olsun.


Dağlık Karabağ’ın caz hali




Müzik dünyası olarak Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki siyasi sorunlara dair son dönem Azeri sanatçılardan güçlü müzikal seslenmelere şahit oluyoruz. Bunların son örneği Ermenistan işgalindeki Dağlık Karabağ’a dair Azerilerin Avrupa çapında tanınan müzisyeni Rain Sultanov’un ocak ayı sonunda yayınladığı “Voice of Karabakh” albümü oldu. Albüm çok yeni çıktı, henüz duymayan çoktur ama yakında epey ses getirir. Bir saati aşan albüm uzun ve yoğun cümlelerle dolu. Özellikle ilk iki parça Khojavend ve Khojaly (yani Hocalı) uzunlukları ve güçlü dramatik cümleleriyle dikkat çekiyor. Tenor ve soprano saksofon çalan Rain Sultanov’un müziğine vokal efsanesi Alim Gasimov’un sesi muhteşem etki katmış. Piyanoda geçen sene İstanbul’da izlediğimiz Shahin Novraslı ve Yasuhito Mori, Linnea Olsson, Peter Nilsson, Iraklı Kojava gibi isimler eşlik etmiş. Sultanov’un web sitesinde yeralan yazıda albüme dair neden Karabağ sorusuna Karabağ ve Azerbaycan’ın tarihi ve coğrafi konumundan yola çıkılarak ’bu soruna dair sanatçının bir cevabı’ şeklinde yanıtı veriliyor. Dinleminizi tavsiye ederim. Dijitallerde mevcut.


Rusların Clifford Brown’ı?




Böyle biri mi var? Evet, Valery Ponomarev. Onun için Rusların dünyaca ünlü ilk caz müzisyeni de derler. Bu ünvanı özellikle Art Blakey’nin Jazz Messengers grubunda çaldığı zaman edindi. Bu yüzden Blakey’nin Ponomarev için baba gibi olduğu söylenir. 1976-1980 arası Jazz Messengers ile çalıştı, tabi bu dönem onun için müthiş tecrübe oldu. VoA yani Voice of America radyosundan caz dinleyerek caza gönül veren sanatçı 47 yıldır ABD’de yaşıyor. Birkaç yıl önce Art Blakey’nin doğumunun 100. yılı kutlandı. Sanırım bu kutlama nedeniyle olacak 77 yaşındaki sanatçı Rus ve ABD’li müzisyenlerden oluşan big band ile “Our Father Who: Art Blakey” isimli albümünü yayınladı. Rus caz müzisyenlerine dair bilgilerimiz genellikle dağınık ve parçalıdır. Fırsat çıktıkça Cazkolik’te gerek yeni bir albüm, gerek ölüm gibi konular üzerinden bu sanatçılara değinmeye çalışıyoruz. Gördüğüm kadarıyla Ponomarev son 20 yılda sık albüm yayınlamamış, 2006 ve 2001 yıllarıda iki albümünü gördüm ama bu albüm onun için etkileyici bir emeklilik olabilir.


‘Ondan daha üstün olamazsın!’




2020’nin ilk ayı geride kaldı henüz caz dünyasının duyunca başını çevirip bakacağı bir albüm ortalıkta görünmedi diye düşünürken yandaki kapağı gördüm; “The Music of Wayne Shorter”. Daha önce kullanılmamış bir başlık değil. Birkaç genç topluluğun Shorter’ın müziklerinden yaptıkları çalışmaları hatırlıyorum ama bu albüm daha organize, daha büyük bir prodüksüyon. Ünlü Lincoln Center Jazz Orchestra prodüksüyonu bir kayıt Wynton Marsalis imzasını taşıyor. Marsalis, ‘müziğimizin en üst seviyesi, ondan daha yüksekte olamazsın’ dediği bir sanatçı Shorter ve 60 yılı aşan muazzam bir kariyere sahip. 11 kez Grammy ödüllü kazanan sanatçı 2015 yılında üç gece boyunca Lincoln Center Orchestra’nın özel konserlerine katıldı. Bu albüm o konserlerdeki kayıtlardan alınma bir albüm. Marsalis ve arkadaşları Sorter’ın “Night Dreamer”, Atlantis, “Adam’s Apple” gibi albümlerinden seçtikleri parçaları yeniden aranje etmişler. Tanıtım metninde hoşuma giden cümle ’Shorter’ın bilinen caz evrenini genişleten sanatçılardan biri olduğu’ cümlesiydi. Bunun altını benim de çizmem gerek, aslına bakılırsa bunca yaşına rağmen hâlâ o evreni genişletiyor. Artık vücudu sahnede çalmak yetmiyorsa besteci olarak yapıyor. Helâl olsun büyük usta!


Bundan sonra maskeyle mi yaşayacağız?




Yandaki fotoğrafa iyi bakmakta fayda var. Korkutucu fikirler yaymak istemem ama bundan sonra insanlar savaşlardan çok virüslerden yüzünden ölecekmiş gibime geliyor. Bu günlerin geçici olacağını, bu virüse çare bulununca herşeyin eskisi gibi olacağını sanmak doğru olmaz. Bunu atlatınca bir sonraki virüs daha korkutucu olacak. Niye böyle olacağına dair fikrim yok. Kimi virüs savaşları diyor, kimi dünya nüfusunun kontrol altına alınması diyor, kimi ABD’nin Çin’nin etkisini ve ekonomik gücünü sınırlamak için diyor, kimi başka şey söylüyor… Belki tüm bunların haklılık payı var belki hepsi saçma sapan şeyler ama bir şey doğru geliyor, salgınlar bundan sonra azalmayacak daha da artacak. Televizyonlardaki salgın dizilerinin sonunda gerçek olacağına inanan çok insan var. Hatta, geçen bir twit gördüm, maceracı biri ‘9 sezon Walking Dead izledim ben hazırım’ diyordu, kimimize yaşananlar bir oyun gibi geliyor olabilir.


Feridun Ertaşkan


Cazkolik.com / 03 Şubat 2020, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.