Dünya nasıl değişir?

Dünya nasıl değişir?

İlüstrasyondaki sanatçı Grace Kelly

Cazda cinsiyet adaleti!

Cazın önde gelen davulcularından Terri Lyne Carrington’ın cevabını aradığı soru ataerkillik/erkek egemenlik (patriarchy) olmasaydı caz bugün nasıl olurdu? Kabul etmek lazım ki cevabını vermesi zor ama haklı bir soru. Carrington bu amaçla 30 ekim günü Berklee Music College’da açık katılımlı “Institute of Jazz and Gender Justice” isimli enstitüyü kurmuş. Carrington’ı cazda cinsiyet ve adalet konularıyla ilgili çok sayıda haber ve oluşumun içinde görüyoruz, bizzat kendi de kurucu, öncü isimlerden. Üç yıl önceki albümünün benzer bir mesajı vardı. Bu enstitüde sanat yönetmeni olarak çalışan başarılı davulcu cazda cinsiyet ve modern kültürün kesiştiği alanlarda seçkin öğrenci müzik gruplarını yönlendirme yardımı yapıyor. Başlangıç için küçük bir girişim olduğunun farkındayım diyor Carrington ama başlamanın önemine değiniyor. Bu toplantılardan birinde konuşan Columbia Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı, karşılaştırmalı edebiyat ve Afrika kökenli Amerikan çalışmaları hocası Dr. Sarah Jasmine güç, bilgi ve kaynakların eşit dağılımındaki payların altını çiziyor.


İstanbul cazda bir dünya şehri mi?

Dergi her şehir için kriter belirlemiş ama bunların arasında İstanbul yok

Bana göre öyle, ama, bana göre öyle olması bir şeyi değiştirmiyor, dünyaya göre öyle mi? İyimser yorumla şimdilik değil demek mümkün! Down Beat dergisi şubat sayısında bu konuya epey sayfa ayırmış ve başlığını World’s Best Jazz Cities olarak atmış. Girişten anlaşalacağı gibi İstanbul bu şehirler arasında yok. Hangi şehirler var? Elbette New York başkent ilan edilmiş, hadi o tamam. ABD’den başka Washington, Boston, New Orleans, Detroit, Chicago, elbette Los Angeles, Kaliforniya gibi şehirler, Seatle, Montreal, Portland okyanusun öbür tarafından, kardeşim, geriye ne kaldı zaten? Kalanlar şunlar; Londra, Havana, Viyana, Amsterdam, Kopenhag, Paris, Berlin, Lisbon, Stockholm, Oslo, Helsinki, Tokyo ve Capetown. Gelelim benim yorumlarıma. ABD şehirleri tamam ama belli ki ne şiş yansın ne kebap fikri öne çıkmış. Avrupa büyük pazar olduğu için başkentler küstürülmemiş. Viyana bende şüphe uyandırdı mesela. Klasik müzikte OK ama caz? Lizbon’a lafım yok. Şu dönem İstanbul’dan daha fazla hakettiği kesin. Nedenlerini uzun uzun yazmışlar meraklısı baksın derim.


Vokal dünyasına yeni isimler...

Yeni yüzler, yeni sesler...

Nardis Jazz Club cazda istikrarın sembolü. Bizim gibi ülkeler için istikrar öyle önemli kelime ki. Büyük hedeflerle yola çıkıp çakıl taşlarıyla yetinilen bir ülke burası. Türlü badireler atlatarak caz klübü olarak 20 yıldır hayatta kalmayı başarmanın yanında 15 yıldır süren Nardis Genç Jazz Vokal Yarışması ayrı övgüye değer. Bugün, Türkiye caz ortamına bakınca caz şarkıcılarının çoğunun Nardis’in sahnesinden mezun olduğunu görüyoruz. Bu yıl 15inci kez gerçekleşen vokal yarışması da aynı sahnede yeni mezunlar verdi. Cazın yeni neferleri diyebileceğimiz genç arkadaşlar arasında çeşitli ödüller ve temsil hakları kazanan Dila Bahar, Duru And, Baran Deniz Bagatur, Cemre Kıralioğlu, Merve Kırkbeşoğlu ve Can Yapıcıoğlu isimleri öne çıkıyor. Genç sanatçıları sahnelerde izlemeyi, dinlemeyi heyecanla bekliyoruz. Yolları açık, moralleri yüksek olsun. Caz en başta sevgi ister, bağlılık ister, aşk ister, alçak gönüllülük ister. Başka müzikler aklınızı çelmesin ;)


Thelonious Monk yarışmasını kim kazandı?

Herbie Hancock da jüride miydi?

Dünyanın önde gelen caz yarışmalarından Thelonious Monk Competition’ın bu yılki kazanan ismi açıklandı. İsmi bizim için şimdilik önemli değil. İsmi Tom Oren. Esas onu bundan sonra test edeceğiz. Monk yarışması 2 yıl ara vermiş, bunu bilmiyordum. Bilmediğim bir diğer şey de 2011’den sonra piyano yarışmasına ilk kez yer verilmesiymiş. Oren piyano galibi. Jüride yer alan Jason Moran İsrailli sanatçının icrasını risk almaya istekli diyerek alkışlıyor. Genç sanatçı Cole Porter’in “Just One of Those Things”, Tommy Dorsey Orkestrasının “Just As Though You Were Here” isimli baladını yorumlamış. Moran’ın jüri olarak yorumlarını okurken nelere dikkat ettiği önemliydi. Risk alma konusu bunlardan biri. Caz standartları yorumlarında sanatçıların yeni şeyler denemeye cesaret edip edemeyecekleri kadar cesaretlerinin sonuçları da önemli. Doğaçlama bölümlerdeki hassasiyet ve incelik sanatçı icra kalitesi bakımından dikkat çekmiş. Son olarak, Tom Oren İsrailli olunca yarışmanın uluslararası özelliği öne çıkmış. Yarışmanın vokal kazananı kim? O da Laurin Talese olmuş. Onu da not alın.


Dünya nasıl değişir?

Lionel Loueke herkesin bildiğini söylüyor

Ülke olarak kendi içimize odaklandığımız için dış dünyanın sokağını da sorunlarını da tanımıyor, anlamıyor, önemsemiyoruz. Oysa, ötekileştirme ve ayrımcılık dünyanın şu an temel sorunlarından biri. Gitarist Lionel Loueke yeni albümü “The Journey”de albüme ismini veren kelimeyi bir nevi metafor olarak kullanmış. Benin’de dünyaya gelen gitarist hayatının yolculuk olduğunu söylerken kastettiği yaşadığı ötekileştirmeler, dışlanmalarla ve ayrımcılıkla mücadeleyle geçtiği. Aslında hâlâ öyle, kimseyi suçlamıyorum diyor. Politikacıları suçlamak en kolayı, oysa, ben hepimizi, kendimizi suçluyorum. Albümdeki şarkılardan biri annesini savaşta kaybeden bir çocukla ilgili. İnsanlık modern kölelik günlerine, iklimin insanlığı tehdit ettiği günlere, milyonlarca insanın hayatta kalmak için yerini yurdunu terkedip göçmen durumuna düştüğü günlere nasıl geldik diye soruyor. Cevap aslında ortada ve bariz. Anlayışsızlık bu kadar kesif ve acımasız olursa sorunlar da, şikayetler de katlanarak artar. Başka yolu yok. Karamsar olacak ama daha en kötüsünü görmedik.


Caz müzisyeni caz klübü açmaya karar verirse...

Klüp bana biraz karmaşık göründü

Bu sorunun caz tarihinde cevabı çok. Lighthouse Club’den Ronnie Scott’s`a birçok örneği var ama örneklerde genel durum caz klübü açan müzisyenlerin aslında işadamlığını tercih ettiği yönünde olmuştur. Günümüzde cazın ünlü isimlerinden biri olan Rus Igor Butman son dönem müzisyenliği kadar jazz business diyebileceğimiz işlerle de anıldı. Geçen sene Dünya Caz Günü kutlamaları Rusya’da yapılırken başrolde Igor Butman vardı. Şimdi kendi adını verdiği bir caz külübüyle duyduk ünlü müzisyeni. Klübü Moskova’da açmış. Yanda fotoğrafı var. Programı bana pek güçlü görünmedi, bizim yeni açılan Touché’nin daha iyi programı olur bence. Bir de, klübün iç tasarımı güzel gelmedi bana, tabi sadece resme bakarak yorum yapıyorum ama müziğe odaklanmayacak epey oturma birimi var, burada oturanlar bence gürültü yapar, fazla aydınlık hali de güzel gelmedi. Masa yerleşimi filan. Tabi performans esnasında ve yerinde görmek daha iyi olur. Neyse, hayırlı olsun. Bakalım Butman’ın kariyerini nasıl etkileyecek.


Cazda Fransız damgası artık yok!

Michel Legrand anılarını yayınladıysa mutlaka okumalı

Caza Fransız damgası vuran Michel Legrand da ölmüş. Kaç yıldır ilk kez yeni yıla ölüm haberiyle başlamamıştık ki Legrand’ın ölümü haberi geldi. Efsane bestecinin nisanda Paris’te konser vermesi planlanmış, demek kaderin başka planları varmış. Aslında, uzun sayılacak bir hayat sürdü Legrand. Ellili ve altmışlı yıllarda Amerikalı caz müzisyenleri birer Parisien gibi şehirde salınırken Miles Davis, Ray Charles, Frank Sinatra gibi daha nice ismin yakın arkadaşıydı. Caz müzisyeninden ziyade film müzikleriyle iştigâl etti desek yanlış olmaz. Orson Welles, Jean Cocteau gibi yönetmenlerle çalıştı, müzikleriyle Fransız Yeni Dalga sinemasına emeği çoktur. Cherbourg Şemsiyeleri zamanında dünyayı kasıp kavururken herkesin ıslığındaki melodiler Legrand’ın melodileriydi. İlk oskarını 1963 yılında kazanan besteci “What are You Doing the Rest of Your Life” ile caz standartları külliyatına damgasını vurdu. Savaş yıllarında çok genç biri olarak aslında şanson çalarım diye düşünüyordu ki şansonun nostaljik ve eski, cazın yeni bir müzik olduğunu keşfetti. Daha yirmili yaşlarında hem ABD hem Fransa’da ünü hızlı yükseldi. Fauré’nin öğrencisi müzisyen babanın cazcı çocuğu müziğe kendi damgasını vurmayı bildi.


Jack Whitten da öldü!

Bu heykelin adı John Lennon Altar

20. yüzyıla damga vurmuş her sanatçı, hele Afrika asıllı Amerikalıysa mutlaka caza yakın olmuştur. Tutkun olmuştur. Meftun olmuştur. Jack Whitten da öyle biriydi. Ben onu heykel sanatçısı olduğundan değil sanatın metamatiğini merak etmesinden ve eserlerini yaparken John Coltrane gibi birinden ilham aldığı için tanıyorum ama eserlerini görünce ayrıca çok sevdim. Bu adamı niye daha önce duymamışım diye merak ettim meğer zaten ABD’de dahi adı az biliniyormuş. Yılın büyük bölümünü Girit’te bir köyde geçirdiği için, kendi ülkesiyle irtibatı az olduğu için, ortaya çıkmayı pek sevmediği için az tanınıyormuş. Obama’dan önceki yıl başarı ödülü almış. 28 ocak günü de vefat haberi geldi sanata notaların matematiğini sokan adamın. Alabama gibi ırkçı bir yerde büyüyen Whitten çağdaşları olan cazcılar gibi demek kaçmanın çare olduğunu düşünmüş. Cüretkâr, kabalalık ama ne kalabalık ve politik dozu yüksek eserleri çok şaşırtıcı. Gerçekten şaşırtıcı. Tanımıyorsanız arama motoruna hemen adını yazın. Eserlerine bakın. Bir de Coltrane çalsın.


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com / 04 Şubat 2019, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.