Ebedî bir usta; Abdullah İbrahim

Ebedî bir usta; Abdullah İbrahim

"Ramazanda Caz" konserleri, bu hafta bir başka büyük isim, Abdullah İbrahim’i ağırlıyor. Okuyacağınız yazıda, Abdullah İbrahim’in hayat hikayesinin içinden çıkan pasajlarla elli yıldır süren müzikal yolculuğunu üstüste getirmeye çalıştık. Belki baştan bir tespit olarak belirtmek gerekir ki, 1968 yılında müslümanlığı seçmesiyle 1959 yılında yola çıktığı müzikal esin kaynakları arasında doğrudan ilinti kurmak doğru olmayabilir. İslamiyet ile ilgili tercihini daha çok aidiyet ve doğduğu toprakların çocukluğunu, gençliğini kısaca hayatının önemli bölümünü kendine zehir eden ayrımcılığa karşı duyduğu tepkide aramak doğru olacaktır. Müziğinde ise yaratıcı, geniş yürekli ve büyük, evrensel bir müziği kucaklar büyük usta Abdullah İbrahim.

 

Altmışlı yılların başında Dollar Brand olarak triosuyla şehir şehir dolaşıp Avrupa turnesinde konserler veren Adolph Johannes Brand’in (adını, 1968 yılında müslüman olduktan sonra Abdullah İbrahim olarak değiştirir) hayatı bir gece Zürih’te Duke Elington’ın kendisini izlemesiyle değişir. Oysa bu değişimi, dramatik bir değişim olarak anlamak yanlış olacağı kanısındayız. Kendisini bugünlere kadar taşıyan, müzisyenliği dahil tüm hayatını belirleyen üç temel kavramdan oluşan üçgenin belki de en önemli ucu olarak tanımlamak en doğrusu. Bu üçgeninin bir ucunu Duke Ellington, piyanist olarak kendisi ve jazz müziği olarak tanımlarsak, diğer iki ucunu Güney Afrikalı bir siyahın maruz kaldığı ayrımcılık hatta devamında kendisini müslüman olmaya götüren yol ve yine aynı sürecin birbirinden ayrılmaz parçası olarak 1965 yılında evlendiği caz şarkıcısı eşi Sathima Bea Benjamin olarak belirlemek kaçınılmaz olacaktır.

 

Duke Ellington ile tanıştığı andan itibaren yakın ilişki kuran, ondan akıl hocalığı ve destek alan Abdullah Ibrahim büyük müzisyenden kendisini bugünlere, ebedî ustalığa taşıyan iki temel şeyi öğrendiğini belirtir; ilki Ellington’ın  big band geleneğinden gelen büyük orchestral müziğidir, ikincisi ise bu gelenek içindeki piyanosu. Orchestral gelenek İbrahim için çok önemlidir çünkü Güney Afrikalı müzisyenin diskografisine baktığınızda rahatlıkla görürsünüz, geniş Afrika stepleri, gözün en yakın mesafesinin ufuk çizgisi olduğu düzlükler, muhteşem pastoral manzaralar, ormanlar, Afrikanın doğal ve milyonlarca yıldır bozulmadan gelen yaşamının müziğinde yarattığı geniş müzikal ve orkestral perspektifler. Bu perfpektife, çocukluğundan gelen ve bir siyah olarak yaşadığı ırk ayrımcılığını ekleyin, ortaya çok geniş bir ifade alanı çıkacağı tartışmasızdır. Örneğin, "African Sun" isimli albümünün gerisinde, yaşadığı ırksal kargaşanın içinde yılmadan mücadele eden gözüpek bir adamın giderek yükselişini görürüz.

 

Gelin isterseniz öyküyü başa saralım, yıl 1959-60, Abdullah İbrahim Güney Afrika’nın ilk caz gruplarından sayılan "Jazz Epistles"i kurmuştur, gruptaki müzisyen arkadaşları günümüzün efsaneleri olan Hugh Masakela, Jonas Gwangwa ve müziğe neredeyse birlikte başladığı saksofonist Kippie Moeketsi’dir. İlk albümlerini Fransız şirketi Celluloid’den "Jazz Epistles; Verse One" adıyla yayınlarlar. Albüm, Güney Afrika cazı olarak kayda alınan ilk albümlerdendir. "Cape Jazz" (Capetown) diye de adlandırılan dönemin başı sayabiliriz. İlerleyen aylarda gelişen siyasi durum ve politik muhalifliğinden dolayı başının derde girmesi kaçınılmaz görünmektedir, 1962 yılında uzun bir Avrupa turnesi organize edilir, kendisine yurtdışındaki bir çok kişi de yardımcı olur, yanına daha sonra evleneceği caz şarkıcısı Sathima Bea Benjamin’i de alarak ülkesinden ayrılır, uzun sürecek bir ayrılığın başıdır.

 

Şimdi, öykünün bundan sonraki kısmı ise daha farklı. Zürih Africana Club’da çalmakta olan Dollar Brand’a şehirde bulunan Duke Ellington’ın kendisini izlemeye geleceği söylenir, akşam olur, Ellington gelir,  hayranlıkla izler, İbrahim’in piyanosu ve ustalığından hayli etkilenmiştir. Birlikte çaldıkları grupla (basçı Johnny Gertze, davulcu Makaya Ntshoko) birlikte albümlerini kaydetmelerine ve ayrıca Reprise Records’tan yayınlanmasına yardımcı olur, hatta albüme kendi ismini de ekler; "Duke Ellington Presents The Dollar Brand Trio".

 

Abdullah İbrahim, Duke Ellington ile tanıştıktan sonra Avrupanın önemli caz festivallerinde çalmayı sürdürür, 1963 ve 64 yıllarını festivaller, konserler, radyo ve televizyon programları arasında koşturarak geçirir, politik olarak ülkesine dönmesi sakıncalı biridir, 1965 yılında Newport Caz Festivali’nde çalar ve ardından Duke’ün orkestrasına katılır, yıl 1966. Artık New York’a taşınmıştır, kendisi Amerika’nın doğu yakasında kalbi ise ülkesinde yaşayan biridir. New York’da oldukça etkileyici ve kendini geliştiren bir çevrenin içindedir artık, Coltrane, Don Cherry, Ornette Coleman gibi devlerle çalar. Altı ay boyunca Elvin Jones’un grubunda kalır, bu süre zarfında otuzdan fazla albümde görünür, kayıtlara girer çıkar... İbrahim’in sevdiği işlerden biri de film müzikleridir, 1990’da "No Fear, No Die" isimli filmin müziklerini yapar. "Chocolat" isimli filmin müzikleri de ona aittir. Ayrıca, müziğinde dikkat çekici iyimserliğin de farkına varırsınız. Yirmi yıl önce bir albümünün basın tanıtımında söylediği şu söz gibi; "Biz, hep iyiliğin, mutluluğun geleceğini ummalıyız."

 

Yazının en başında sözünü ettiğimiz üçgenin ayaklarından biri de kişisel kökenleridir, Abdullah İbrahim siyah bir insandır din olarak da Hristiyan’dır. Mensup olduğu din konusunda uzun zamandır içinde derin bir kırılma yaşamaktadır usta müzisyen. Altmışlarda özellikle Amerika’da yaşayan çok sayıda siyah içinde de bu kırılma mevcuttur. Geçen hafta "Ramazanda Caz"da izlediğimiz Ahmad Jamal’da aynı yıllarda müslümanlığı seçmiş biridir. Bu yıllar müzikal kökenleri konusunda yeni arayışlara girdiği yıllardır. Bu sıralar ülkesine döner, albüm yayınlamayı ister ama türlü çeşitli politik sıkıntılarla uğraşır, rejimini alenen ve anayasal olarak ırk ayrımı esasına dayandıran Güney Afrika hükümeti anavatanında müziğini çalmasına bile razı değildir. Bu dönemdeki ’köken’ arayışları geleneksel Afrika müziğiyle Amerikan cazı arasında bir çeşit fusion üretmesine sebep olur. Bir anlamda bu yeni müziğini de yayına alır ve Amerikaya, Japonya’ya turnelere gider. Montreux Jazz Festivali gibi belli başlı yerlerde görünür. Yetmişlerin ortasında yeniden Güney Afrika’ya döner, aynı sıkıntılarla tekrar yüzleşip, reddedilmekten kurtulamaz, 1976 yılında yeniden New York’a dönmek zorunda kalır. Anavatanından uzakta olmasına rağmen bulduğu yeni müziğin peşinde koşmakta kararlıdır. O yıllardan günümüze kadar da aynı kökenler üzerinde müziğini yapmayı sürdürür. Bunu albümlerinin isimlerinden dahi okumak mümkündür; "Anatomy of A South African Village", "The Dream" isimli albümlerini altmışların ortasında kaydetmiştir, 1968’de Gato Barbieri ile "Khamba Hale"yi, ’74’de "Mannenbergm"i, ’76’da "Banyana"yı, ’79’da "Tears and Laughter and Echoes from Africa"yı kaydeder. Sonraki yıllarda "African River", "Zimbabwe", "Mantra Mode" isimli albümlerini kaydeder. Bu dönemin en belirgin albümleri arasında bugün bir artık bir efsane sayılan "Yarona"da vardır. Olağanüstü güzellikte bir trio albümüdür "Yarona". Albümün kitapçığında kendi sözleriyle yazdığı gibi müziğini ’Afrika’nın ebedi kaynaklarından aldığı temel formları yaratıcı dürtülerle modern müziğin global kökenleriyle buluşturmaktadır.’ Albüm yedibuçuk dakikalık inanılmaz bir parça, "Nisa" ile açılır. Zihninizin ve kalbinizin yerinden söküldüğünü hissedersiniz. Davuldaki George Johnson’a hayran olursunuz. basın beat’leri içinizi titretir.  Afrikanın zamanlar ötesi sonsuzluğunun modernizmle buluşmasını hızla akan nehirde bir kaybeder, bir bulursunuz. Öylesine güzel bir albümdür. Trio formatının şaheseredir.

 

"Yarona"yı yazmaya kaptırırsak uzar gider yazı. Gelin kısa yoldan toparlayalım. Son yıllarda iki önemli albüm kaydetti büyük usta, ilki 2008 yılında yayınlanan solo piyano kaydı "Senzo" ve sonuncusu da geçen yıl çıkan Münih WDR büyük orkestrasıyla kaydettiği "Bombella". Özellikle "Bombella"da büyük formlara geri dönen usta büyük müzikal perspektifleri yeniden tanımlıyor. Belki büyük orkestra içinde piyanosunu kaçırdığınız hissine kapılıyorsunuz ara ara ama biliyorsunuz ki Abdullah İbrahim ve piyanosu 1959 yılından beri tartışmasız orada, bütün bu büyük müziğin içinde, Afrikanın kırmızı toprağında, kızıl gökyüzünde, Avrupanın yağmurlu şehirlerinde, New York’un modern ruhunda, anavatındann, binlerce yıl ötesinden gelen müziklerin anayurdunda, akan ırmakların içinde.

 

Cazkolik.com / 23 Ağustos 2010, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.