İki konser, dört müzisyen... Konserden izlenimler, konser öncesi hatırlananlar.
Onlar, uzun zamandır birlikte çalan, kayıt yapan iki meslekdaş, arkadaş. Chick Corea ile Gary Burton, Cemal Reşit Rey sahnesinde de her yerdeki gibi rahattılar, uzun zamandır birbirini tanıyan iki müzisyenin rahatlığıyla çaldılar. Corea, bu konserin yakında yapmayı planladıkları albüm için ‘deneme’ niteliğinde olduğunu söyledi. Biraz eskilerden çaldılar, biraz yenilerden. Standartlar, yıllar önce icra ettikleri parçalar, Corea besteleri. Büyük Stan Getz’in orkestrasını da, farklı dönemlerde oradayken ikisinin de çaldığı bir parçayla andılar. Sonra sıra Bebop’a geldi, ne de olsa ikisi de müzik olarak Bebop’la büyümüş.
Burton, Corea’nın bestesi “Mozart Goes Dancing”i anons etti. Mozart-Corea-Mozart.... nasıl oluyor? İşte böyle bir şey. Corea da Bud Powell’ı anlattı. İlk onu dinleyişini hatırlıyor. Biraz karışık, biraz zor gelmiş. Öyledir Powell. Sonradan hayranı olan Corea da, “Bud Powell” bestesiyle ona saygılarını sundu. Dave Brubeck’ten, Dizzy Gillespie’den çaldılar. Hiç aksamayan, ustaişi bir konserdi. Herkes memnun kaldı.
Ama beklentiler tam olarak karşılandı mı derseniz, bizim açımızdan ‘evet’ desek de, sırf Corea dinlemek için gelenler memnun ayrıldı mı, bilemeyiz. Çünkü konserde daha çok “Chick Corea Presents Gary Burton” havası vardı. Sanki Corea bize Burton’ı takdim ediyordu. Gary Burton’ın vibrafonunun sesi her pozisyonda Corea’nın piyanosunu bastırdı. O daha çok solo yaptı. Kimine göre, bunu kendileri istemişti. Hatta Burton’ın enstrümanının volümünün daha yüksek tutulması bile onların talimatları gereği yapılmıştı.
Bilemiyoruz, rivayet muhtelif. Ama gerçekten de Burton’ın vibrafonu sık sık ön plana geçiyordu. Chick Corea böyle bir şeyi istemiş olabilir mi? Onu da bilemeyiz, kendisi ne de olsa birkaç yıl önce Lütfi Kırdar’daki konserde Gonzalo Rubalcaba’nın başını, sanki “işte yetenekli bir kardeşimiz,” dercesine şefkatle okşamasına ramak kalan kişidir. Üstelik de bu kasıtlı-kasıtsız volüm sorunu, gerçekten de ikincil bir sorundu. Merak işte! Yoksa konserden çok memnun kaldık. İki yerine dört tokmak kullanımıyla, vibrafonda bir yenilikçi olarak bilinen Burton da füzyon cazın öncülerinden, kendinden sonrakilere örnek olmuş bir ustadır. Onu dinlemek bizi her zaman mutlu eder.
Barton’ın düetleri popüler hale getiren biri olduğunu da hatırlatalım. Çünkü Salı akşamı da bizi ikili bir konser bekliyor. Gitarda Ralph Towner ile trompette Paolo Fresu, Salon’da sahneye çıkacak.
Ralph Towner deyince şöyle bir durmakta fayda var. Kendisi, New York müzik âleminin en seçkin simalarından, hatta demirbaşlarındandır. Müziği seven, tanrı vergisi yetenek sahibi, yenilikçi bir müzisyendir. Hep de öyle kalmıştır. Ama bütün bunlar bir yana Ralph Towner Oregon’un esas bestecisi, gitaristi ve klavyecisidir. Gerçi pek çok büyük müzisyenle de birlikte çalıştı (ki, aralarında Gary Burton da vardır) ama, vaktiyle Oregon bir yana, dünya bir yana durumundaydık. Hatta uzun yıllar önce buraya geldiklerinde sanırım bileğimi burkup gidememiştim de günlerce hicran yapmıştım. Müzikle içiçe bir ailenin, piyano öğretmeni bir anne ile trompetçi bir babanın çocuğu olan Towner, basçı Glen Moore’la ta 1960’ta, Oregon Üniversitesindeyken tanışmıştı. 1986’da New York’a taşınınca da, Paul Winter Consort üzerinden, Oregon denen müziksel kimyanın yaratılmasına katkıda bulundu. Ona ilk 12-telli gitarını veren de, Paul Winter’ın kendisidir. Towner, ’12-telli gitar’ ile kendi adını tek ve aynı hale getirmiştir. Moore, Paul McCandless ve Collin Walcott ile birlikte, Oregon’u ölümsüz hale getirmişlerdir. Ama, dedik ya, Towner bu uzun ömürlü grupla yetinmedi, cazın devleriyle birlikte çalıştı. Teknolojiden yararlanmayı da ihmal etmedi. Hem solo olarak, hem Oregon ortaklığı içinde, pek çok değişimden, dönüşümden geçti.
Paolo Fresu’ya gelince, ona neredeyse çocuğumuz gözüyle bakıyoruz. Albümlerini keşfettiğimizden biraz sonra (evet, biraz gecikmişiz), Arkeoloji Müzesi sahnesine çıkmıştı bile. Hem de, çok sevdiğim Carla Bley ve aynı derecede hayran olduğum arkadaşı-eşi bas üstadı Steve Swallow, davulda Billy Drummond, tenor saksta Andy Sheppard ile birlikte. Çünkü Fresu dışındakilerin Lost Chords’u, Paolo Fresu’yu bulmuştu. Bley ile Swallow önce Lost Chords’da ikiliydiler. Sonra Sheppard’ın katılımıyla üçlü, big band davulcusu Drummond da gelince dörtlü olmuşlardı. Son yol arkadaşları da Paolo Fresu oldu. “Lost Chords Find Paolo Fresu”, göz kamaştırıcı bir projeydi, tıpkı albümü gibi.
Bir de keşif meselesi var. Rivayete göre Fresu’yu keşfeden kişi, ilk kez yıllar, yıllar önceki BİLSAK Caz Festivali’nde Dino Saluzzi ile, geçen yıl da İKSV Salon’da İmer Demirer ile birlikte dinlediğimiz büyük usta Enrico Rava’ymış. 1980’lerin başında Fresu, Siena’daki Yaz Caz Seminerleri’ne katılmış, ve yeteneği, tekniği, yaratıcılığıyla Rava’yı hayran bırakmış. Hatta Rava/Fresu imzasıyla, “Shades of Chet” diye çok güzel bir albümleri de vardır. Fresu’nun 130’a yakın albümü var, pek çok cazcıyla işbirliği yaptı. Kendi beşlisinin yanısıra, basta Furio di Castri ve piyano ve akordeonda Antonello Salis ile de bir üçlüsü var. Avrupalı dörtlüsünde de, İstanbul’a da gelen Fransız-Vietnamlı gitarist Nguyên Lê ile çalışmıştı.
Buyurun, dinleyin ve unutmayın ki, Ralph Towner`ın iki bestesi, Apollo astoronotları tarafından uzaya götürülmüş ve adları (Icarus ile Ghost Beads) Ay’daki iki kratere verilmişti.
Sevin Okyay
Cazkolik.com / 05 Nisan 2011, Salı
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.