Benim için 23. Akbank Caz Festival`i dün akşam başladı: Enrico Rava Tribe featuring Gianluca Petrella. Tuncel Kurtiz’in de olmasını beklediğimiz bir konserdi. Olmadı, olamadı, ona sevgilerimizi yolladık, harikulade bir müzikle birlikte. Rava’nın neden Petrella’yı bağrına bastığını çok iyi anlıyoruz. Kendisi de hem iyi bir trompetçidir, hem de İtalyan cazcıların yolunu açan kişidir. Gençleri yetiştirmesiyle tanınır. Rava-Petrella paslaşmaları, kulağımızın pasını sildi. Benimkinin de... Ancak, Rava’nın grubu da ille öne çıkmaya çalışmayan çok sağlam bir grup. Özellikle davulcusu Fabrizio Sferra’ya saygılarımızı yolluyoruz.
* * *
Bugün, çok sevdiğimiz John Surman’ın ardından CRR’de çalacak olan Mare Nostrum’a gelince, üçünü de ayrı ayrı tanırız. Fransız akordiyon (ve bandoneon) üstadı Richard Galliano, İsveçli piyanist Jan Lundgren ve “Lost Chords” ile birlikte de izlediğimiz İtalyan trompetçi (ve flugelhorncu) Paolo Fresu. Albümlerini çalmışızdır, dinlemişizdir. Hatta üçünü bir arada da izledik. Beş yıl önce Mare Nostrum adıyla İstanbul Caz Festivali’ne gelmişlerdi. Yanlış hatırlamıyorsam, şahsen benim favori festival mekânlarımdan biri olan Arkeoloji Müzesi Avlusu’nda sahneye çıkmışlardı. Mare Nostrum, yani “Bizim Deniz”.
* * *
Gerçi Akdeniz’e yeni bir yabancı ad takılmasına ihtiyacımız yok pek, ama Mare Nostrum – Bizim Deniz anlamına, Latince bir isimdir. Çeşitli siyasi emellerle ya da halk kahramanları için kullanıldığı görülmüştür. Albümün ve Lundgren bestesi olan parçanın adını görenlerin adına ise, ilk olarak Baltık Denizi gelmişti. İsveçli piyanist, ülkesinin güneyindeki Ystad kasabasında, bu denizin kıyısında yaşıyor. Hatta 2007’de bu üçlü de Jazz Baltica’da çalmıştı. Lundgren ile Lars Danielsson aynı yıl yaptıkları çok farklı albüm “Magnum Mysterium”u da akla getiriyor sanki.
* * *
Galliano, Lundgren ve Fresu, beş yıl aradan sonra 23. Akbank Caz Festivali’nde 28 Eylül Cumartesi akşamı bir kez daha İstanbullu hayranlarının karşısında olacaklar. Mare Nostrum, onların hayata geçirdiği bir proje. Oluşum olarak da ilgi çekiyorlar: akordiyon, piyano, trompet. Tuhaf bir oluşum ama sonuç çok parlak. Birbirlerinin ışığını çalmaya hiç niyetleri olmadığını biliyoruz. Hem albümden, hem sahneden. Bize, müzik türlerinin farklı üslupların arasındaki duvarların da ne kadar çabuk eriyip akabileceğini gösteriyorlar.
* * *
“Mare Nostrum”, bir anlamda 1950’lerin Paris’inden esintiler getirmişti. Bir eleştirmenin dediği gibi Edith Piaf, Jacques Brel, Miles Davis, Maurice Ravel, Josephine Baker, ille de Charles Trenet’nin ("Que Reste-T-Il de Nos Amours?") gölgeleri. Valsler de vardı, kabare müziği vesaire. Bir de Antonio Carlos Jobim bestesi. Dörder beste Lundgren ile Galliano’dan, iki tane de Sardinya’nın medar-ı iftiharı Fresu’dan. Bir tanesi, "Mio Mehmet, forse il destino m`impedira di rivederti", yani, Nâzım’ın şiiri “Memede Son Mektubumdur”dan iki dize: “Nasip olmayacak Memed`im yavrum, / seni bir daha görmek”ten almıştı adını. Fresu, kitapçıkta onun için kullanılan “Sesin ehlileştirilmez şairi” tanımını besteci olarak da, icracı olarak da hak ediyor.
* * *
Aslında Avrupa cazının bir ‘Süper Trio’su olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hepsi büyük cazcılarla çalıştılar: Paolo Fresu Carla Bley (“Lost Chords” macerası), Gerry Mulligan, David Liebman, Dave Holland, John Abercrombie, Jim Hall and Toots Thielemans ile; Galliano, George Mraz, Al Foster, Ron Carter, Chet Baker ve Jan Garbarek’le; Lundgren ise Johnny Griffin, Benny Golson, Herb Geller, James Moody ve Stacey Kent ile.
* * *
Richard Galliano, swing’den olabildiğince uzak olmakla suçlanan akordiyonun savunma görevini üstlenmiş gibi geldi, enstrümanını ortalık yere yerleştirdi. Bunda Tango Nueveo’nun yaratıcısı, arkadaşı Astor Piazzolla’ya duyduğu hayranlığın da etkisi olsa gerek. Ne kadar tutkun hayranları olduğunu çok iyi biliyoruz. Bir ara radyoda onun albümlerini çalmaktan baş alamıyorduk. Akordiyon öğretmeni Lucien Galliano’nun oğlu Richard, enstrümanını çalmaya dört yaşında başlamıştı. Akordiyonla birlikte armonu, kontrpuan ve trombon da öğrendi. Clifford Brown’ın müziğini keşfedince, 14 yaşında caza yöneldi. 1973’te Paris’e göçtü, gerçek cazcılarla çalmaya başladı. Yirmi yıl kadar sonra da, Piazzolla’nın tavsiyesiyle, köklerine döndü ve geleneksel repertuvarı (Valse-Musette, Java, Tango) ona hem hayran kazandırdı hem de iki yıl sonra Caz Akademisi’nin Django Reinhardt Ödülü’nü getirdi. Galliano, her tür müziğe damgasını vurabilen çok derece çok-yönlü bir müzisyendir. Mirasını devretmek için, babasıyla birlikte ödüllü bir akordiyon metodu yazmıştı.
* * *
İsveç`te aslında çok ünlü bir tenisçi olan Jan Lundgren, müziğe olan yeteneğini 1980`li yıllarda caz ile keşfetti. 1994`te yayınladığı ilk albümü "Conclusion" ile müzik dünyasında başarılı bir yer edindikten sonra, 2003 yılına kadar grubuyla toplam yedi albüm kaydetti. 1997’de "Swedish Standards" isimli albümü başarılı albümler sırasında üst sıralarda yer aldı. Lundgren, 2008`de İsveçli yönetmen Ingmar Bergman anısına kaydettiği "Magnum Mysterium" albümünü yayınladı. Ünlü piyaniste grubunda davulda Zoltan Csörsz ve kontrbasta Mattias Svensson eşlik ediyor. Lundgren, son olarak grubuyla beraber Avrupa’nın farklı ülkelerinden caz eserlerini yorumladıkları "European Standards" albümünü çıkardı. Lundgren, birlikte yürüttüğü müzik ve spordan birini tercih etme durumunda kalana kadar dünyanın en iyi tenisçilerinden biriydi. Sonra tercihini caz lehinde kullandı. Derin caz bilgisi, Great American Songbook’a hakimiyeti ve yeteneği sayesinde hem büyüklerle çalışıyor, hem de ödüller alıyor. Lundgren daha çok solo çalışmaları ve kendi üçlüsüylü olan konser ve kayıtlarıyla bilinir.
* * *
Lost Chords’un bulduğu Fresu’ya gelince o da enstrümanıyla on bir yaşında tanıştı, cazı da 1980’de keşfetti. 1984’te Cagliari Konservatuvarı’ndan mezun oldu. Altı yıl sonra en iyi İtalyan müzisyen, en iyi grup (Paolo Fresu Quintet) ve en iyi kayıt (‘Live in Montpellier’) ödüllerine uzanmıştı bile. Paris’te Bobby Jaspar ödülünü aldı, En İyi Avrupa caz müzisyeni olarak, Avrupa müziği Oscar’ı ‘Django d’Or’a hak kazandı. Bildiklerini öğretmen olarak aktarmayı sürdürüyor. Mare Nostrum onun “Geleceğin cazı, ancak başka kültürlere açılarak hayatta kalabilir” görüşünden yola çıkıyor.
* * *
Dünkü konserin sonunda editörüm sahne arkasına gittiğime göre, Enrico Rava ile konuştum mu diye sordu. Eh, konuştum ama söyleşi sayılmaz. Kendisini ilk kez BİLSAK Caz Festivali’nde Dino Saluzzi ile geldiğinde ‘live’ izlediğimi, o gün bugün de kaçırmadığımı söyledim. O gelişlerinde birkaç gün kaldıklarını söyledi. Hatta “Rehberimizin adı neydi, hatırlıyor musun?” diye sordu. O kadar da uzun boylu değil. Kendisi Ortaköy Ziya Bar’ı hatırlıyor. Genç Rava, gömleğini dalgalandırarak mekâna gelmişti. Çaldı mı bilemiyorum. Galiba sahnede Armen Donelian vardı.
* * *
Yıllarla birlikte kulağımızdaki müziğe, zihindeki nice anı da eşlik etmeye başlıyor böyle...
Sevin Okyay
28 Eylül 2013, Cumartesi
Cazkolik.com
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.