Müzisyenden dinleyicisine aracısız
Müzik yayıncılığı ekonomisinin değişimi sürüyor. Bırakın daha eskiyi, ikibinlerin başındaki şartlar bile değişti. Müzik şirketleri üzerinden yürüyen yayıncılık sektörü bugün artık sanatçıların işlerini bireysel satış imkanlarının internet sayesinde artmasıyla sektör kurallarının değişmesi de sağlanıyor. Dev müzik şirketlerinden oluşan koskoca sektör geleneksel albüm satışları üzerinde adaletsizliğiyle bir dönem kaya gibi sağlam ve yıkılmaz görünürken, hatasıyla, eksiğiyle, yerine oturmamışlığıyla yeni ve özgür (ama mutlaka sorunları olan ya da çıkacak) yeni dönem kendi şartlarını oluşturuyor. MySpace gibi platformların sağladığı özgürlük ve kolaylığın üzerine `digital stream` yayıncılığın müzikseverleri müziğin basılı malzemesine değil ama sınırsız dinleme imkanına sahip olma fikrini aşılarken Bandcamp gibi daha yeni platformlar müziğin kendisine, yani `dosyasına` sahip olma imkanını paralel kulvarda genişletmeye başladı. Üstelik, bu kulvarın iyi alıcısı olduğu görülüyor. Bir yerde, üreticiden tüketiciye dersek daha doğru olur. Bandcamp`in önceki hali gibi görünen doğrudan CD satışı yapan CDBaby gibi platformlar da MySpace gibi ilk nesil kaldı ve değişim onları da etkiledi. Yanısıra, iTunes, Amazon gibi dev platformlar, özellikle Amazon uyumluluğu sayesinde her tür müzik satışında hâlâ lider olmayı sürdürüyor. Bu konu çok boyutlu, tek PUL`la olacak gibi değil, yeniden geri dönmek üzere şimdilik burda kesiyim ama hemen altta başka işin bir yanıyla devam ediyorum.
Tahammül edilemeyen müzikler
Yukarda müzik şirketlerini kötüledim, haklıydım ama şimdi burda haklarını bir miktar teslim etmem lazım. Özgürlük iyi bir şey olsa da ortalığa saçılan her müziğin iyi olduğunu kimse söyleyemez herhalde, insan bu platformlarda biraz uzun dolanınca müzisyenler evlerindeki çöplüğü buralara boşaltmış hissine kapılıyor bazen ne yalan, işte, tam da bu yüzden [bazı] müzik şirketlerine hâlâ ihtiyacımız var diyorum. Bandcamp`in .bandcamp uzantılı firmalar bölümü var, burada keşifler yapabilirsiniz. Bildiğim bir firma olmakla birlikte İngilizlerin yeni yıldızı Nubya Garcia`lı jazz:refreshed mesela, yine İngilizlerin Jazzman Records da öyle, Helsinki`li We Jazz Records`u zayıf buldum, Hamburg`lu JazzLab de bana çok uygun gelmedi ama Hanover`lı Agogo Records ilginç. Bu bölüm hâlâ gelişmeye muhtaç olsa da iyi şeylere rastlanabiliyor. Bandcamp`in son 30 günde 288 milyon dolar ciro elde ettiğini de söyleyerek tamamlıyım gerisi sizin keşfinize kalsın.
Yeni nesil hırsızlıklar
Bu hafta bu konuyu biraz uzattım ama hepsini tek bir yerde toplamak faydalı olur diye önceki iki PUL konusuna son kez başka bir açıdan değineyim. Mayıs başı Zorlu PSM Caz Festivali`nde izleyeceğimiz Jason Moran`la yapılan yeni bir röportajı çok yakında yayına gireceğiz. O röportajda Moran`ın sözünü ettiği bir konu var, kendisi isim vermese de anlıyoruz ki bir arkadaşı ondan izinsiz Bandcamp`te müzikal bir malzemeyi kendi ismiyle satışa girmiş. Moran da haklı olarak şikayet ediyor. Moran`la ilgili konu bu kadar ama konunun kendisi genel olarak önemli. Sanırım arkadaşlık ilişkileri içinde böylesi haksız çok fırsata, hadi adını söyleyelim hırsızlığa açık bir alan dijital platformlar. Muhtemelen böyle şeyleri daha sık duyacağız, hatta, eminim sizin de bildiğiniz, kulağınıza gelen pekçok olay vardır.
Ona yüzyılın Amerikan şairi deniyor
Bizim buralarda bir dolu rap ve hip hop müzisyeni var, onlar farkında mı mesela? Ya da bu müzikle ilgili konular basında sık rastlıyorum ama `yaşayan en büyük rap canlısı` (tespitin sahibi The Guardian`dan Dorian Linsky`dir) Kendrick Lamar`ın Pulitzer ödülünü alması nedense bizde hiç haber olmadı (ya da ben görmedim), oysa, ortada büyük bir olay var. Amerika`nın saygın ödülü ilk kez 1943`de William Schuman`ın "Secular Cantata No.2"sine gitmişti, ilk caz Pulitzer ödülünü Wynton Marsalis`in "Blood on the Fields" ile almıştı, o zamandan beri sadece Ornette Coleman ve Henry Threadgill bu ödülü alabildi. Son dönemde Pulitzer ödülünün eski saygınlığını yitirdiği söylentileri arasında geçen sene Bob Dylan`ın Nobel kazanmasına benzer bir etki yarattı bu yıl Kendrick Lamar`ın "Damn" albümüyle ödül alması. Üstelik, Dylan`ın ödülüne sevinen kadar karşı çıkan da olmuştu, Lamar`ı herkes ayakta alkışlıyor. (Ben Linsky`nin yazısından faydalandım size de tavsiye ederim). Bu arada, Amerika`da Lamar üzerinden bir tartışma yürüdüğünü öğreniyoruz, kimi rap`çiler de Lamar`ın Afrikalı Amerikalılara ırkçılıktan daha fazla zarar verdiğini söylüyor. Bence bu konu daha çok su kaldırır.
Cazın yüzyıllık hikayesi
Cazın hikayesini bizzat Amerikalı starlardan dinlemek hikayenin orijinaline yahit olmak gibi olacak. Peki bu nasıl olacak? 3 mayıs akşamı CRR`de olacak. Aslında bu konserle ilgili özel haber gireceğiz siteye ama çift dikiş olsun, buradan da hatırlatıyım. Saksofon ustası Vincent Herring`in "Caz Orkestrasının Öyküsü" isimli bir orkestrası daha doğrusu big bandi var. 1917 yılında başladığı kabul edilen ve geçen sene 100. yılını kutladığımız ilk caz kaydının hikayesiyle, diğer anlamıyla caz yüzyılının hikayesiyle özdeş. Bu kutlama amacıyla hepsi star isimlerden oluşan orkestra ilk kez Viilage Vanguard`da konser verir ve ardından Avrupa turnesine çıkar, işte, bu kadroyu turne kapsamında 3 mayıs akşamı CRR`de izleyeceğiz ve bence yılın en çarpıcı konserlerinden biri olacağı şüphesiz. Konser aynı zamanda bir anlatıcıyla birlikte yüzyılı anlatan değişik bir sahne olacak. Bugünden hatırlatıyım dedim.
Kaykay ve caz mı?
Jason Moran`ı her zaman sevmişimdir, renkli biri olduğuna inanıyorum ama ondan caz tarihine dair yeni bir şey öğreneceğim aklıma gelmezdi, meğer hem de ne ilginç bir şeymiş; Kaykay ve caz. Yakınlarda "Jazz at the Kennedy Center" sanat direktörlüğü görevini de üstlenen Moran kişiliğinde farklı yönleri buluşturan renkli biri. 2013`de mesela yaptığı bir projenin içinde kaykaycılar da varmış. Bilmiyordum, kaykay bilhassa seksenli yılların video art dönemi bir şekilde cazla adı sık anılan, bu dönem çekilen kliplerde kendine yer bulan, özellikle Guy Mariano isimli ünlü kaykaycının yer aldığı videolar bir nevi kült muamelesi görüyormuş. Merak edip bu filmlerin birini izledim, YouTube da var ama pek birşey anlamadım, cazla nasıl bir ilişkisi olduğunu çözebilmiş değilim ama Moran öyle diyor, hatta, resimdeki 2015 konserinde o çalarken yanında ünlü kaykaycılardan Steve Caballero da var, o da kayıyor herhalde. İlginç.
El bombası da değildir...
Müzikte sadece yayıncılık yöntemleri değişmiyor, kayıt ve stüdyo teknikleri de sürekli değişiyor. O işlerden anladığımı pek söyleyemem ama fotoğrafta gördüğünüz şeyin bir futbol topu olmadığını bilin. Zylia isimli bu mini top üretici firmanın iddiasına göre stüdyo ses kayıt teknolojisinde devrimmiş. Hadi firmanın abartı kısmını indirimli düşünün ama yine de ilginç olduğu kesin. En önemli yanı ise üç boyutlu kayıt yapabilmesi, farklı enstrümanları ayırdedip farklı kanallara aktarabilmesi (bunu nasıl yapıyor acaba?), her bir enstrümanın doğal akustik rengini muhafaza edebilmesi ve tüm bunları USB bağlantısıyla yapabilmesi. Tanıtım videosunda stüdyoda dört müzisyenin ortasına koyuyorlar, tek bir kablo var, herkes şaşırıyor filan. Dediğim gibi, pek bildiğim bir alan değil ama bana biraz fazla kolay geldi. Bu konuları takip edenler bir baksın derim. Sloganları da `dünyanın ilk portatif kayıt stüdyosu`.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 23 Nisan 2018, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.