Marshall Allen 95 yaşında ve hâlâ çalıyor
Birkaç sene önce Japonya’da 100 yaş sınırını geçen kişi sayısının 100 bini aştığını okumuştum, yenileri de eklenmiştir. Dünya nüfusunun yaşlanması birçok bakımdan tartışılıyor ama bir bakıma bu insanların bir bölümü halen aktif olarak işini sürdürebiliyor. Diğer deyişle, ilerleyen yaşlarına rağmen gençliklerindeki gibi yaşayan çok insan var. Müzisyenler bu insanların önde gelenleri. Sun Ra Arkestra’nın kurucu kadrosundan Marshall Allen’ın 95 yaşında olmasına rağmen SF Jazz Center’de 4 gece performans göstereceğini duydum. Lee Konitz oturarak da olsa halen ara ara çalıyor ki o da o yaşta. Wayne Shorter doksanına merdiven dayadı ödüllere doymuyor. Bu isimlere 86 yaşındaki Wilie Nelson’ı, 79 yaşındaki Phil Leh’i, 75 yaşını aşan Mick Jagger ve Keith Richards’ı ekleyelim mi? Jagger hâlâ en az iki saat sahnede dans edip şarkı söylüyor. Cazda ileri yaşta çok sayıda insan var bu şekilde ve giderek artacak görünüyor. Eskiden 60’lı yaşlarda hayat biterdi, belli ki artık ikinci hayatlar yeni başlıyor. Bu arada, David ‘Fathead’ Newman ile Ron Carter’ın birlikte albüm çıkardığını ekliyim. Sonny Rollins 90’da emekli oldu ama Jimmy Heat hâlâ çalıyor.
İki resimde Valadon`a ait. Solda kendi, sağda Satie.
Erik Satie’nin ressam Suzanne Valadon’un sevgilisi olduğunu bilmiyordum. Valadon malum Utrillo’nun annesi. Satie hali vakti yerinde burjuva ailenin bohem ruhlu besteci oğlu. Ünlü Gymnopedie’lerini yazdığı sıra aile konforunu terkedip Montmartre eteklerinde sefil bir odada yaşamaya razı olur. Geçinmek için Cabaret Noir’da ikinci piyanist olarak çalışır. O sıra kendinden bir yaş büyük garson kız Suzanne Valadon ile tanışır. Valadon Fransız resminin hakkı yenmiş kadınlarından. Böyle başkaları da var. Çok ünlü Degas’lar, Renoir’lar tarafından resimleri beğenilip övülse de neticede ressamlara çıplak modellik yapan garson bir kadındır. Tanıştıkları o gece saat üçtür. Valadon kafede o sıra çıktığı sevgilisiyledir. Satie de onlara dahil olur. Aralarında çekim olur, aşk için engel yoktur. Valadon o sıra modellik yapmaya devam ederken Satie’de “Dog for Three Real Boneless Preludes” gibi atonal besteler yapmaktadır. O bestelerde Valadon’un etkisi nedir acaba? Söyleyim, Satie bunları aşk şarkısı olarak bestelemişti. Satie Valadon’a tutkuyla bağlıdır. Valadon’da Satie’nin portresini yapmıştı. Satie öldüğünde portre de odasındaydı.
Keşke orda olsaydım dedirten harikulade bir canlı kayıt
Bir parça ismi sizi bir albüme bağlar mı? Bağlamaz mı... Hem de ne bağlar. İşte, beni bağlayan bu parça mesela; “Be Careful It’s My Heart”. Kısacık bir caz parçası ama o kadar güzel ki. O kısacık süreye şarkının içinde yer etmiş tüm duyguları mükemmel sığdırmışlar. Kalpten ve içten bir beste. Sırrını anlatıyım. Paul Motian bizde hakettiği ilgiyi görmüş biri değildir bence. Belki dünyada da öyle, emin değilim. 2010 yılında yayınlanan albümü “Lost in a Dream” bir canlı kayıt. Yanılmıyorsam Village Vanguard kaydı. Motian ölmeden önce bu albümdeki ekiple çalıyordu. Piyanoda Jason Moran, saksofonda Chris Potter. Kontrbas yok. Albümdeki parçaların çoğu Motian bestesi, biri hariç, “Dikkat et, o benim kalbim” denilen beste. O bir Irving Berlin bestesi. Albümde harika kompozisyonlar var, mesela “Casino” gibi. Eski versiyonları da buldum, sanırım en iyilerden biri Motian’ın kaydettiği. Claude Tornhill orkestrası da iyi çalmış. Yeni kuşaklar nedense ilgi göstermemiş bu kısa şarkıya, saksofoncu Harry Allen hariç. İyi saksofoncudur ama Motian kadar kırılgan, zarif bir kayıt değil. Şimdilik galip Paul Motian. Zaten albüm çok iyi.
Devir artık EP devri
Albüm formatı hızla değişiyor farkında mısınız? Değişimin en yavaş olduğu müzik caz, belki hiç değişmeyen tür klasik, klasiği dışarda tutarsak, popüler müzikler genellikle klasik albüm formatından EP yani 5-6 parçalık formata döndü. Hatta, caz bile öyle. Son sıra rastladığım yeni albümlerin önemli kısmı öyle. Albümlerin formatı içine basıldığı malzemeyle ilgiliydi. Hatırlarım, kasetten CD’ye geçiş de böyle olmuştu. CD 70 dakikalık müzik alıyor diye albümlerin parça sayısı çoğalmıştı, birçok müzisyenin durumdan şikayet ettiğini hatırlıyorum. Müzik firmaları müzisyenleri epey zorlamıştı, sanki ille tıka basa doldurmak gerekirmiş gibi. Firmalar bu durumu müziksevere saygı ölçüsü olarak algılıyordu. CD içine 30, 40 dakikalık şarkı yüklemek cesaret işiydi ve pek kimse cesaret edemezdi. Şimdi ortada malzeme kalmadı, koşulları belirleyen yuvarlak şeyler yokoldu ama henüz ‘albüm’ fikri de yok olmuş değil. Kafalar karışık. Devir single devri ama bir anda dönüşülmüyor, şimdilik EP adıyla albüm boyu kısaldı, yakında tek parça hakimiyeti bağımsızlığını ilan eder. Caz mı? Cazda klasik albüm formatı bir süre daha gider, sonrasını bakıp izleyeceğiz. Allah kerim.
İyi bir sanat tüketicisi olmak?
Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki ülkemiz sanatseverleri, daraltarak söyleyim cazseverleri, eğer ülke gündemi sakinse cazda neler olup bittiğini daha çok merak ediyor, sanatla daha fazla ilgileniyor, daha çok kulak kabartıyor, okuyor. Bunca yıldır Cazkolik’in editörü olarak bunu rahatlıkla gözlediğimi söyleyebilirim. En yeni durumu son İstanbul belediye başkanı seçimlerinde yaşadık. Seçim gününe kadar herkes sadece seçime odaklanmıştı, ‘Miles Davis meğer ölmemiş arkadaşlar’ diye başlık atsam, bağırsam, çığırsam emin olun kimse dönüp bakmayacaktı, o derece yani, seçim bitti, gündem yavaş yavaş sakinleşmeye başladı bir baktım cazseverler de yavaş yavaş geri dönüyor. Tabii, istanbul Caz Festival döneminin gelmesinin de etkisi var ama ondan daha fazla bir ilgi bu dediğim. Attığımız twitlere ilgi bile en az iki katı. Demek bizde ikisi birarada yürümüyor. Sadece tek bir şeye konsantre olabiliyoruz. Oysa, hayata dair sayısız çeşitlilikte konu var, kimine daha fazla kimine daha az ama hepsine hayatımızda yer olmalı.
Parkan Özturan kalpten bir sanat emekçisiydi
Oldukça nev-i şahsına münhasır biriydi Parkan. Üniversite yıllarımın arkadaşı. Renkli, eğlenceli, espirili, hınzır, zeki, fırlama bir İstanbullu... Sokağı iyi bilirdi, herkesi tanırdı, çevresi geniş ve renkliydi. Birlikte Beyazıt’ın öğrenci kahvelerinde kanyaklı çaylarla King oynamışlığımız çoktur. 12 Eylül darbesi sonrası YÖK kılık kıyafet adı altında sakal neyim her şeyi yasaklayınca kayıtlarımızın silineceği açıklanana kadar okula gitmemiştik, Parkan sakallı değildi ama o da bizimle gitmemişti. Pazar günü Parkan’ın ölümü haberi geldi. Uzun yıllardır görüşmedik. Ağır şeker hastası olduğunu biliyordum. Ayağı kesildiğinde durumun önemi anlaşılmıştı. Aslında, daha üniversite sonrası hayat yollarımız ayrılmıştı ama hep yakın ortamlardaydık. Bizler üniversite arkadaşıydık ama esas arkadaş takımı daha önce okuduğu konservatuvar arkadaşları ve tiyatroculardı. Hep birlikte parasızdık. 1984 olmalı. O sıra Dünya gazetesinin sabahları gazete dağıtıcıları aradığını duymuş, birkaç arkadaş bize de haber vermişti. Seksenlerin başı. Kahvaltı niyetine her sabahın körü Cağaloğlu yokuşunda çay içer Kürt böreği yerdik. Çaylar iğrençti ama o börekler meğer gerçekten insanı sıkı tutarmış. Sonra ders mers hak getire, bütün gün okulda fırlamalık yapardık. Onunla ilgili arada haber gelirdi, bazen gazetelerde ismi çıkardı. Oyunlar, tiyatrolar vs. Edebiyat çevresini, yayıncılık dünyasını iyi bilir, takip eder, yayınevlerinde çalışırdı. Şimdi şu fotoğrafına bakıyorum da, en zor anlarında bile yüzünden o muzip gülümseme hiç eksik olmamış.
Efsane olma yolunda
Caz dünyasının kritik markalarından biridir Down Beat. Bu yıl 67. geleneksel eleştirmenleri seçimlerini sonuçlarını yayınladı. Popüler müzik dünyası bakımından değilse de caz dünyası bakımından Grammy’ler kadar önemlidir Down Beat seçimleri. Yılın albümünü Wayne Shorter’ın Emanon albümü aldı. Şaşırdık mı. Elbette şaşırmadık. İster hatır, ister saygı deyin bu ciddi bir tercih. İkinci sıradaysa Cecil McLorint Salvant’ın “The Window” albümü var. Salvant’ın yılın sanatçısı seçildiğini de gözönünden bulundurursak ve emektar nesli hariç tutarsak esas kazanan ismin bu harikulade kadın olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hakediyor mu? Evet, ediyor. John Coltrane’in “Both Directions” albümü Historical Album of the Year seçilmiş, bu da normal. Bence bu seride çıkan diğer albümler de hayli önemli. Benim sevindiğim bir kazanan da Yılın Grubu dalında Fred Hersch oldu. Maria Schneider de Big Band dalının kazananı. Yılın Kadın Şarkıcısı yine Cecile McLorint Salvant, Yılın Erkek Şarkıcısı gediklilerden Kurt Elling, Yılın Bestecisi Maria Schneider, Yılın Aranjörü de Schneider ve Yılın Müzik Firması 50. Yılını kutlayan ECM olmuş. Kayırma, kollama işleri var mıdır, elbette vardır, şüpheniz olmasın ama bu insanların haketmediğini söyleyecek biri çıkar mı? Sanmam.
Çok sayıda ödül aldı
Eğer caz tarihinde insanların efsanevi kimliklerini bir kenara bırakıp sadece ama sadece sesiyle değerlendirmeye kalkarsanız Cecile McLorint Salvant’ın bence en iyilerden biri olduğunu farkedeceksiniz. Hem de tüm zamanların en iyilerinden. Dediğim gibi, bunun için zihnimizdeki efsanevi bagajlardan kurtulmak gerek. Down Beat dergisinden aldığı başarı sonrası yaptığı röportajı okurken kafamdaki imajıyla örtüştüğünü farkettim. “Çok az sayıda insan beni gerçekten geriye bakan bir tür gelenekselci olarak görüyor” diyor röportajında. Kendi kimliği hakkında baştan beri bilinçli davrandığını sanıyorum. Müzik firmalarının ya da menajerlerin onu itip kakabildiğini sanmam, baştan çizdiği bir çizgiye uyduğu izlenimi veriyor. Röportajında söyledikleri bunu bariz doğruluyor zaten. Bu gelişim için piyanisti Sullivan Fortner’ı ayrı yere koyuyor. “Onunla ilk söylediğimde birbirimizin aklını okuyor gibiydik, ilk defa kendim olabileceğimi hissettim” diyor. Şimdi, bize düşen “The Window” albümünü oturup yeniden dinlemek. Piyano-vokal ikilisinin saflığa ne kadar yaklaştığını göreceksiniz.
Kelimelerin yerini alan mini semboller
PUL’un eski yazılarından birinde emojilerden bahsetmiştim. Geçen gün o yazı üzerine emojimore web sitesinden bilgilendirici 2 info grafik geldi. İnternette bu tip bilgilerin çok ilgi gördüğünü biliyorum, nedenleri ayrıca konuşulmaya değer. Buna başlık olarak “Emoji Gerçekleri” diyebilir miyiz? Emojiler neden kullanılıyor sorusunun cevabında ‘ne düşündüğümü tarif ediyor’ seçeneği %70 oranında ilgi görmüş, ‘diğer insanların beni anlamasını kolaylaştırıyor’ seçeneği %65, ‘klavye kestirmesi’ seçeneği %38, başlıktaki ‘iletişim kurmanın çağdaş yolu’ seçeneği en az %24. Başka opsiyonlar da var. Mesela 25 yaş altı %72 yoğunlukta kullanıyor, 25-29 yaş dilimi %76, 35 yaş üstü %62. Oranlar kesinlikle yüksek. Bu info grafiklerde başka ilginç bilgiler de var. İnternet kullanıcısının %92’si emoji kullanıyor. Nerdeyse tamamı. Kullanılan emojilerin %45’i mutlu yüz emojisi. Günde 6 milyar emojinin kullanıldığı belirtilmiş ve son olarak en yoğun kullanılan sosyal medya uygulaması Twitter’dan en çok kullanılan emoji gözünden yaş akarak gülen emojiimiş. Web sitesine girip daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Hemen tık diye oraya kondurulan bir bulut
Bob Ross’u hatırlamayan var mı? Şuraya şimdi mutlu bir küçük ağaç konduralım diyen Bob Ross. Milyonlarca insana resim yapmayı zevkli ve neşeli bir uğraş haline getiren, sanki çok kolaymış gibi gösterebilen Bob Ross. Saçlarıyla ikona dönüşen Bob 1994 yılında öldü ama yaptığı o yüzlerce resim ne oldu? Open Culture’da aynı soruyu sormuş. Bu kadar ünlü bir adamın resimleri müzayedelere düşmez miydi? İşin bu kısmı ilginç. Smithsonian National Müzesi’ne bağışlanan birkaç resim hariç ortada adamın resmi yok. Muhtemelen o programlarda 400’ün üzerinde resim yaptığı sanılıyor. Sanatsal değeri yok ama popüler değeri yüksek. New York Times bir video hazırlayarak konuyu anlatmış. Resimler kızı ve annesinin onayı ile Virgina Herndon’daki bir depoda ortaya elden çıkarılmadan düzgünce korunuyormuş. Yani, ortalıkta Bob Ross’un olduğu söylenen resimler varsa bunların sahte olma ihtimali yüksek. Bob hayattayken kendi adını taşıyan boya markası, eğitim kitapları ve resim malzemeleri üretmiş, bunlardan iyi gelir elde ettiği söyleniyor. Resimlerin elden çıkarılmaması da bu stratejinin parçası sanırım.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 15 Temmuz 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.