Robert Redford'un ardından hatırladığım filmler

Robert Redford'un ardından hatırladığım filmler

 

Robert Redford'un sinemada izlediğim ilk filmi "Akbabanın Üç Günü" idi, Redford'un ölümü bana o yıllarda izlediğim şu filmleri de hatırlattı

 

 

Robert Redford'un 89 yaşında öldüğünü okuduğumda nedense çok şaşırdım, sanki hep aynı yaşta kalacak ve hep filmlerin içinde onu görecekmişiz gibime geliyordu.

 

Elbette ileri bir yaş ve elbet ölüm bir zaman olacaktı. Niye, neden, nasılın cevaplarını bilmiyorum, önemli değil, zaten haber yapmak değil Robert Redford ile zihnimde beliren bazı filmleri hatırlamak, aktarmak istedim. Uzun yıllar boyunca onu sinema perdelerinde takip etmiş bir izleyici olarak üzerimde hakkı kalmasın, ondan iyi bahsetmenin şimdi tam zamanıdır.

 

Hatıralarımı başa sardığımda yetişkin izleyici olarak izlediğim ilk filmi "Akbabanın Üç Günü" idi sanırım. Amerikan filmlerinde yetmişli yılların atmoferini severim. Muhtemelen John Carpenter, Brian de Palma, Sydney Pollack gibi ustaların gözünden izlediğim için o dönem aklımda belirgin şekilde yer etmiş ama bu filme yazının sonunda değineceğim.

 

 

 

Costa Gavras; "Z"

 

 

O filmlerin ilki Costa Gavras'ın "Z - Ölümsüz" filmiydi, film 1969 tarihli ama ben yetmişlerin sonunda, muhtemelen Taksim Sinematek'te izlemiştim. Sinematek, Taksim meydanında, 1 Mayıs 1977'de onlarca insanı katledildiği saldırıda insanların sıkışıp kaldığı Kazancı yokuşuna yakın yerde, daracık merdivenle kıvrılarak inilen bir yerdi, daha sonra, Sinematek olmaktan vazgeçince uzun yıllar sinema camiasına hitap eden Taksim Sanat Evi isimli bar olarak hayatına devam etti. Basık, ahşap dekorlu, sigara dumanından gözün gözü görmediği ama çok popüler bir yer bardı. Gavras'ın solcu milletvekili Lambrakis suikastini anlatan "Z" filmi beni müthiş etkilemişti. Yunanistan'da da, Türkiye'de de nerdeyse her gün suikast haberlerinin geldiği yıllar. Ne harika insanlar ölüp gitti. Gavras'ın sinema dilinin Yılmaz Güney'in üzerinde etkili olduğunu da düşünüyorum.

 

 

 

John Schlesinger; "Marathon Man"

 

 

Bir diğer film "Marathon Man", hepsi aynı dönem, altmışların sonu, yetmişlerin başı ile seksenlerin başı arası. Bizde "Vahşi Koşu" adıyla oynamıştı, ne saçma tercüme. 1976 çevrimi. Dustin Hoffman, Laurance Olivier, Roy Scheider gibi dev oyuncuları keşfettiğim ilk film. Bu filmin de unutulmaz bir sokak atmosferi vardı. Hem Hoffman'ın, hem Olivier'nin rollerindeki başarısı emsalsizdi. Artık böyle filmler çekilmiyor dersem haksız mı olurum? Olivier'nin kaçak Nazi subayı rolünde ruhu silinmiş ürkütücü donuk bakışları, New York'ta sokakta yürürken toplama kampından kurtulmuş ama ruhen hâlâ orada kalmış yaşlı kadının "Ölüm Meleği"ni tanıdığı kovalamaca sahnesi ve elbette dişçi sahnesi... Bu filmlerin hiç birinde dijital marifet yoktu ama gerilim ve duyguyu aktarmada gerçekten başarılıydılar.

 

 

 

Costa Gavras; "Missing"

 

 

Bir diğeri "Missing". Komedi filmlerinde izlemeye alıştığımız Jack Lemmon'ın devleştiği film. Lemmon yaşlandığı için gençlik günlerindeki rolleri bulmakta zorlanıyordu, bu film oyunculuk gücünü göstermesi bakımından muhteşem bir fırsat olmuş, Lemmon da hakkını fazlasıyla vermişti. Bu filmin yönetmeni de Costa Gavras'dı. 1973 yılında Şili devlet başkanı Allende'yi deviren ABD destekli cunta günlerinde Şili'de gazetecilik yapan Amerikalı gazeteci Charles Horman'ın darbeciler tarafından kaçırılmasını anlatan filmdi. Babası Lemmon ve oğlunun karısı Sissy Spacek'in Horman'ı arama çabaları film boyunca başarıya ulaşamasa da Lemmon'ın baba olarak mücadelesi hafızalara kazınmıştı. Sıradan bir Amerikalı orta yaşlı vatandaş olan Lemmon'ın Şili darbesinde ülkesinin rolünün olduğunu farkettiği, Amerikalı yetkililerin kayıp bir Amerikan vatandaşının bulunması konusundaki isteksizliği gibi anlar unutulmazdı. Demek kayıp politik kişiler teması Gavras'ın en sevdiği tema imiş.

 

 

 

William Friedkin; "French Connection"

 

 

Dönemin aklımda kalan bir diğer filmi "The French Connection". Hackman'ın muhteşem kariyerinin erken dönem işlerinden. 1971 yılı çevrimi ama herhalde yıllar sonra izlemiştik. Televizyonda mı, sinemadı mı ilk nerde izledim hatırlamıyorum. Film inanılmaz sürükleyiciydi ve Hackman En İyi Oyuncu Oscar'ı almıştı. William Friedkin yönetimindeki filmi Türkçe'ye "Kanunun Kuvveti" gibi saçma bir isimle çevirmişlerdi. Filmin politik gündemi yoktu, narkotik çete peşinde ABD'den Fransa'ya uzanan dehşet bir maceraydı. Hackman'ın oyunculuk ışıltısını bu kadar parlak ancak yıllar sonra çevirdiği "Missisppi Burning" filminde görmüştüm.

 

 

 

Roger Spottiswoode; "Under the Fire"

 

 

Robert Redford'un ölümüyle hatırladığım o yılların bir diğer filmi "Under the Fire" idi. Filmin adı "Ateş Altında" diye doğru şekilde çevrilmişti. Nick Nolte ve Joanna Cassidy gibi dönemin iki ünlü yıldızını buluşturan, Nikaragua'daki Sandinist devrimi günlerinde ortalıkta koşuşturan iki gazeteciyi anlatan unutulmaz bir filmdi. Gene Hackman bu filmde de vardı ama onun sahnelerini pek hatırlamıyorum. Sanırım Joanna Cassidy'nin bağlı olduğu gazetenin yöneticisi ve sevgilisiydi. İki gazeteci, ABD destekli darbecilerin uyguladığı vahşeti görünce Sandinista gerillalarına sempati beslemeye başlamışlardı ama savaş fotoğrafçısı Nick Nolte'nin asıl amacı Robert Capa'nın İspanya İç Savaşı'ndaki gibi ölümsüzleşecek bir fotoğraf çekebilmekti. Filmde Jean-Louis Trintignant ile Ed Harris gibi başka önemli oyuncular da vardı. Filmin, yıllar sonra öğrendiğimde beni şaşırtan bir başka bilgisi de gitar virtüözü Pat Metheny'nin filmin müziklerini yapan Jerry Goldsmith'in kendisinden istediği gitar sololarını kaydetmiş olmasıydı.

 

 

 

Yılmaz Güney; "Arkadaş" ve "Sürü"

 

 

Bu seriye Türkiye'den ilave edeceğim iki film var. İkisi de Yılmaz Güney filmi. İlki 1975 tarihli Melike Demirağ'lı "Arkadaş"', diğeri benim için daha önemli olan, Altın Palmiye gibi bir çok önemli ödül kazanan, Yılmaz Güney'in hapiste iken yazıp 'içerden' Zeki Ökten ile beraber yönettiği "Sürü" filmiydi. "Sürü" 12 Eylül darbesinden bir sene önce sinemalarda gösterilmişti, iyi hatırlıyorum, filmin uzun süren tren sahnesi vardır, kamera bazen trenin içinde gezinir, bazen geçtiği bozkırları görüntüler. Sinema dilinde sert gerçekçi mi denir bilmiyorum ama Güneydoğu Anadolu'nun gerçekçi insan portreleridir. Tren köylerden, kasabalardan geçerken evlerin duvarlarında yazan sloganları okuyan sinemadaki seyircilerin bir kısmı slogan atmaya başlardı. Yeşilçam filmlerinde ağlayan insanların yerini Yılmaz Güney filmlerinde slogan atan gençler almıştı.

 

 

 

Sydney Pollack; "Akbabanın Üç Günü" ve Robert Redford

 

 

Redford'un izlediğim ilk filmi "Akbabanın Üç Günü" adıyla filmin orijinal ismine sadık kalınan "Three Days of the Condor" idi. Redford'un yanında Faye Dunaway, Cliff Robertson ve Max von Sydow gibi dönemin önde gelen oyuncuları rol alıyordu. Filmin yönetmeni Sydney Pollack'tı. Pollack önemli bir yönetmendi. İkibinlerin başlarında öldü. Eklektik bir sinema kariyeri vardı Pollack'ın ama politik gerilim filmlerini seven sosyal demokrat bakış açısına sahipti sanırım, politik gerilim temasında başka filmleri olduğunu hatırlıyorum. Redford ile 1990 yılında çektiği "Havana" filmi de yönetmenin kariyerinin önemli işlerinden biri olmuştu. O film 1959 Küba devriminin son günlerini anlatıyordu. Ama amacım bu filmi anlatmak değil, "Akbabanın Üç Günü"ne geri dönelim. "Akbabanın Üç Günü" CIA'ye bağlı çalışan ama işleri bildiğimiz türden casusluk yapmak değil de kurum adına dünyada yayınlanmış bütün kitap ve dergileri okuyup tarama görevi verilmiş bir yan kuruluşta görevli "Akbaba" kod adlı memurun -ki Robert redford oluyor- başından geçen soluksuz bir macera idi film. Büroda birbirini iyi tanıyan arkadaşların aslında casusların dünyasından uzak halleri "Akbaba"nın bir gün öğle yemeğinden döndükten sonra ofisteki arkadaşlarının vurulduğunu görmesiyle başlar. Redford'un elinde kahvelerle ofise girdiği anda gördüğü manzaranın karşısındaki dehşeti unutulmaz. Bu sayede, aslında masum görünen dünyanın arka yüzünü tanımaya başlar Redford. Filmin müziğini caz müzisyeni ve besteci Dave Grusin yapmıştı. Grusin film müziğiyle Grammy adayı olmuştu ama ödülü şimdi kimsenin hatırlamadığı bir film müziği kazanmıştı. Filmin orijinal kitabı 1974 tarihli bir James Grady romanı idi ve Aziz Üstel çevirisiyle Altın Kitaplar'dan yayınlanmıştı.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 17 Eylül 2025, Çarşamba

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.