10 Eylül 1940’ta Los Angeles’ta başlayan ve 4 Mart 2025’te 85 yaşında sona eren bir ömrün tam ortasında müzikle yoğrulmuş, ritimle şekillenmiş, melodilerle örülmüş bir hayat durdu. Ama bıraktığı izler, zamana meydan okuyacak kadar derin ve canlı. Roy Edward Ayers Jr., sadece bir müzisyen değil; müziğin ruhuna dokunmayı bilen, onunla yaşayan ve onu yeniden inşa eden bir sanatçıydı. Kariyeri boyunca cazın en yoğun anlarından soul’un duygusal katmanlarına, funk’ın enerjisinden disko ve asit cazın renkli dünyasına dek her durağa uğradı. Müziği sadece bir türde değil, bir ruh halinde aradı. Sahnede bir besteci, bir şarkıcı, bir yapımcı, bir grup lideri olarak vardı; ama hepsinden öte, vibrafonun sihirli elleriydi o. Vibrafonun sınırlarını zorladı; sadece çalan değil, ona hayat veren, onu konuşturan bir usta olarak tanındı.
The Guardian gazetesi onu boşuna “neo-soul’un babası” ilan etmedi. Müziği yalnızca dönemin değil, gelecek kuşakların da ilham kaynağı oldu. Hip-hop’tan RB’ye, asit cazdan modern soul’a kadar pek çok müzisyen onun izinden yürüdü. Özellikle “Everybody Loves the Sunshine” gibi parçaları defalarca örneklendi, yeniden yorumlandı. Roy Ayers, geride 51 uzunçalar, 109 tekli ve EP, 39 toplama albüm bıraktı. Bu üretkenlik bile başlı başına dikkate değer bir gerçeklik. Ama onun hikâyesi, sayısal verilerden ziyade, seslerle, duygularla ve yarattığı eşsiz atmosferlerle anlatılabilir. Bu yazının amacı tam da bu: Ayers’ın müzikal yolculuğunu elimden geldiğince anlatmak. Bunu, onun albüm kayıtlarını ve değişen müzik felsefesini üç döneme ayırarak incelemek yerinde olacak:
• 1963–1970: Hard-bop yılları,
• 1970–1982: Soul, funk ve proto-disko yılları,
• 1982 sonrası: Disko ve fusion dönemi
İlk dönemini Atlantic plak şirketiyle geçiren Ayers, caz çevrelerinde yeteneğiyle dikkat çekti. İkinci ve en verimli döneminde Polydor çatısı altında sayısız klasiğe imza attı. Sonraki yıllarda ise kendi kurduğu Uno Melodic etiketiyle bağımsızlığını ilan etti ve bireysel ve çok ortaklı müzikal projelerle neredeyse son nefesine kadar aktif bir müzik emekçisi olarak yaşadı. Bu dönemlere odaklanmadan önce Ayers’ın 5 yaşında Lionel Hampton’ın ona hediye ettiği vibrafon tokmaklarıyla (maletlerle) başlayan vibrafon sevdasını kendi sözlerinden okuyalım: “9 yaşımda gitar tıngırdatmaya başladım. 10 yaşımdan 17’ye kadar flütle, trampet ve davulla denemeler yaptım. 18’ime geldiğimde vibraharpa geçtim. Ailem hep Lionel Hampton’ın benim üzerimde etkisi olduğunu söylerdi. 17 yaşıma kadar onun grubunda hiç çalmama rağmen vibrafon hep en sevdiğim enstrüman oldu. Ama önünde sonunda profesyonel olarak vibrafon çalacağımı hep hissediyordum.”
Roy Ayers’ın müzik yolculuğu, 1960’ların başında caz sahnesinde adını duyurmaya başlamasıyla şekillendi. Los Angeles ve civarındaki caz kulüplerinde çaldığı bu dönem, onun teknik ustalığını geliştirdiği ve vibrafonuyla caz dünyasındaki yerini sağlamlaştırdığı zamanlardı. 1963 yılında Atlantic Records etiketiyle yayınladığı "West Coast Vibes" albümüyle kısa sürede caz çevrelerinde saygı gören bir figür haline geldi. Bu yıllarda Ayers, Harold Land Quintet gibi önemli topluluklarla sahne aldı; Herbie Mann’in grubuyla çaldı ve kayıtlar yaptı; yer yer Bobby Hutcherson gibi dönemin diğer vibrafoncularıyla kıyaslansa da Roy Ayers kendi tonunu yaratmakta gecikmedi. O, klasik hard-bop'un içinde dahi groove peşinde koşan, melodik zekâsı yüksek bir müzisyendi. Dinleyici, onun vibrafonundan yükselen notalarda hem hard-bop’un en güzel örneklerini hem de soul’a göz kırpan bir sıcaklığı duyabiliyordu.
İlk döneminin bir diğer önemli albümü olan “Virgo Vibes”ta (1967) Ayers’a Charles Tolliver, Joe Henderson, Herbie Hancock, Buster Williams ve Reggie Workman gibi birçok en üst düzey caz ustaları eşlik ettiler. Ayers, 1966-1970 yılları arasında caz flütü deyince akla ilk gelen isim olan Herbie Mann’in grubuna dahil oldu ve Mann’in en önemli kayıtlarından olan “Memphis Underground” dahil birçok albümde çaldı. Bu dönemin diğer önemli albümleri, 1968 tarihli “Stone Soul Picnic” ve gene Ron Carter, Herbie Hancock gibi ustaları ağırladığı 1969 çıkışlı “Daddy Bug” uzun çalarlarıdır. Hard-bop ve soul-caz severleri mest eden bu albümler aynı zamanda Ayers’ın ilk andan itibaren caz üstatları arasında ne büyük bir kabul gördüğünü gösteriyordu.
Ayers’ın altın çağı olarak görülebilecek ikinci dönemi 1970’te Mann’in grubundan ayrılarak Roy Ayers Ubiquity ismini verdiği kendi grubunu kurmasıyla başlar. Her zaman her yerde olan anlamına gelen “Ubiquity”, tam da Ayers’ın müziğiyle yapmak istediğini yansıtıyordu: her yerde çalınabilir, dans edilebilir ve her duyguya karşılık gelebilir bir ses, bir müzik tavrı ve atmosferi yaratmak. Ubiquity, bu grupla yaptığı ilk albümün de ismi olacaktı. Bu dönem, onun müzikal kimliğini tamamen yeniden tanımladığı ve cazdan kopmadan funk, soul ve erken dönem disko ve tüm bu türler arasında özgürce dolaştığı yıllardı. Polydor şirketiyle 12 yılda 20 albüm yaptığı bu dönem, groove temelli ve sosyal mesajlar da içeren besteleriyle öne çıktı. Caz-funk'ın dans ettiren sadası ile soul’un duygusal derinliği Ayers’ın ellerinde cazın inceliğiyle buluşuyordu. Liquid Love şarkısında olduğu gibi mest eden, baharda nehirler kadar akıcı vibrafon soloları, Ayers’ın eklektik soul-funk müziğinin alametifarikası haline geliyordu. Synthesizer’lar, Fender Rhodes piyano, wah-wah gitarlar, atak, canlı davullar ve tabii ki perkasif, coşkulu bir vibrafon… Bunların hepsini bir araya getirerek Roy Ayers zamansız bir ses evreni kuruyordu.
Roy Ayers’ın Ubiquity grubuyla kaydettiği bu dönem albümlerinin bence en önemlileri şöyle sıralanabilir: ruhani ve siyasi mesajlar içeren “He is Comming” (1971), soul-caz müziğin baş yapıtlarından “Red, Black and Green” (1973), Ayers’ın eklektik müziğinin bir başka baş yapıtı “Change up the Groove” (1974) ve şahane melodileri ve groove’lu ritimleriyle “A Tear to A Smile” (1975). Ayrıca aynı adlı film için bestelediği şarkılardan oluşan Coffy soundtracki dönemin popüler Blaxploitation filmlerine yapılmış en iyi albümlerdendir. Montreaux Caz Festivalinde 1972 yılında grubuyla yaptığı canlı kayıt ise caz füzyon severleri oldukça tatmin edecektir. Ayers’ın, Fela Kuti ve Bob Marley’e ithaf ettiği ve caz-funk ve Afrobeat gibi sadalar sentezlediği 1981 tarili “Africa, Center of the World” albümü de dikkate değerdir.
Dans ve elektronik öğelerin iyice öne çıktığı ve Ayers’ın disko dönemine ilk kapıları araladığı “Everybody Loves the Sunshine” (1976) ve “Lifeline” (1977) gibi albümlerde de yer yer leziz şarkılar bulmak mümkün. Ayers’ın bu uzun ve verimli dönemini çok iyi yansıtan ve onun müziğine mükemmel bir giriş niteliğindeki iki CD’den oluşan “Evolution: the Polydor Anthology” toplama albümünü herkese tavsiye ederim. Ayrıca Ayers’in sel olup taştığı 1976-1981 yılları arasında yaptığı ama albümlere sığdıramadığı şarkılardan oluşan BBE etiketiyle yayımlanan iki albümlük “Virgin Ubiquity: Unreleased Recordings” başlıklı toplama da ilgiyi hak ediyor.
Ayers’ın 1980’ler ve sonrasını kapsayan üçüncü ve son dönemi ilgimi en az çeken yılları olsa da özellikle dans odaklı disko ve RB, hatta hip-hop severler için dikkate değer albümler yapmaya devam etti. Aslında 1980’lerle birlikte 70’lerin ikinci yarısında başlayan bir çalkantı içinde müzik dünyası hızla değişiyordu. 1970’lerde olgunlaşan caz-funk ve soul-caz fırtınası yerini iyice ticari ve hatta elektronik sadalara bırakıyor, klasik soul da aynı süreçte RB ve proto-disko ve diskoya evriliyordu. Roy Ayers bu değişime ayak uydurmakla kalmadı; onu kendi lehine çevirdi. Büyük plak şirketlerinden bağımsızlaşarak 1983 yılında Uno Melodic Records adıyla kendi plak şirketini kurdu.
Artık sadece bir sanatçı değil, bir plak şirketi sahibi, yapımcı ve mentor olarak da müzik dünyasında yer alıyordu. Ayers’ın kendi projelerinin yanı sıra genç yeteneklere de alan açan bu şirket, 80’lerin underground funk ve soul sahnesine önemli katkılarda bulundu. Örneğin Ayers’ın 1980 yılında kurulmasına ön ayak olduğu ve tamamen kadın vokallerden oluşan Eighties Ladies grubu, gene Ayers’ın yapımcılığını üstlendiği albümlerinde harika bir disko dokunuşlu boogie-caz kaydı sundular. Ayers, grubun baş vokalisti Sylvia Striplin’in solo çalışmalarında da yapımcısı olur. Bu dönem müziğine karakteristiğini verenler, gittikçe artan elektronik sadalar, dijital efektler, synth baslar, ve davul makinalarıdır. Ama tüm bunlara karşın vibrafon hala Ayers müziğinin vazgeçilmeziydi. Yumuşak, parlak ama dokunaklı tınısıyla vibrafon, Ayers’ın imzası olarak hemen her parçada hissediliyordu. Bu dönemin önemli albümleri arasında “Lots of Love” (1983), “Silver Vibration” (1983) ve “In the Dark” (1983) sayılabilir.
Ayers, 1990’lara gelinirken yükselişteki hip-hop kültürüyle de temasa geçti. 1980’lerin sonlarından itibaren onun parçaları Gilles Peterson gibi çok önemli DJ’lerin radarına girmeye başladı. Ayrıca Jamiroquai, A Tribe Called Quest, Brand New Heavies Mary J. Blige ve Erykah Badu gibi yeni nesil müzisyen ve gruplar da onun şarkılarına müziklerinde atıfta bulundular ve ondan ilham aldıklarını açık açık ifade ettiler. 1990’larda İngiliz canlı müzik ve kayıt dünyasını etkisi altına alan asit caz kasırgası, Ayers’ın yelkenlerini de doldurdu. Everybody Loves the Sunshine, Searching ve Running Away gibi şarkılar sayısız kez sample’landı.
Ayers’ın 1960’lardan itibaren yayınlanan tüm albümleri CD devrimiyle önce batıda, sonra tüm dünyada adeta yeniden keşfedildi; 1990’larda ve 2000’lerde onun tüm albümleri dijital ve analog olarak yeniden basıldı. Benim onun müziğiyle tanışmam da bu yeniden basım CD’ler vesilesiyle oldu. Öte yandan en iyi şarkıları Expansion, BBE ve Dynamite Cut gibi plak şirketlerince müthiş detaylı sesler barındıran 45’likler ve 10 inç’lik plaklar olarak da basıldı.
Ayers, çeşitli kadrolarla Avusturalya’dan Japonya’ya, Türkiye’den İngiltere’ye dünyanın hemen her köşesinde konserler verdi ve büyük bir hayran kitlesi oluşturdu. Kariyerinin bu geç döneminde 2023’teki son turnesine değin konserlerden, DJ setlerinden ve farklı müzisyenlerle yaptığı ortak projelerden oluşan çok yoğun bir program sürdürdü. Bu ortak çalışmalara en güzel örnek, genç soul-caz müzisyenleri Adrian Younge ve Ali Schaheed Muhammad ile yaptığı ve onların “Jazz Is Dead” isimli plak şirketinden yayınlanan çalışması oldu. Ayers’ın efsanevi 70’li yıllarını hatırlatan, ancak tamamen yeni bestelerden oluşan bu albüme katkı veren birçok müzisyen arasında derin siyahi cazın büyük ustaları Phil Ranelin ve Wendell Harrison da bulunuyordu. Ayers festivallerin her zaman aranan, baş tacı edilen müzisyenlerinden oldu. Zira birkaç kez tanık olduğum üzere hayli geçkin yaşlarında bile gençlere taş çıkaran bir sahne enerjisiyle doluydu. Pek az müzisyene nasip olan bir müzikal çok yönlülüğü, açık fikirliliği ve enerjisi vardı. Hiç kuşkusuz siyahi müzik tarihinin en önemli, en üretken figürlerinden biriydi o. Ne mutlu ki kulaklarımızı şenlendirmeye ve ruhumuzu iyileştirmeye devam edecek.
Alper Kaliber
Cazkolik.com / 02 Mayıs 2025, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.