İşte zengin ve mistik şehir Halep!
Şu cümleye dikkat; “Suriye’nin müzikal açıdan en zengin ve mistik şehirlerinden Halep çıkışlı ...” diye gidiyor. Bu cümleyi bu ay gerçekleşecek bir konserin tanıtım metninden aldım. Pardon ama bu konser tanıtım metnini yazanlar paralel evrende mi yaşıyor? `Zengin` ve `mistik` şehir Halep’in son yıllardaki fotoğraflarını gördüler mi? Orada neler yaşandığını bilmiyor olabilirler mi? Şehrin nerdeyse haritadan silindiğini hiç mi duymadılar? Halep burnumuzun dibi değil mi? Hepimiz oraya bu kadar yakın yaşıyorken, herşey burnumuzun dibinde biz yıllardır ne yaşıyoruz, gözümüzün önünde büyük bir trajedi olup biterken Halep’ten hâlâ bir masal şehri gibi söz etmek de ne demek? ‘En zengin’ ve ‘en mistik’ benzeri laflar ortadoğuyu içinde olduğumuz coğrafya olarak değil de Alaaddin’in Lambası ya da uçan halı oryantalizmiyle görmekten farkı yok. Üstelik, konseri verecek müzisyenler -‘çıkışlı’ dendiğine göre- belli ki Halepli! Son yıllarda bu çeşit tanıtım metinlerinde sinir edici bir aynılık, tuhaf bir boş lugât paralama, toptan çeviri kokan utandırıcı kelime seçimleri ve yaşananlardan habersiz sanki onları hiç ilgilendirmiyormuş gibi görünen tarifler türedi. Yazık.
Mozart dinleyin ki akıllı desinler
Müzikle zekâ ilişkisinin basında tartışılma şekli artık kabak tadı verdi. Bence muhataplarını mikro aşağılama yöntemlerinden biriyle küçümsemekten öteye gitmiyor. Zaten sık sık yapılır bu haberler, işte biri daha, Oxford Brookes Üniversitesinden araştırmacıların Hırvatistan’da yürüttüğü çalışma kapsamında dört yüzden fazla öğrenci incelenmiş. Haberin kaynağını söyliyim ki boşa atmış olmayayım diye yazıyorum ama araştırmanın tamamı son kelimesine kadar doğru olsa dahi gözümde hükmü yok. Müzik tercihlerini Mozart ve Bach’tan yana yapanların sözlü şarkıları tercih edenlere göre daha zeki olabileceği ortaya konduğu gibi Rap müzikle zekâ arasında da olumsuz korelasyon bulunmuş. Bu nevi haberlerin araştırılma amaçlarının zaten baştan belli bir niyetle yapıldığını düşünüyorum. Hani halk arasında ‘Ömer diyeceğin ağzını büzüşünden belliydi’ diye bir laf vardır, bence o misal. Baştan niyet öyle olunca araştırma da boşlukları dilediğiniz gibi doldurun şeklinde oluyor.
Plakların arka kapaklarındaki hazine
Üç sezondur Yeldeğirmeni Sanat’ta caz tarihi üzerine Murat ve Alper’le seminerler verdiğimiz için ülkece caz müziği, tarihi ve kültürüne yönelik yeteri kadar -hatta hiç- çeviriye sahip olmayışımız sık sık hissettiğim bir eksiklik oldu. Oysa ne faydasını görürdük hemen sayıyım; 1 - Caz tarihini üç-beş isimden ibaret sanmazdık, 2 - Caz üzerine eleştiri kültürümüz gelişirdi dahası neyi niye eleştireceğimizi bilirdik, 3 - Cazın sosyolojisini daha iyi bilirdik, cazın kapsama alanının zamanla niye genişlediğinin nedenini bilirdik. Uzatmadan burda bitireyim... Peki neden ille de çeviri? Çünkü tarihi ve müziği yaratanların hikâyeleri ve müziklerinin sosyolojisi o insanların yaşamlarında gizli. En çok hissettiğim eksiklik ise plâkların arka kapaklarında her biri birer hazine niteliğindeki yazılar. Keşke bir yiğit çıksa da belli başlı albümlerin arkalarındaki yazıları çevirip derleyerek bir kitaba dönüştürse, sırf bu bile (ki sırf bu bile dediğime bakmayın büyük bir iş) bu müziği daha yakından tanımak isteyenlere büyük bir iyilik olur. Özellikle anı kitapları, döneme yönelik analizlerden oluşan kitaplar. (Ek not: Çeviri yazılar kadar mesela Cüneyt Sermet gibi bir kalemin eski yazılarını derlemek de bu beklentiler arasında.)
Maurizio Cattelan tarzı sanat!
Son haftaların öne çıkan sanat haberi 120 bin dolarlık muz oldu. Tuhaf değil mi... Sanatta eskiden beri böyle provokatif haberlere yer var, haber çıkmasa dahi illa biri yapıyor, şimdi bu haberde olduğu gibi. 59 yaşındaki İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan provokatif eserleriyle öne çıkan, kasıtlı kışkırtıcılığı tasarıma dönüştüren bir sanatçı ve çarpıcı işler üretiyor, kendini ve sanatını konuşturuyor. Formülü keşfetmiş. Muz hikayesi de öyle oldu. Duvara bantlanmış muz ancak biri 120 bin dolara satın alınırsa haber olurdu, nitekim biri aldı, şimdi de bir başka sanatçı gitti duvardaki o muzu yedi, bunu da sanat adına yaptı ve kendine aç sanatçı dedi, hadi bakalım, bu da tekrar haber oldu. Normalde Cattelan’ın işleri 3-5 bilemedin 10 bin dolara satılırken bir anda adı duyuldu ki aslında gerçekten Marcel Duschamp’a rahmet okutacak işler yapan biriydi, şimdi hep bu tür fırlamalıklarla konuşulacak, belki kendi bu kadar istemedi ama bu algıyı kucağında buldu, bizim sol basında dahi 120 bin dolar haberleri dolandı durdu. Cattelan acaba şimdi halinden memnun mudur?
Hepsi tamam dışarda kar eksik!
Sonbahar yaprakları dökülmeye başlayınca şöminede yanan ateş önünde caz haberlerinin altı da harlanır, bu sene de aynı oldu. Tabi bu dediğim daha ziyade ABD başta yurtdışı için geçerli, bizde o kadar yok ama Jingle Bell’leri kafamıza kafamıza çakan AVM müzikleri yetiyor da artıyor zaten. Smooth cazın tecrübeli altocusu Gerald Albright müziğiyle değil ama çok maksatlı ve işlevli kapağıyla dikkatimi çekti. Kapak da sanırım Gerald’ın değil plak firmasının cin fikri olmalı. Kutsal ikili, yani, şöminede yanan ateş önü ve yanda süslenmiş yılbaşı ağacına ekstra uyanıklık yapılarak en öne iyice görünecek şekilde pikap konmuş, üstünde elbette albümümüz var. Kutsal ikili olmuş kutsal üçlü. Müzik mi, onu boşverin, nasılsa bildiğimiz şeyleri çevirip çevirip satıyorlar, nasılsa alacak birileri de var. Firmanın yükselen plâk satışlarını ıskalamamasına takıldım en çok, bu kavramın zamanla nasıl ticarileştirilebileceğini aklımızın ermeyeceği yeni açılımlar bekliyorum. Neler görürüz kimbilir. O Holy Night!
Tam 84 yıldır düzenleniyor
Bir Down Beat klasiği olan okur seçimleri bu sene 84. kez gerçekleşti. Yılın albümlerine bakıyorum, ilk 10’daki albümlerin yedisi içime sinmedi. Bunların okur/dinleyici seçimleri olması belli bir haklılık payı verse de en başa Wayne Shorter’ın konmasına dahi razı gelmedim fazlaca kayırılmış buldum. Tony Bennett/Diana Krall albümünü zaten hiç sevmemiştim. Kamasi’yi beğenmemiştim. Joey DeFrancesco`yu da öyle. Bu ilk onda benim de şahsen tamam dediklerim Chris Potter, Cecile McLorint Salvant, Branford Marsalis Quartet ve Count Basie orkestra. Mesela, ikinci onluk dilimde bence daha iyi albümler var, mesela, Fred Hersch, mesela Tom Harrell, mesela John Scofield... Mesela Grammy adayı olan Anat Cohen’in albümü niye yok, di mi? Ama okur bunları seçmiştir saygımız var elbet. Historical Albüm dalında da John Coltrane başı çekiyor burada da bence ilk sırayı The Art Ensemble of Chicago almalıydı. Bir de bazı albümleri sanki her yıl listede görüyormuşum gibime geliyor, herhalde öyle değildir.
Caz arşivleri böyle midir?
Amerikan caz çevreleri bir süredir arşiv konusuna merak sardı. Bu konuda her yıl birkaç haber çıkıyor. Onların arşivinden bize ne demeyin çünkü cazdan konuşuyorsak toplamın önemli kısmı o ülkeye ait. Caz tarihinin yarısından fazlası Amerikan cazıyla ilgilidir. Bu konuda bir liste yayınlandı, bu listeden seçtiğim kurum ve arşiv isimlerinden bazıları şöyle; Institute of Jazz Studies, National Museum of American History, Jazz Archive of Duke University, Louis Armstrong House Museum, James R. And susan Neumann Jazz Collection at Oberlin College, Living Jazz Archives, Benny Goodman Papers at Yale University, Los Angeles Jazz Institute, Eugene Smith Collection at the University of Arizona, Librrary of Congres (ki en önemli arşivlerden birinin burası olduğu bilinir), Paul Whiteman Collection at Williams, Chicago Jazz Archives, AlCohn Memorial Jazz Collection… diye gidiyor. Tabi bu arşivlerde neler olduğunu tam olarak bilmiyorum kimisi kişisel arşiv bunların ama internet siteleri var oralardan bakılabilir.
Terri Lyne Carrington`ın son albüm kapağı
Sanatçılar yaptığı işlerde sosyal itiraz ve toplumsal haklar konularına değindiği ölçüde toplumdaki karşılığı da artıyor ama bunu karşılığım artsın diye değil samimi olması, hakikaten söyleyecek sözü olması için yapması gerekiyor, öbür türlü zaten üstünde etiket gibi durur, kimseyi ikna edemez, alay konusu olur. Söyleyecek samimi sözü olması önemli. Terri Lynne Carrington tam da böyle biri. ABD’li sanatçıların bir çoğu sade suya tirit sanatçıyken Carrington ilk gençliğinden beri sesini yükseltmekten çekinmeyen biri oldu. Son albümü de bunu ispatlıyor. Hatta, meşhur Berklee okulunda bu konuda bir bölüm bile kurdu. Carrington’ın cinsiyet eşitsizliği konularına yaklaşımı esas itiraz alanı gibi görünse de sadece bununla sınırlı değil, Amerikan yerlileri, siyahlar ve göçmenler gibi dezavantajlı kesimlerin de sesi olmaya gayret ediyor. Sanatçı, yeni albümü “Waiting Game”de parçaların nerdeyse tamamında bu konulara değiniyor. Bence işin en önemli yanıysa, bunu caz üzerinden yaparken marş söyler, slogan atar gibi değil üst düzey kompozisyonlar, virtüöz icralarla yapıyor, tersi olsaydı burada yazmaya gerek olmazdı zaten.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 09 Aralık 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.