Müziğin kendi gündemi var ve o gündem hayli yoğun.
Müzik gündeminde yılın en yoğun ayları bahar ayları. Hem albümlerin çıkışı hızlanıyor hem konserler, festivaller çoğalıyor. Hemen sayıyım; Ankara Caz Festivali ile İzmir Avrupa Caz Festivali aşağı yukarı aynı günlerdeydi, yapıldı bitti. Sonra, Ankara’da klasik müzik festivali yapıldı. İzmir’de köklü bir festival olan Uluslararası İzmir Festivali bu sene otuzlu yaşlarını sürüyor. Bunların bir kısmı tamamen cazla ilgili, çoğu klasik/caz/dünya müzikleri ve pop/rock ortaya karışık festivaller. Aynı dönemde Mersin Müzik Festivali, derken, yakında Antalya’da Akra Caz Festivali geçen seneden çok daha güçlü bir program hazırlamış haziranda, İstanbullular kıskanır, öyle yani. Derken PSM Caz Festivali 25 nisanda başladı, haziran başı bitecek. Müthiş konserler izliyoruz, günlükten takip edin öneririm. O biter bitmez İKSV’nin klasik Müzik Festivali başlayacak, o bitecek İstanbul Caz Festivali başlayacak. Bu arada, Akbank Caz Festivaline dair ilk haberler gelmeye başlıyor... Daha albümlerden ve sezonluk salonlardan bahsedemedim bile. Şunu anlatmaya çalışıyorum, müziğin kendi gündemi var ve bu gündem taşkın bahar ırmağı gibi akıyor ve emin olun daha fazla ilgilenilmeyi hakediyor. Bu ilgilenme sadece konserlere gitmek değil, farkında olmak da, haberleri, yorumları, yazıları okumak da, desteklemek de, paylaşmak da önemli.
Kim der ki bu adam 75 yaşında diye!
Mick Jagger’ın geçen yayınladığı videoyu gördünüz mü? Yirmi saniyelik bir video. Prova odasında ayna karşısında dans ediyor. Nesi var bunun diyeceksiniz, hele bir dansı görün sonra konuşalım diyeceğim ama şu var ki birincisi Jagger artık 75 yaşında, dile kolay bir yaş, ikincisi, adam daha yeni kalp kapağı ameliyatı olmuş, videoyu da geçirdiği ameliyatın ardından kaydetmiş. Videonun 10 milyonun üzerinde izlendiğini, 250 bin beğeni aldığını ekliyim. Video belli bir mesafeden çekilmiş, o mesafeden bakınca kesinlikle dans edenin genç biri dersiniz, kime deseniz ki bu adam 75 yaşında hayatta inanmaz. Yanısıra, farkında mısınız, yaşlılık kavramı nasıl da değişiyor. Eğer yaşlanmayı istemiyorsanız bu artık elinizde, yok inanmıyorsanız Jagger’ın yarısı yaşta bile yaşlanırsınız. Hem tıbbın, hem hayata bakışın insanı yenileyebildiği bir zamanda yaşıyoruz. Tabi bir de şu soru var, Jagger bu yaştan sonra turneye çıkmak için niye bu kadar ısrar eder. Para sorunu kuşaklar boyu yok, şan, şöhret, itibar gani. Niye? Niye hakikaten?
Bunu ben de yaparım.
İnanılması güç bir başka şey de resimde gördüğünüz paslanmaz çelikten yapılan tavşanın müzayedede tam 91,1 milyon dolara satılması oldu. Sanat çok uzun zamandır herkesin ‘bunu ben de yaparım’ diyebileceği kadar basit görünümlü şeylerin inanılmaz rakamlara satılması üzerine kurulu. Eğer konuya bu şekilde bakıyorsanız, evet, resimdeki gibi bir tavşanı siz de yapabilir ya da yaptırabilirsiniz, modern sanatın böyle kolaymış gibi gelen bir yanı var, zaten bu yüzden ikna ediciliği hep şüpheli görünüyor ama şunu unutmamalı, o tavşanın tıpatıp aynısını yapsanız da sizin tavşanınıza kimse bir kuruş ödemez, tavşanla bakışır durursunuz ama öbür tavşan 91,1 milyon dolara satıldı. Bu kadar basit. Önemli olan hayret etmek ya da kızmak yerine bunun nedenini anlamak. Tavşanı yapan Jeff Koons isimli önemli bir sanatçı. Daha önce de pek çok işi rekor fiyata gitti. Sanat eleştirmeni ve yazar Tom Wolfe ne diyordu -ki kendisi geçen sene 88 yaşında öldü- kritik kelime ‘statü’ diyordu. Statü kelimesi öyle kritik bir kelime ki, emin olun günümüz Türkiyesi için siyasi/sosyolojik öyle çok konunun altında yatan esas kavramdır ki emin olun şaşarsınız.
Müziğin 96 yıllık arşivi bir tık ötede
Biliyor musunuz, klasik müzik tabiri 19. yüzyıl başına kadar kullanılmıyormuş. Şaşırtıcı ama düşününce normal. İlk kullanılışı 1829 yılı Oxford sözlüğü olmuş. Bu bilgiler her yerde var benim söyleyeceğim 1829’dan 94 yıl sonra, 1923 yılında İngiliz Gramophone dergisi yayınlanmaya başlamış. Bu eşsiz dergi kayıtlı geçmişi 200 yılın altındaki klasik müziğin yüz yılına damga vurmuş. Dergicilik konusunda müthiş tecrübeliler. Hayranım, açıkçası imreniyorum. Gerçi bizim de 86 yaşında Varlık dergimiz var ona bakarsanız ama bu dergiler çok başka tabi. Dijital aboneliği bile ucuz değil (dövizin gözü kör olsun), pound üzerinden ödeniyor. Geçen baktım bir mail, 1923 yılından bugüne tüm arşivi dijitale açmışlar, elinizin altındaki kaynağın farkında mısınız? Dehşet bir arşiv. Tabi o da ücretli. Kimse bilgiyi bedava istiyorum demesin, öyle bir dünya yok. Yıllık abone olursanız 924 TL.’yi gözden çıkaracaksınız, emin olun değer, buna makul diyecek insan azdır ama öyle. Bu sayede geçmişin arşivine de erişebiliyorsunuz. Şöyle de yapabilirlerdi aslında, mesela ben Cumhuriyet gazetesinin arşivinde eski bir haber arıyorsam son aldığımda kupür başına 7 TL. İdi, öyle tek tek de alınabilmeli aslında.
Hem genç nesil hem tanımayanlar keşfetsin.
Amerikan caz sahnesinin tecrübeli sesi Mary Stallings güçlü ve sağlam sesiyle altmışlardan beri caz vokalin en güvenilir sanatçılarından biri. Bu yıl 80 yaşına basan ablamızı burada izlediğimizi hatırlamıyorum, bu kariyerde birini izlememek eksiklik aslında, sanıyorum Dee Dee Bridgewater ya da Dianne Reeves kadar tanınmadığı için öyle oldu. 1961 yılında Cal Tjader ile başlayan yolculuk Stallings’i Wes Montgomery, Ben Webster, Dizzy Gillespie, Billy Eckstine gibi sayısız büyükle bir araya getirdi. Böyle bir tecrübede kimbilir ne anılar vardır. Büyük sanatçı 2010 yılında piyanist Eric Reed ile bir albüm yayınlamıştı. Şimdi yeni bir albümü çıktı; “Songs Were Made to Sing”. Mary ablamız biz bu şarkıları söyleyeli çok oldu, madem yeni bir nesil geldi, hadi gelin bir daha söyleyelim diyor seksen yaşın tecrübesiyle ve yanına Eddie Henderson, Vincent Herring, David Hazeltine, David Williams ve Joe Farnsworth gibi eğer caz standartlarını kaydedecekseniz olabilecek en iyi adamları almış başlamış “Stolen Moments” ile bitirmiş “Sugar” ile. Bir ara kendinize bir fırsat verin ve bu albümü dinleyin, iyi gelecek, garanti veriyorum.
Çok daha fazlasını yapmalı.
Anadolu Ajansı geçen gün ‘Dünyaca ünlü müzisyenler Türk çalgıları kullanıyor’ başlıklı haber yayınladı. Haber, Türkiye’de üretilen müzik enstrümanlarının geçen on yıldaki ekonomik büyüklüğünü anlatıyordu. 10 yılda 100 milyon dolar ihracat yapılmış. Haber övünüyor ama bence çok az bu rakam, hatta yılda 100 milyon dolar bile az. Bu sektörü, sadece enstrüman ve müzik ekipmanları olarak düşünseniz dahi dünyada sektörün yüz milyar doları aşan büyüklüğe sahip olduğuna eminim. İsim vererek söyleyeceğim, 2015 yılında gitarlarıyla ünlü Gibson markasının bir yılda 2,1 milyar dolarlık bir hacmi olduğunu biliyor musunuz? Bu sadece tek 1 marka, geride onlarca böyle marka var. Bir örnek daha veriyim, bu rakamları ben tek tıkla bulabiliyorum, siz de bakın, hoparlörleriyle ünlü KEF markasını bilirsiniz, 2017 cirosu 1 milyarın üstünde. Şimdi bir daha soruyorum, neyle övünüyoruz? Mevzi başarılarımız olabilir, örneğin zilde iyiyiz hakikaten, Zildjian bu topraktan çıkma ama artık Amerikan markası olmasına rağmen yerine iyi markalar çıkardık ama özellikle elektrik/elektronik aksamlar, kablo, amfi, audio ekipmanlarında sıfıra yakınız. Enstrüman konusunda ise iyi saz yapmak yeterli olmuyor maalesef.
Bu görsel konuya uymadı ama sonuçta bir albüm kapağı.
Çıkan yeni albümlere uzun değil kısa bakalım, bir çırpıda bir dolu yeni albüm sayalım... İstanbul’da iki kez izledik Theo Crocker’ı, çalışkan bir çocuk, son konserinden bu yana ikinci albümünü çıkardı Star People Nation... Deli gibi albüm yayınlayan bir adamdır John Zorn, ben her albümünün meraklısı değilim ama şu ikisi yeni bir bakın; The Hierophant ve Pellucidar... Akordiyoncu Richard Galliano meraklılarına bir konser albüm haberim var, Tokyo konseri kaydı çıkmış... Alman caz şarkıcısı Helge Lien’i galiba son Akbank Sanat’ta izlemiştik o da yeni bir albüm yayınlamış adı 10, keşfetmek gerek... İşte bu güzel. Özgür caz müzisyenleri tarzın kabesi Cafe Oto’da bir John Coltrane anması yapmış ve albüm olarak çıkmış, kaçırmayın.... Joe Barbieri’nin bulamaçlı sesinden Dear Billie tahmin edeceğiniz gibi Billie Holiday güzelmemesi... Bundan sonraki isimler çoğu az bilinen tam keşiflik işler çoğunu ben de dinlemedim, sürprizlere açık olun diyorum ve yazıyorum; Trialogues… Heine Hansen Trio: Fingertips... Dimitri Monstein Ensemble: Landscape... Espoo Big Band: Espoo Suite... Akku Quintet: Depart... Mael Godinat Trio: Les Saules... Bakalım hangisini seveceksiniz.
Don Was işte bu adam, işler yolunda gibi bir hali var.
Giyimine kuşamına bakınca asortik bir adam. Başında kovboy şapkası, yuvarlak renkli gözlükler, 1960’ların hep öyle kalmış hippi havalı müzisyeni Don Was epeydir efsanevi Blue Note firmasının başkanı. Firma satıldıktan sonra nerdeyse kapanma aşamasına gelmişken bu adamı başkan yapıp yeniden alemin kralı olan Blue Note. Halbuki o kemik bir cazcı değildi. 66 yaşındaki başkan seksenlerde funk-fusion müzisyeniydi. Sonra DJ’lik yaptı. Sonra esas işi prodüktörlüğe geçti hem de kimlerin; Bonnie Rait, Bob Dylan, Iggy Pop, Elton John, Ziggy Marley vs. Aslında o hep bir Dylan manyağı oldu, hep öyleydi. Öyle söylüyor. Hayatını değiştiren ise bu işin ona teklif edilmesi. Şimdi cazın başkanı. Tipik bir cazcı değil halbuki ama müziği iyi bilen bir adam. Bir Wayne Shorter hastası. Mozart ile cennette aynı seviyedeler diyor. Plakların geri dönmesi firmanın hayatını değiştirmiş, üzerine bir de Robert Glasper, Gregory Porter gibi çağdaş ustaları kapsama alınca hem firma hem kendisi yeniden ilâh olmuş. İlkesi ‘yalnızca vizyonuna güvendiğiniz insanlarla çalışmak’ olmuş. Böyle yazınca kolay oluyor sanki di mi.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 20 Mayıs 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.