Masumiyete borçlu olduğumuz şeylere ne oldu?

Masumiyete borçlu olduğumuz şeylere ne oldu?

“Çocuklar oynuyordu düşlerimin içindeki bayram yerlerinde... Ben onlara hiçbir zaman kapalı perdeleri, kapalı kapıları göstermedim.“ - Özdemir Asaf

 

Uykularımız kaçıyor... Ardı arkası kesilmeyen sevilmeme duygusu tıkıyor ruhumuzun neşesini... Başkalarını unuttuk çoktandır belki de tek umudumuz kendimiz... Bazen kıpırtı olsa da karanlık nefesimize çöküyor tekrar tekrar... Ne zaman kaybettik dizlerimiz kanasa da ayağa kalkıp oyuna devam etmeyi? Ne zaman kaybettik hayatın tüm sihrine şaşırıp, onu kavrayıp bir bütün olmayı?

 

Çocukluk insanın üzerinden geçiyor da içinden çıkmıyor derler. Oysa artık saçımızı okşamaya kalkan tüm ellere öfkeliyiz. Hiç veda etmeden gitmeler var ölümün fıtratında, ya yaşamın içine kim koydu bu garip usülleri? Sevgimiz yalan, duygularımız kendimize bile samimi değil yine de insanların duygularıyla oynamak artık çocukluktan oyun olarak hatırladığımız tek şey... Hayatlarımız ve içinden geçenler gerçekten bu kadar değersiz ve kimsesiz mi?

 

Oysa gözlerimizi kapattığımızda takılıp kaldığımız bir kaç kötü anı belki uğruna masumiyetimizi sattığımız şeyler... Kendi yaralarımızı besleyerek aynı yaraları başkalarında açmıyormuşçasına üstelik umarsızlığımız...

 

Peki henüz kötülüğü öğrenmemiş, acıyla karşılaşmamışken o saflığa verdiğimiz sözler nerede? Hayalini kurup cesaret etmek için güç beklediğimiz özgürlüklerimiz? O masumiyete borçlu olduğumuz şeylere ne oldu? Onun katili kadar katil olmadığımızı iddia edebilir miyiz?

 

Tıpkı insanda olduğu gibi doğadaki en vahşi yaratık ve varlıklar da yavru döneminde, masumiyet sevimliliğe sahip değil midir? Masumiyet her şeyi mazur gösterirken insanoğlu olarak her geçen gün seçtiğimiz onlarca kötülük, yüzümüze yayılan şeytani ve sahte gülümsemeler aynada yeterince sevimsiz değil mi?

 

Okuduğumuz tüm hikayeler, izlediğimiz tüm filmler, dinlediğimiz tüm melodiler hatta sanat üzerine konuşulmuş her şey, yaratımın saflığına övgü iken, geride bırakmak zorunda kaldığında insan, katıksız hallerini tekrar yanına  almak için onları umut olarak görmez mi?

 

En ham halimizle aşık olduğumuz anlar, en değerli hallerimiz ve sevilmeyip karşılık göremesek bile o naif ruhumuzla hissettiklerimiz en çok özlediğimiz duygular değil mi?

 

Kenny Barron Amerikalı bir caz piyanisti... Lirik tarzdaki kendine has melodileri ve bebop üslubu ile bir çok kez Grammy ödülü alan caz müzisyenleri arasında... Dizzy Gillespie, Stan Getz gibi önemli isimler ile çalışmış...

 

Kenny Barron “Innocence” albümünü 1978 yılında piyasaya sürmüş, Jimmy Owens (trompet), Sonny Fortune (alto saksofon), Buster Williams (bas), Gary King (elektrik bas), Brian Brake, Ben Riley, Rafael Cruz, Billy Hart (perküsyon, davul) ile işbirliği yapmış. Albümde özellikle bas gitar ve davul ayrı ayrı ikişer kişi tarafından çalınarak, özenle kaydedilmiştir.

 

“Innocence” parçası Kenny Barron’un cesur, mağrur ve hiçbir şeyin yıkamayacağı bir kale gibi inşa ettiği muhteşem tuşelerini, güçlü ritmik cümleler ile buluşturmuştur. Cesaretini ona İlham veren pamuklara sarıp sarmaladığı masum duygularından ve anılarından alan Barron, süregelen acılarla karşılaştığında ona karşı sarsılmaz bir inançla saksofonun kurduğu cümlelere etkin bir soru cevap tekniği ile karşılık vermiştir. Hayatındaki belli dönüm noktalarını basların, etkin, kati armonik yürüyüşüyle anlatan Sanatçı, savaşın daima  onun iyi bir savaşçı olmasına katkıda bulunmasının altını çizmiştir keyifle ve korkusuzca çaldığı piyano’daki ezgileriyle...

 

Her gün güneşli olmuyor duygularımız elbet, ama “Sunshower” parçası karanlık günler için biriktirdiği ışık dolu anların şahiti oluyor adeta Barron’un... Zaman geçtikçe gerçekliğini sorgulamadan heybesine koymayı öğrendiği gerçek hislerini saklıyor orada...

 

“Bacchanal” ise bir bayram gününü anlatıyor kutlu olan... Hepimizin heyecandan uyuyamadığı ve coşkuyu hissettiği... “ Sunday Morning” parçası  fırından çıkan ekmeğin kokusunun çay kaşıkları sesine karıştığında, gözüne kaçan gün ışığıyla tüm ailenin sofrada olduğu bir kahvaltıyı...

 

Eğer yaşamımızın başında olsaydık, pek çoğumuz yapmaktan korktuğu şeyleri yapmamak için bir neden bulamazdı büyük ihtimalle... Lekesiz bir vicdanın kutsaması budur çünkü... Jimmy Owens bestesi olan “ Nothing to fear “  akıcı ve güçlü trompet soloları ile albümün ruhuna cesaret katmış...

 

Yol ve yolculuk uzun ve yorucu olsa da, mücadeleden sakınmadığımız ve iyiyi emeğimize,kalbimize katarak yaptığımız şeyler halen en masum hallerimizin hediyeleri...

 

Onu korumak, kollamak, çoğaltmak, beslemek ve yaşatmak dileğiyle...

 

Şenay Ocak

 

Cazkolik.com / 20 Ekim 2020, Salı

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Şenay Ocak

Caz vokalisti ve eğitimci Şenay Ocak müzikoloji üzerine yüksek lisans yapıyor, yurtiçi ve dışında caz üzerine akademik çalışmalarını, proje ve eğitimlerini sürdürüyor.

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • gizem karavit
    23 Ekim 2020 Cuma 02:11

    Bir albümün ruhu daha iyi nasıl ortaya çıkarılır bilemiyorum ve ne zaman bu albüm yazılarından birini okusam o sanatçıyla tanışmış hatta samimi bir bağ kurmuş gibi hissediyorum. Şarkılar kapılarını açıyor müzisyenler sahneden inip aramıza karışıyorlar.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »
  • Metehan Çam
    26 Ekim 2020 Pazartesi 05:12

    Kenny Barron'u NYC Village Vanguard'da canlı dinleme şansım olmuştu. Müthiş bir piyanist ve oldukça duygusal bir tarzı var. O çaldıkça kendinizi müziğin içerisinde kaybediyor ve tüm dünyadan bir anlığına soyutlanabiliyorsunuz. Canlı performans kaydı sevenler için, Kenny Barron'un Stan Getz ile olan People Time albümü şahanedir. Yazınız için teşekkürler.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.