"Şükürler olsun ki caz müziği var..."

"Şükürler olsun ki caz müziği var..."

Kenny Garrett’ın son albümü “Sketches of MD”yi dinlemiş miydiniz? Hani Pharoah Sanders ile çaldıkları... Iridium Club’da verdikleri konserin son parçasına geçmeden Garrett dinleyiciye ‘are you happy people’ diye bağırarak sorar ve ardından parça patlar... inanılması güç bir 11 dakikadır. Pharoah Sanders çaldıkça doğaçlama uzar gider, aslında dinleyiciyi yerinde delirten Garrett’tan başkası değildir. Israrla dinleyiciye ‘are you happy people’ diye sorarak tahrik etmektedir. Soru giderek ritme dönüşür. Tıpkı bir rap solisti gibidir, ‘c’ommon’ ve “New York” kelimeleri ritmin devamını getirir.

 

Dün gece Açıkhava sahnesinde caza yeniden şükrettik. Caz tanrıları yeryüzüne inip dolaşmak için Garrett’ı bekliyor olmalılar. Baştaki sahnenin bir benzerine şahit olacağımızı söyleseler inanmazdık ama işte gerçekti ve oradaydı!!!

 

85 yaşında ufacık bir adamın sahneye çıktığında kırk yıl birden gençleştiğine şahit olduk, çocukları yaşındaki müzisyenlere gösterdiğe saygıya hayran kaldık, Garrett ve McBride’ın her an gözucuyla ustalarını kontrol ettiklerini hissettik, kendi aralarındaki ilişkinin nasıl saygıyla örülü olduğunu anladık. Siyah caz müzisyenlerinin bilhassa kendi aralarında nasıl bir saygı çemberi içinde yaşadıklarını gözledik... Cazın içinde bunlar da var!

 

Chick Corea’nın geride duran ama ‘boss’ olduğundan şüphe etmediğiniz müzisyenliğine hayran olduk. Güçlü aile bağları, yılların dostluklarında dahi rastlanması zor bir içtenliğe tanık olduk.

 

 

Kenny Garrett; “The Real Kenny G.”

 

 

Ayrıca, dün gece Christian McBride’ın keskin esprileri olduğunu da öğrendik. Sonlardaki “Kenny Garrett the Real Kenny G.” haindi, müthişti... Yine  en sonda Cecil Taylor esprisi vardı ki daha da kırıldık.

 

Konserin ortalarında, Corea’nın anonsunun ardından Garrett’ın baladı unutulmazlar arasında yerini aldı bile. Peki ya dördünün birden Haynes’in davulunun başına toplanıp yaptıkları show, Haynes’in sonunda bir ebeveyn gibi hepsini kovması... Tadı ve kıvamı böylesine olgun bir içtenlik doğrusu görülmeye değerdi.

 

Garrett’ın sololarında vücudunun aldığı duruş şekli, sahnenin aynı yerinde, ısrarla aynı noktasındaki Milesvari kıvrımlı hali etkileyiciydi!

 

McBride’ın melodik soloları onun niye günümüzün en etkileyici basçılarından biri olduğunu aklımıza bir kez daha yazdırdı, ‘straight’ caza olan tutkusuna hak verdik, saygı duyduk ama acaba bir daha “Live at Tonic” gibi albümler kaydetmeyecek mi diye düşündük. Ray Brown mirasını nasıl hakkıyla taşıdığına bizzat şahit olduk, esprileri de işin renkli yanıydı.

 

Yazının kalanında konserin öbür tarafını yani bizleri kısa notlar halinde toparlasak acaba daha mı iyi olur;

 

• Festival yönetimi bu yıl sahne tasarımı yapmaya karar vermiş? Gördüğümüz öyle!

 

• Parça aralarında dinleyicilerin çekip gitmelerindeki ısrarlı arsızlıklarına nasıl dur diyeceğiz bilen var mı? Hepsi hepsi iki saat kadar süren bir müziğe bu kadar mı tahammül edemiyoruz? Hadi ben gidiyorum bari oturanları rahatsız etmeyeyim nezaketi hepten mi yok oldu?

 

• Cep telefonlarıyla oynamadığımız tek bir dakikamız var mı acaba?

 

• Hepimizin başına gelmiştir, önümüzdeki sırada oturan ve müzisyen olduğunu tahmin ettiğimiz beyefendiye sormak isteriz, oturduğunuz tabureye ısrarla ve yüksek tonda vurup durarak ‘sözde’ eşlik ettiğiniz ritmi bir kere olsun tutturamaz mıydınız?

 

• Ama Açıkhava’nın önü gerçekten ferahlamış, trafik arabalar filan yok ama ‘sahilden, Ziverbey’den Bostancı’ hep var... Olmaması daha mı kötü acaba, kimbilir, belki de, bazı şeyler kalmalı, o zaman köfteciler de kalsaydı keşke, sahi niye yoktular?

 

En başta dediğimiz gibi “şükürler olsun ki caz var...”

 

Cazkolik.com / 08 Temmuz 2010, Perşembe

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.