Türkiye’de Enstrüman Çalan Kadın Caz Müzisyenleri: Toplumsal Cinsiyet Söyleşileri 2, Piyanist Ayşe Tütüncü

Türkiye’de Enstrüman Çalan Kadın Caz Müzisyenleri: Toplumsal Cinsiyet Söyleşileri 2, Piyanist Ayşe Tütüncü

Caz sahnesindeki enstrüman çalan kadın müzisyenlerin sayıca azınlıkta olmalarının sebeplerine duyduğum merak yüksek lisans tezimin çıkış noktası oldu ve bu doğrultuda toplumsal cinsiyet bağlamındaki soru(n)ları araştırmak üzere Türkiye’de enstrüman çalan kadın caz müzisyenleri ile görüşmeler yaptım. Çalışmaya dâhil olan kadın caz müzisyenlerinin hepsi, değerli deneyimlerini ve hislerini benimle tüm samimiyetleriyle paylaştı, bunun için minnettarım. Çok severek ve heyecanla yaptığım çalışmamdaki görüşmeleri seri şeklinde Cazkolik’te paylaşıyor olmaktan da çok mutluyum. 

 

Bir önceki söyleşi Türkiye’nin ilk kadın caz piyanisti Nilüfer Verdi ile idi. Bu hafta paylaştığımız serinin ikinci söyleşisinde piyanist ve besteci Ayşe Tütüncü yer alıyor. Bir sonraki söyleşi ise Verdi ve Tütüncü ile aynı kuşaktan* olan davulcu Canan Aykent ile olacak.

 

Deniz İlbi

 


 

Azınlıkta olmak yalnızlık duygusu veriyor

 

Deniz İlbi: Kaç senedir caz müzisyenliği yapıyorsunuz? Ortalama ne sıklıkta konser veriyor, albüm çıkarıyor, beste yapıyorsunuz?

 

Ayşe Tütüncü: Başladığımda caz müzisyeni denemezdi benim için. Benim için 1995’te bir dönüm noktası var, o zamana kadar ise Mozaik grubumuz vardı ve ben grupta şahsen çok aktiftim. Aynı sıralarda üç yıl kadar da Kömür grubuyla çaldığım Kedi Bar deneyimimiz var. Sonra kendi müzik hayatım devam etti, 95’te Piyano Perküsyon grubumu kurdum, ondan sonra o grubun içinde gidişatım çok büyük bir hızla caza doğru evrildi. Yani 95 desek yanlış olmaz herhalde, ya da şunu alabiliriz milat olarak; 99’da Çeşitlemeler albümüm çıktı Perküsyon grubuyla, o da bir milat sayılabilir. Yani 1999’dan diye düşünsek 20 yıl olur o zaman, 20-25 yıl arası.

 

25 yaşımdayken Mozaik’le ilk albümümüz çıkmıştı, o zamandan bu zamana dokuz albüm çıkardım. Beşi Mozaik ile (ilk dört albümü ve son olarak Külliyat’ı), üç tanesi kendi adıma (Piyano Perküsyon grubuyla iki albüm, bir tane de üçlümle var, Panayır albümü). Bir de zamanında Mehmet Güreli ile beraber Vapurlar vardı, o albümde Mehmet’in beste eskizlerinden bütün müziği düzenlerken bir yandan da bestelere giriş-çıkış bölümleri, bağlantılar, eklemeler yazıp çizip bütün onları akış halinde kurgulayarak bir albüm bütünlüğü yaratmıştım. 34 yıldır dokuz albüm çıkmışsa, dört yılda bir gibi olur ortalama, yani en son 2014’te Mozaik Külliyat’ı çıkarttık, uzun bir çalışmaydı ama şahsen 2009’daki Yedi Yer Yedi Gök albümümden beri, yani 10 yıldır yeni bir albüm çıkarmadım, bu aralar çıkması lazım.

 

Konser de zaman içinde çok değişiyor, zaman zaman düştüğü ya da çıktığı olabiliyor, şu ara ayda üç ya da dört kere olabiliyor. Yani iki yıldır öyle tempo aşağı yukarı.

 

Beste ise… Beste deyince hangi format gereğince yaptığına göre değişiyor. Mesela en son yaptığım besteler bir tiyatro müziği içindi, 2016’da Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sahneye konan Kıran Resimleri oyununun müziğiyle Afife Jale 2017 ve Ekin Yazın Dostları 2016 “en iyi sahne müziği” ödüllerini aldım. İnci Aral’ın 1978 Kahramanmaraş katliamıyla ilgili aynı isimli kitabındaki öyküleri anlatan bu oyun için yazılmış şarkı sözlerinden yaptığım şarkılar... Aslında iki yıldır başlayıp yarım bıraktığım besteler var, bir şekilde olacak herhalde. Bazen öyle olur, “Şu köşede uyusun.” diye koyarsın, ara sıra çıkarıp bakarsın, bir şey daha eklersin ama yine tam olmaz vs. Kuluçka hali diyelim buna. Herhalde çaldığım dörtlümle bu yıl veya gelecek yıl kayıt yapacağız. Çünkü hiç kaydolmamış bestelerimi de çalıyoruz, onları da kaydetmek gerekiyor.

 

Deniz İlbi: "Kıran Resimleri" için besteleriniz gibi başka farklı projeleriniz de var. Onlardan da biraz bahsedebilir misiniz?

 

Ayşe Tütüncü: 2010 yılında, 12 Eylül Dönemi’nde yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren ile ilgili Oğlunuz Erdal belgeselinin müziğini yaptım. Ayrıca, İstanbul Sessiz Sinema Günleri’nde sessiz filmlere piyanoyla canlı olarak müzik yapmamı ve 2012’de bir araya getirdiğim 48 kişilik Anma Orkestrası için bir Ermeni gelin türküsü ile üç Zaza şarkısı düzenlemelerimi sayabilirim, önce 24 Nisan anısına, bir sene sonra da Dersim 38 anısına çalmıştık.

 

 

Biz mızıkayla uyutulurduk

 

Deniz İlbi: Müziğe ve enstrümanınıza ne zaman ve nasıl yöneldiniz? 

 

Ayşe Tütüncü: Annem çok müzikal bir insandı zaten, babamın da kulağı çok iyiydi. Babam türkü söylediğinde harika söylerdi. Annem mızıka çalardı, kendi kendine piyano öğrenmiş birisi. Eskiden ailesiyle Bursa’da yaşarken, orada halk evlerine giderlermiş, dedem onu götürürmüş, beklermiş, herkesin bir saat izni olurmuş çalışmaya. Hocasız, kendi kendine çalışırmış. Bir nota getirtmişler, ondan baka baka öğrenmiş... Çok zeki bir insandır. Biz mızıkayla uyutulurduk. Her uykudan önce mızıka dinliyorsun çok hoş bir şey, sonra beş yaşımdayken annem; “Karşıda bir okul var, gidelim mi senle, orada çocuklar müzik öğreniyormuş, bakmak ister misin?” dedi. Ben de “Tabii.” dedim. O günü hatırlıyorum da, sınıfa girdik, bir curcuna, aynı anda keman, gitar, mandolin, akordeon, ama hepsi aynı anda çalıyor. Sonra düşündüm; benim sonradan grup müziği yapma zevkim oradan geliyor olabilir, girdiğim gibi müthiş bir ses karışımı duydum. Hoca baktı bana, elimi aldı, biz ona gitar verelim dedi. Gitarla başladım, sonra yedi yaşıma yaklaşırken gitar hocam Fırat Bey dedi ki anneme, “Çok yetenekli, çok istekli, onu ciddi yönlendirmek istiyorsanız piyanoya geçsin, rahat yapabilir.” O şekilde konservatuvara girdim. Konservatuvar o kadar sıkı bir yerdir ki, ya okur ve hakikaten içinden geçersiniz ya da fazla gelir, yani kafanız orada değilse o zaman bir aşamada insanlar bırakır konservatuvarı.

 

Piyanoya yönlendirilişim beste kafasında olmamla ilgiliydi

 

Deniz İlbi: Cinsiyetinizin enstrüman seçiminize herhangi bir etkisi oldu mu? Başka bir enstrüman seçmek ister miydiniz? 

 

Ayşe Tütüncü: Ben seçmedim, ama gitarı da piyanoyu da çok sevdim. Yapılan yönlendirme, benim için düşünülmüş olan enstrüman bana uymuş şansım varmış ki. Zaten yeteneğim olduğu için yönlendirilmiştim. Hoca, “Bu kız beste de yapar.” dedi. Piyanoya geçtikten sonra sekiz yaşımdan itibaren sürekli etrafımdakilere, “Bakın beste yaptım.” derdim, hatta anneme “Bach bestemi dinlesene!” derdim, annem gelir dinler, “Hakikaten Bach gibi olmuş.” derdi. Yani o sırada çalıştığımız eserlerden bir his edinip…  Şimdi de hatırlıyorum o besteleri, çalıyorum kısacık kısacık, mesela Bach bestem var hakikaten Bach gibi, Chopin bestem var acayip Chopin havasında, Schumann bestem var Schumann gibi. Çok erken yaşta sürekli kafam oradaydı, yani piyanoya yönlendirilişim beste kafasında olmamla ilgiliydi.

 

Deniz İlbi: Caz müziği kariyerine ne zaman/nasıl karar verdiniz? Caz müziği eğitiminizden bahseder misiniz?

 

Ayşe Tütüncü: Aslında ben müzikte, sanatta her şeyi elimle yoklaya yoklaya yapmış biriyim. “Gideyim şurada okuyayım” değil de yaptıkça yapasım gelerek yapan bir tip oldum. Mesela caza kendi kendime, yavaş yavaş başladım. Kendim klasik müzikten gelen biriyim. Mozaik döneminde klasik müziğin de sonrası olan çağdaş müzik, rock, pop, caz, bütün bunların karışımı bir şey yapardık. Mozaik’te yaptığımız müziğe füzyon demek lazım. Sonraları caz rock da dediler ama füzyon da dediler. Sonra ben onun içinden cazla ilgim gittikçe kuvvetlenerek, kendi dinlediğim şeyler daha çok caza yönelerek ilerledim. Ama sonra 2000 yılından itibaren; mesela dünyayı düşün, bütün Anadolu’yu ortaya koy, Anadolu’nun çevresinden kocaman bir harita çiz, bunun içine Balkanlar da girsin, Lübnan da girsin, Irak, İran da girsin, Akdeniz müziği de girsin, Yunanistan zaten giriyor, böyle kocaman bir havzada yöre yöre dinlemeye başladım. Bir ara Kürt müziklerine daldım, tabii çok ortak şey buldum. Bir ara Ermeni müziklerine daldım, bir ara tümüyle Yunan müziğiyle uğraştım, İtalyan müzikleriyle, Balkan’la da çok ilgilendim, zaman zaman İran’la, Arabistan’la ilgili şeyler de dinledim. Dolayısıyla, cazla birlikte onlar da dinlenince ister istemez füzyondan başka bir şey yapamaz oldum. Çünkü bütün bu ilgiler seni bir füzyon insanı olmaya götürüyor. Bu arada cazdaki eğitimim şöyle; zaman zaman çeşitli insanlarla kısa dönemli çalışmalar yapmak, Avrupa’da çeşitli workshop’lara gitmek, mesela İngiltere’de, İtalya’da, Hollanda’da… Mesela Barry Harris ile çalışmıştık bir hafta. Öyle öyle, oralardan edindiklerimle, kendi kendimi eğiterek, tabii çalmak çok büyük bir eğitim... Görgü, bilgi olarak da o workshop’ların çok faydası oluyor.

 

 

Deniz İlbi: Mozaik Grubu’nda da tek kadın mıydınız? 

 

Ayşe Tütüncü: En başta Sumru Ağıryürüyen’le birlikteydik, o vokal yapıp mandolin çalıyordu fakat ikinci yılın içinde ayrıldı ve kendi müzik hayatına devam etti, ben tek kadın kaldım. 

 

Deniz İlbi: Kadın Şarkıları projeniz de varmış Sumru Ağıryürüyen ile? 

 

Ayşe Tütüncü: Biz Sumru ile o, Mozaik’ten ayrıldıktan sonra da çeşitli zamanlar ikili söyledik, bazen bir kadın daha geldi üçlü söyledik. O zamanlar 8 Mart’larda bazen çıkar söyler, program yapardık. Bir de biz onunla tiyatro şarkıları konseri vermiştik, çeşitli tiyatro eserlerine geçmiş kadın kahramanların söyledikleri şarkılardan bir derleme yapmıştık, onu söylemiştik beraber. 

 

Deniz İlbi: “İyi” bir caz müzisyeni olmanın kıstasları var mıdır? (Örn. Caz standartlarına hâkimiyet, her gruba rahatlıkla entegre olabilmek?)

 

Ayşe Tütüncü: Benim aklıma ilk, âna yönelik çalabilmek gelir. Çünkü doğaçlama müzik yaptığınızda, diyelim hep aynı parçayı doğaçlıyorsunuz ve 10 kere değişik çalmanızı dinleyip kaydediyoruz, 10’unda da farklı bir sonuç çıkar. Çünkü yanınızdakiler değişiyor olabilir, ya da yanınızdakiler aynı olabilir ama onlar da o gün farklı çalıyor olabilir, siz de farklı çalıyor olabilirsiniz. Anında birbirinize verdiğiniz cevaplardır o doğaçlamayı değişik kılan, dolayısıyla âna tutunmanız lazım, tamamıyla o ânın müziğini yapmanız lazım. Yoksa klasik müzik gibi kendimize harika bir solo yazabiliriz ve klasik müzik gibi onu teknik olarak muazzam çalışabiliriz ve doğaçlama ânı geldiğinde o harika soloyu çalabiliriz, ama o, “o ân”ın müziği olmaz. Çok harika bir melodi olur ama solo dediğin şeyi anında çaldığın zaman, o an bulup da çaldığın için can havliyle çalıyorsun, o anın üretimi oluyor. Basışın değişiyor, ritmi ifade ediş biçimin o ritme çok farklı bir şey katıyor. Anında çaldığın zaman öyle bir uçarılık, öyle bir kayganlık… Virajı öyle bir dönüyorsun ki, anında yaptığın şey çok farklı oluyor o zaman. Farklı bir akışkanlığı oluyor.

 

Deniz İbi: Caza yönelirken cinsiyetinizin dezavantaj olacağını düşündünüz mü? Ya da caz müzisyenliğinde, kadın olmanın size herhangi bir avantaj kazandırdığını düşünüyor musunuz?

 

Ayşe Tütüncü: Yani birincisine cevap, dezavantaj olacağını düşünmedim, ikincisi ise, caza yönelirken ben kadınım, bu bana avantaj sağlar diye düşünmedim ama yıllar geçtikçe, şimdi şimdi düşünüyorum, bazı farklılıklar getirdiğini düşünüyorum. Kadın ve erkek müzisyenler aynı şeyleri yapmıyorlar. Bilmem… Bir avantajı varmış gibi geliyor ama tam ifade edemem. Şöyle diyeyim… Kadın müzisyenlerin, çalışma-prova gününe, çalışma saatine sanki daha sadık olduğu gibi bir his içindeyim. Belki biraz daha düzenli, tertipli, daha kendini o ana adamış gibi olduklarını hissediyorum; gerçi çok genelleyemem, etrafımdakiler çoğunlukla erkek müzisyenler. Ama yine de hissiyatım o yönde. Tabii bu kadınlarla çalıştığımda avantajını hissettiğim bir şey, ama çevren tümüyle erkek müzisyen olduğunda bu bir avantaj olmuyor. Mesela benzer bir durum var aklıma gelen: Erkek müzisyenlerle çalışırken bir konsere, stüdyo kaydına vs. hazırlanırken yapılacak önemli provalar için eğer bir fedakârlık yapmak gerekirse ve grupta bir kadın müzisyen varsa, fedakârlık daha ziyade kadından bekleniyor. Diyelim önemli bir konserden önceki son provanın yapılabileceği, gruba uygun sadece iki tarih var ve bunlardan birinde bir erkek müzisyenin önemli bir işi var, diğerinde de kadın müzisyenin işi var, önce kadının taviz vermesi ve önemli olan diğer işinden vazgeçmesi beklenebilir, nasıl olsa vazgeçecektir gibi de algılanır.

 

 

Deniz İlbi: Caz dünyasında bir kadın olarak görünür olmak, yer edinmek için ekstra çaba sarf etmeniz gerekti mi? 

 

Ayşe Tütüncü: Tabii ki bir müzisyen olarak festivale gidebilmek, hakkında röportaj yayımlanması, albüm yapabilmek, hepsi için çaba gerekiyor… Mesela albüm yapmak için görüşmeler yapıyorsun, biyografini festivallere gönderiyorsun, bunlar inanılmaz çabalar zaten, onu zaten gösteriyorum ama özel olarak sektör içerisinde kadın olarak görünür olmak için özel bir şey yaptığımı ya da bunu özel olarak bir dert gibi yaşadığımı hatırlamıyorum. Ama şimdi şimdi bazen niçin olduğunu tam anlayamadığım şeylere rastlıyorum; mesela benimle yıllarca çalışmış bir erkek müzisyen CV’sinde benim grubumda çalmış olduğunu neden yazmaz? Bilemeyeceğim başka nedenleri olabilir elbet. Yine de benim gibi North Sea, Londra Caz, Traumzeit gibi festivallerde çalmış, yerli basının ilgisine ek olarak yabancı basında hakkında Downbeat, Avant ve Jazzit gibi dergilerde çok incelikli yazılar çıkmış olan grup lideri eğer bir erkek müzisyen olsaydı, o zaman da yine CV’ye yazılmayacak mıydı sorusu geliyor aklıma.

 

Deniz İlbi: Peki, toplumun perspektifi bakımından?  

 

Ayşe Tütüncü: Toplumda, “Müzisyenim.” dediğin anda, “Aa öyle mi, nerede söylüyorsunuz?” diyorlar, “Yok, ben piyanistim” dediğinizde bir “AH! / Aaa” diye bir şey geliyor, o böyle bir hayret. O şaşkınlıktan bir adım sonrası da biraz hayranlık uyandırıyor, “Aa kadın başına gitmiş piyanist olmuş!” gibi. Ama bunun cazla özel bir ilgisi yok, senin enstrümantalist bir kadın olmanla ilgisi var daha çok.

 

Deniz İlbi: Kadın caz müzisyenlerinde öncülerdensiniz, bu sebeple çoğunlukla erkeklerin olduğu bir çevrede piyanist/besteci olarak var olurken neler yaşadınız? Doğal mı evrildi süreç?

 

Ayşe Tütüncü: Benim yaşayışım açısından doğal evrildi, yani oturup da şöyle bir şey dert ettiğimi hatırlamıyorum: “Ya şimdi ben kadınım, acaba kabul edilmem kolay olacak mı? Erkekler, ‘Sen aramızda ne arıyorsun?’ diyecek mi?” Hiç öyle şeyler hissetmedim. Ben çok işinde gücünde bir insanım (gülüyor). Tam tersine, saygı gördüğümü hissettim hep. Ama bu kadın müzisyen olmakla ilgili bir problem olmadığı anlamına gelmiyor. Belki benim caz dünyasında bulunuşum sonuçta 20 yaşlarında değil ya… Zaten müzik dünyasında epey bir süre var olduktan sonra caza yöneldiğim için, beni insanlar Mozaik’ten zaten bilmeye başlamış olduktan sonra Piyano Perküsyon grubumu kurdum, onunla da bir süre çaldıktan sonra albüm çıktı. Dolayısıyla albümüm çıktığında “Aa bu da kim?” denecek aşamayı zaten geçmiştim. Belki bunun faydası olmuş olabilir. Bir de şu var önemli olan: Eğer ben basçı ya da davulcu  bir kadın olsaydım, belki de şimdi olmadığım bir zorluğun içinde olacaktım; değerlendirilirken bir yandan da kendi müziğimin yarattığı kriterlerle değil, sadece genel müzik kriterleriyle değerlendirilecektim. Mesela bir davulcu olarak birinci planda ‘çalıcılığın kriterleri’yle değerlendirilecektim, hâlbuki şimdi sanırım önce ‘besteciliğin kriterleri’yle değerlendiriliyorumdur. Ve tahminimce çalıcı olmanın kriterleri daha zorlayıcı, çünkü sanırım iyi ve özgün çalıcıların sayısı, özgün ve iyi bestecilerin sayısından daha çok, yani orada rekabet daha yoğun. Ayrıca daha önce düşünmemiz gereken şu da var: Herhalde iyi olsun olmasın genelde bestecilerin sayısı, çalıcıların sayısından daha az. Bu da bestecileri biraz daha az yoğun bir rekabete sokar.

 

 

Sayısal olarak ortalıkta görünür olmak çok şeyi değiştiriyor

 

Deniz İlbi: Caz dünyası sizce erkek egemen bir alan mı? Eğer öyle düşünüyorsanız, bu durum üretkenliğinizi ve şevkinizi etkiliyor mu?

 

Ayşe Tütüncü: Buna çok genel bir cevap verebilirim. Tabii ki toplumun her katmanı eninde sonunda erkek egemen ama müzik en azından şöyle bir şans veriyor insana; kendini göstermek zaten feminen bir eylem, dolayısıyla sahneye çıkmak bir erkeğin içindeki feminen tarafı daha güçlendiren ya da güçlü olduğu için ona onu yaptıran bir şey. Şunu bazen yaşıyorum; mesela iki kadın iki erkek bir grupta çaldığımızda son derece kardeşçe, dağılım da eşit ya ikiye-iki, hoş bir atmosfer oluyor... Ama tabii ki bir orkestrada diyelim, bir ara Lawrence Butch Morris diye Amerikalı bir müzisyenin doğaçlama orkestrasında yer almıştım. Benim hatırladığım kadarıyla bir Selen [Gülün] bir ben vardık kadın olarak, gerisi erkekti ve sanırım 30’a yakın insan vardı. Şimdi öyle bir durumda tabii ki erkeklerin espri anlayışının vs. egemen olduğu bir ortam oluyor. Erkek egemen oluyor da ne yapıyor; bize ne yapmamız gerektiğini kimse, “Dur, otur, kalk!” diye söylüyor değil ama genel havada erkeklerin espri tarzının, erkeklerin geyiğinin, erkeklerin yaklaşımının kuvvetli olduğu bir durum oluşuyor sayıca erkekler fazla olduğu zaman. Yani, aslında gerçekten de sayısal olarak da ortalıkta görünür olmak çok şeyi değiştiriyor. Kadınların daha bir arada olabildikleri, ya da kadın-erkek daha eşit sayılarda bir arada olunabilen yerlerde işler değişiyor. 

 

Deniz İlbi: Kadın sayısı daha fazla olsaydı da erkek belki kendisini daha çekingen hissederdi, sizin deneyiminiz nasıl oldu bu konuda? 

 

Ayşe Tütüncü: Tabii, doğal olarak. Bir erkek müzisyen de 22 kadının arasında tek ya da iki erkek olarak yer alsa o da kendini yalnız hisseder. Bu biraz yalnızlık duygusu veriyor, azınlıkta olmak yalnızlık duygusu veriyor. Ama onun dışında şöyle de olabilir; mesela siz kadın olarak bir grup yönetiyorsunuz ve diyelim çalan erkeklerden biri besteye tam uymayan bir şey yapıyor, siz de o konuda bir şey söylüyorsunuz. Bazen bu lafınız fazla ağırlıklı da alınabiliyor, hani öyle baskı görmek değil tam tersine. Çünkü orada da başka bir şey devreye giriyor, hele de yaşça ondan büyükseniz cezalandırıcı anne gibi de algılanabilirsiniz, bir kadın müzisyen olarak illa baskı görüyor olmanız gerekmez. Lafınız fazla istemediğiniz gibi gelebilir ona... Gerçi ben öyle bir şey pek yaşamadım, genelde gül gibi geçinip gidiyoruz (gülüyor) ama bu da olabilir, bu da mümkündür. 

 

Deniz İlbi: Daha çok o söze itaat eder gibi mi? 

 

Ayşe Tütüncü: Ya da başkaldırır gibi olur, sonuçta erk nedir ki; otorite. Tabii ki o grup şefi kadınsa, kadının otoritesi olacak en azından besteler onunsa, grubu o yönetiyorsa, grup onun adınaysa, tabii ki onun istediği şeyin çok dışında bir şey olmaması icap eder. Çünkü vebali onun boynuna, dolayısıyla o isteklerini söylediğinde, grubu yönlendirmeye çalıştığında, bu fazla otoriter bir şey gibi de algılanabilir. 

 

Deniz İlbi: Bir erkeğin söylediğinden ziyade? 

 

Ayşe Tütüncü: Evet. Aslında bunu kendi hayatımdan yola çıkarak söylemedim. Ben öğrencilerimde bile çok otoriter bir hava yaratmıyorum. Şimdi mesela çok geri dönüşler alıyorum, büyümüş müzisyen olmuş, piyasada çalıyor hatta birlikte çaldığımız da olabiliyor. “Hocam bizim o grup derslerimiz ne güzel olurdu, bize ne çok olanak tanırdınız, tüm fikirlerimizi denerdik, çok deneysel bir ders olurdu.” gibi… Öğrencilerim benim derslerimde fikirlerini deneme, söyleme, o an dersi yönlendirme olanağı edinmiştir. Okulda ensemble dersleri yapıyorduk, sanat okullarında ders verdim. Mesela Akademi İstanbul’da altı yıl, Nazım Hikmet Akademisi’nde dört yıl ders verdim. Bir de bir sürü workshop’lar yaptım Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, Kars’ta bile yaptık...

 

 

Bir kadının ilk, doğal olarak kabul edilebilir eylemi, şarkı söylemek

 

Deniz İlbi: Kompozisyon ve/veya doğaçlamanın erkeklere atfedildiğini düşünüyor musunuz?

 

Ayşe Tütüncü: Aslında şöyle diyeyim, esas ayrım şarkı söyleme ve enstrüman çalma konusunda geliyor cinsiyetle ilgili. Bir kadının ilk, doğal olarak kabul edilebilir eylemi, şarkı söylemek. “Ben şarkıcıyım.” derse hiçbir sorun yok, tam yerinde olmuş oluyor. Ama “Ben piyanistim.” veya “Kemanistim.” derse, değişik bir hava yaratmış oluyor, şaşırılarak “Aa öyle mi?” deniyor. Bir aşama daha var; “Ben davulcuyum/basçıyım/kontrbasçıyım.” derse orada hayret iki katına çıkıyor, “AA!” gibi, “Nasıl çalıyorsun?” diye. Çünkü davulcuya güç atfedilir ya, kaslı olacak, gücü olacak vs... Kontrbasın kendisi kocaman bir alet zaten, çıtı pıtı bir kadının kontrbasa hâkim olması gerçekten de fiziksel olarak zor. Esas ayrımlar buralarda. Ama bir kadının enstrümancı oluşuyla besteci veya düzenlemeci oluşu çok büyük bir hayret farkı yaratmaz. Ama şöyle bir şey olabilir, yaşantı farkı olabilir. Genellikle enstrüman çalanlar daha çok yönlendirilirler ya… Mesela saksafoncu bir kadınsın, aynı saksafoncu bir erkek gibi bir sürü gruba çalarsın, bir sürü grup lideri tarafından senden bir şey istenir, sana bir nota verilir, “Orayı biraz şöyle çalabilir misin?” gibi hafif yönlendirme olur vesaire. O anlamda en aktif, en otorite pozisyonda değilsindir çalıcı olarak, ama grup lideriysen, grubu yönlendiren kişisin. Besteci ve düzenlemeci olmak seni eğer bir de grup lideri yapıyorsa, işte orada biraz... Bir kadının grup şefliği yapması daha az görülen bir şey. Nasıl ki klasik müzik orkestralarında da kaç tane orkestra şefi kadın gördük, çok az. Eminim benim bildiğimden çok daha fazlası vardır ama aklıma hemen Veronika Dudarova gelir. Bir kadının idareci olup, kadın ya da erkek bir sürü insanın yönetiminden sorumlu oluşu çok beklenmeyen bir şey esas olarak. Yani kadının yönetimde söz sahibi olması pek beklenmeyen bir şey, aynı politikada da olduğu gibi. 

 

Deniz İlbi: Siz, hem bir besteci hem grup lideri olarak herhangi bir zorluk ya da bir sıkıntı yaşadığınızı hatırlıyor musunuz? 

 

Ayşe Tütüncü: Ben grup arkadaşlarımla açıkçası bir sıkıntı yaşamadım. Tam tersine onlar “Bunu Ayşe’ye soralım.” demeyi severler. Dediğim gibi insanlara çok pay tanıyan bir yönetimim olduğunu bana hissettirirler. Orada bir problem yok ama bir tane çok şaşırdığım bir örneği söylemeliyim: Çeşitlemeler albümüm 1999’da ilk çıktığında, çeşitli röportajlara gidiyordum, bir röportajda şöyle bir soruyla karşılaştım; “Bu grubun adı niye Ayşe Tütüncü Piyano Perküsyon Grubu, yani neden Ayşe Tütüncü adına bu grup?” Ben önce dedim ki, “Çünkü öyle konmuş.”, çok saçma geldi soru. O devam etti, dedi ki “Ama neden, grupta bir sürü insan var, niye sizin adınıza?” “Çünkü…” dedim; “Gruplar, grup liderinin adına oluyor.” “Ama niye sizin adınıza?” diye devam edince, ben de dedim ki, iyice anlaşılsın diye; “Besteleri yapan, düzenlemelerde her ne kadar bazısı insanlarla birlikte de yapılsa son söz sahibi olan, grubun oraya buraya gitmesini sağlamaya çalışan, bütün bu zorlukları göğüsleyen ve grubun yaptığı şey en çok vebali onun boynuna olan kişiye biz grup lideri diyoruz ve bu grupta da bunu yapan benim, o yüzden ismi bu.” Sonra da dayanamadım dedim ki; “ Yurt dışından Keith Jarrett Üçlüsü geldiğinde, ona da röportajda böyle bir soru soruyor musunuz, ya da Önder Focan Beşlisi dendiği zaman ona soruyor musunuz? Sormuyorsunuz, çünkü veri alıyorsunuz. Grubun ismi konunca veri alınır.”

 

Deniz İlbi: Erkek miydi soran? 

 

Ayşe Tütüncü: Erkekti. Onu hatırlıyorum gariplik olarak. Bir de şöyle bir şey yaşamıştım: Daha o zaman Mozaik’teyim, 80’li yıllar. Bir telefon geldi, piyanist olduğum biliniyor. Dediler ki “Efendim biz … briç kulübünden arıyoruz, bizim Pazar günü briç turnuvamız olacak, orada piyano çalar mısınız?” Güzel… Bir iş teklifi… Ben de “Kaç set, yani ne kadar uzunlukta çalınacak?” diye sordum, “Bir 45 dakika, sonra bir ara sonra bir 45 dakika daha, iyi olur.” dedi. “Tamam, güzel” dedim. O sırada briç oynanıyor olacak ya… “Müzik tarzında şöyle olmasın ya da mutlaka böyle olsun gibi istediğiniz bir şey var mı?” diye sordum. Cevap şu: “Siz onlara kafanızı hiç takmayın, güzel bir şey giyip gelin.” Ben ‘nasıl yani’ diye şaşırdım, “İş gereği soruyorum.” dedim. O da, “Biz bayan piyanist arıyoruz, onun için size geldik.” dedi. Ben de durdum; “O zaman ben gelmeyeyim, bayarım” dedim ve kapadım telefonu. Yani orada seni böyle hoş bir biblo olarak… Bana en sert gelen budur, birebir benim engellendiğim ya da cinsiyet ayrımına açıkça tabi tutulduğum.

 

 

Deniz İlbi: Caz müziğinde kadınlara atfedilen rollere dair görüşleriniz neler? Sizce enstrüman çalan kadın caz müzisyenlerinin sayısı neden az? Piyano dâhil neden kadınlar enstrüman çalmaya yönelmiyorlar?

 

Ayşe Tütüncü: Benim için çok açık bir nedeni var. Birincisi gözünü açtığın anda öyle bir dünya görmüyorsun. Diyelim “Atros” diye bir gezegen olsa, biz bu Atros’ta doğsak ve orada, çevremizde bütün enstrümancılar kadın ve sadece erkekler şarkı söylüyor… Böyle bir dünyaya gözünü açan bir insan ne hisseder: İşin normali o. Dünyaya gözümüzü açtığımız anda biz her şeyi normal zannediyoruz ya… Üç-beş yaşındasın, bakıyorsun bütün ablalar-teyzeler enstrüman çalıyor ve bütün abiler-amcalar da şarkı söylüyor, o zaman da sen eğer oğlansan amcalar-abiler gibi olmak isteyeceğin için şarkı söylemeye yönelirsin, kızsan da teyzeler ve ablalar gibi olmak isteyeceğin için enstrümana yönelirsin, Atros’ta doğsaydın. Birinci büyük nedeni bu. İkincisi bunun üstüne sözlü yönlendirmeler ekleniyor. Mesela şöyle, bir baba, “Benim oğlum fizikçi olacak.”, “Benim oğlum doktor, mühendis olacak.” Böyle “benim oğlum, benim kızım” diye başlayan cümleler düşün, hiç “Benim kızım davulcu olacak.”, “Benim kızım saksafoncu olacak.” diyen bir aile gördün mü? İşte bunlar da ekleniyor. Gözünü açtığında gördüğün dünya, ayrıca sen büyürken gelen bütün yönlendirmeler ve özendirmelerde bunun yokluğu, kızın büyüyüp de bir enstrümancı olacağına yönelik herhangi bir özendirmenin, hayalin olmayışı... Rol modeller konusuyla ilgili bir şey bu. Gerçi dünyada da öyledir belki. Sanırım dünyada hiçbir çocuk müzisyen olmaya yönlendirilmiyordur bence, eğer ailesinde müzisyen yoksa. Fazla para kazandıracak bir şey değil, badireli bir meslek, bugünü var yarını yok, kabul görmen şüpheli, bir hesap işi değil çünkü. Birisi senin müziğini sevmeyebilir, başka biri aynı müziğe bayılabilir. Çok göreceli bir şey. İnsanlar da bunu sezdiği için kimse çocuğunu müzisyen olmaya pek heveslendirmek istemez, ama çocuk heveslenir, bunu görüp destekleyebilirler. Mesela benim annem babam da beni müzisyen olmaya heveslendirmedi, onlar beni müzikle ilgilenmeye heveslendirdiler. Ben günün birinde gidip; “Ben müzisyen olacağım.” dediğimde, biraz durup düşünüp “Emin misin?” dediler. Beni bunca desteklemiş bir aile bile müzisyen olduğumu anons ettiğimde “Emin misin, iyi düşündün mü, sonra pişman olmayasın?” dedi, çünkü Boğaziçi Üniversitesi’nde imkânım da var, orada sosyoloji okuyordum, gerçi Türkiye’de sosyolog olmak da güvenli bir meslek değil. Ama akademik kariyer ihtimali var, o da bir şeydir, o da maaş demektir, ekonomik güvenceden bahsediyoruz. Beni onca konservatuvara götürüp, bekleyip almış getirmiş babam, akşamlara kadar dersim bitsin diye kapıda bekleyen bir adamdı, uzaktı çünkü evimiz. Yani bunca zahmetini çekmiş oldukları halde bile “Emin misin kızım?” dediler, sonunda tabii baktılar benim kalbim orada, “O zaman madem sen çok eminsin sonra pişman olmazsın inşallah.” diyerek yol verdiler. Dediğim gibi dünyada insanlar belki müzisyen olsun diye özellikle yönlendirilmiyorlar ama çocuk bir enstrümana merak saldığında gösterilen destek belki bir erkek için daha fazla olabilir. Ama bu dünyanın bütün halinden bağımsız bir şey değil aslında. Niye kadın mühendis sayısı daha azsa aynı nedenle müzisyen de daha az.

 

Deniz İlbi: Caz müziğinde enstrüman çalan kadınların görünürlüklerinin düzeyi sizce nedir?

 

Ayşe Tütüncü: Şu anda 20-30 yaşında olan birinin zorluklarıyla ilgili bir şey diyemem. Çünkü dünya da değişiyor. Ben kendim 20-30 yaşımda ne olduğunu biliyorum ama şu an 20 yaşında olmayı bilmiyorum, dolayısıyla o çok farklı bir konu. Eğer iyi yol almışsan tabii sana gösterilen saygı da ister istemez artıyor. O yüzden şu an 20 yaşında, yolun başında bir enstrümantalist kadın olup bunun caz dünyasında ne gibi zorlukları olduğunu hakikaten ben bilemem.

 

Deniz İlbi: Kendi 20-30 yaşlarınızdaki durumdan bahsedebilir misiniz peki?

 

Ayşe Tütüncü: O zaman bir sektörden bahsetmek bile çok güçtü. 1984 yılında Mozaik’le ortalıkta görünür oluyorduk, sosyal medya diye bir şey yok, sadece gazeteler var. Müzik meslek sayılmazdı o zamanlar. Şöyle diyeyim, ünlü bir klasik piyanistsen ya da Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nda bir kemancıysan falan, tamam o meslek olur, derler ki “Aay… orkestrada çalıyor”, böyle konuşulur, o meslek sayılır. Ama bana 80’li yıllarda mesleğim sorulduğunda “Müzisyenim.” dediğimde, “Yok, yok hobinizi sormuyoruz, mesleğiniz ne?” cümlesini defalarca duydum. Dolayısıyla o yıllarda bıraktım bir kadın olarak görünür olmayı, bir müzisyen olarak görünür olmak zordu. Çünkü daha o sırada caz çok belli kesimler tarafından dinlenen bir müzikti. Şöyle bir örnek anlatayım: Bir gün konservatuvardayız, o sıralarda dokuz yaşlarında olmalıyım. Annelerin çocukları beklediği bir bekleme odası var, biz oraya rüzgâr gibi dalarız, annemizden bir şey ister koşarak çıkıp derse gideriz. Bir gün iki kişi rüzgâr gibi daldık odaya, bir anda böyle bütün konuşmalar kesildi. Belli ki çocukların duymaması gereken bir şey konuşuluyordu. Sonra dönüş yolunda anneme “Ya anne ne konuşuyordunuz?” diye merak içerisinde sordum. Annem güldü, “Ya şey…” dedi. Durdu böyle, nasıl ifade etsin bilemedi. “Rafi Abin” dedi… Rafi 18 yaşlarında konservatuvarda piyano bölümünde olan bir abimizdi. “Rafi Abin caz çalıyormuş.” dedi. Ama bunu öyle bir dedi ki, sanki kötü yola düşmüş, ya da hapse düşmüş gibi… Şimdi annem de gülüyor ama çok matrak bir kadındır, aslında o da çok katılmıyor, onu çok ilgilendirmiyor ama genele de uyması gerekiyor. Böyle sesini alçaltıp, “Caz çalıyormuş.” dedi. Sanırım caz kelimesini ilk duyduğum an odur. Tabii bu 80’lerden önce. 70’li yıllarda sessizce, “Caz çalıyormuş…” diye söylenen bir şey, şimdi şimdi para kazandırmasa bile en azından saygın bir şey, havalı bir şey.

 

 

Deniz İlbi: Sizin öyle bir dönemde hem müzisyen hem cazcı hem kadın olarak tutunmanız bir başarı hikâyesi değil mi?

 

Ayşe Tütüncü: Eğer bir başarı varsa ortada bu başarıyı mümkün kılan, destekleyen bir… Belki şey ortamı bu. Hani ortada çok bir şey yok ya, dolayısıyla insanlar bilmedikleri şeye ne tepki vereceklerini tam bilemezler ya, o sırada ben yol almış oldum. Ama en fazla ne dediler; “Yok yok biz mesleğini sorduk, şimdi sen müzisyen diyorsun ama hobini sormadık.” dediler, ben de o cümleleri 10-15 yıl duyduktan sonra yavaş yavaş bir gün geldi “Müzisyenim.” dediğimde “Hımm.” geldi. O zaman Türkiye’nin değişmeye başladığını anladım.

 

Deniz İlbi: Caz kulüplerindeki konserlerin genellikle gece geç vakitlerde ve içkili ortamlarda gerçekleşmesi kadın müzisyenler için bir sorun teşkil ediyor olabilir mi? Bu konu ile ilgili sizin deneyimleriniz/görüşleriniz nelerdir?

 

Ayşe Tütüncü: Caz kulübünde sizi dinlemeye gelenler zaten bilerek geliyorlar dolayısıyla katiyen garipsemezler de, mesela çaldınız gece 02.00’de eve dönüyorsunuz, tek şansınız taksiye biniyorsunuz. Bazen bir muhabbet gelişiyor, “Nereye götüreyim abla, ya bu saatte de yollara düşmüşsünüz” diyor mesela. Uygun görüyorsam müzisyen olduğumu söylüyorum. O zaman hemen, “Abla nerede söylüyorsunuz?” diyor, ben “Yok, ben piyanistim.” diyorum “Harbiden mi?” diyen oluyor, “Hadi ya!” diyen oluyor, o durumda da, “Sizin işiniz zor valla…” diyor mesela, “Niye?” dediğinde de “Bu saatte kadın başınıza yollarda eve dönüyorsunuz, zor iş, yok mu çocuk?” falan diyor. Hani sen anneysen eğer, çocuğu nasıl bıraktın oluyor. Tabii toplumda senin geç vakitte çalıp da eve dönmen öyle hazırlop karşılanan bir şey değil. Gecenin ikisinde bir kadın için -herhangi bir meslekten kadın için- şehirde yolculuk etmek ne kadar tehlikeliyse caz müzisyeni bir kadın için de o kadar tehlikeli.

 

Deniz İlbi: Eski caz mekânlarıyla günümüzü nicelik ve nitelik olarak nasıl kıyaslarsınız?

 

Ayşe Tütüncü: Mesela sırf Beyoğlu’ndan bakalım, Tünel’de Gramofon vardı yıllarca, Alt Caz diye bir mekân vardı Yapı Kredi’nin hemen arkasında. Daha Taksim’e yaklaşalım, Jazz Cafe vardı, bunların hiçbiri yok artık, gerçi yeni açılan yerler de var mesela iki buçuk yıl önce Bova açıldı ama yeni yer açılması daha zor şimdi, hem eskiler kapanıyor hem de ona göre bir kira verilecek, ona göre kâr edilecek vs. 

 

Deniz İlbi: Sadece caz müzisyenliğiyle geçinebiliyor musunuz? Erkek meslektaşlarınıza göre maddi/manevi daha farklı konumlandığınızı düşünüyor musunuz?

 

Ayşe Tütüncü: Sadece çalarak geçinmek çok zor, ben mesela hep ders veren biri oldum hala da öyleyim. Mutlaka düzenli atölyeler, düzenli enstrüman dersleri, düzenli ensemble yani grup müziği dersleri yapmanız lazım ki o düzenli para akışı bir yandan gelsin bir de üstüne çalmalarla o desteklensin. Erkeklere oranla az vb. kazanma durumu pek olmaz bence çünkü şöyle; her gruba yapılan muamele aynı olduğu için o grubun içinde kadın olmuş erkek olmuş fark etmez.

 

 

Kadınlar bestelerinde ‘es’e özel bir yer ayırıyor cazda

 

Deniz İlbi: Erkek müzisyenlere kıyasla, bir kadın olarak, bestelerinizde ve/veya yorumlarınızda cinsiyetinize özgü bir farklılık gözlemliyor musunuz?

 

Ayşe Tütüncü: Performans olarak mesela erkeklerin enerjik çalmaya daha yatkın olduklarını söyleyebilirim. Daha enerjik ve girişken çalmaya yatkınlar, kadınlar ise huzurlu anlar oluşturmaya yatkınlar. Bu söylediğim çalıcılıkla (playerlıkla) ilgili. Bestelere bakıldığında bazı izlediğim kadın caz bestecilerde es’in [sus], es yaratmanın özel bir lezzeti var. Arada bir es yaratılıyor, özel olarak yaratılıyor. Değişik bestecileri dinlediğimde en sonunda ona karar verdim, kadınlar bestelerinde es’e özel bir yer ayırıyor cazda. Ben de tabii... Es’e özel önem veriyorum. Neredeyse her bestemde bir es yeri oluyor, özel olarak dikkat çekilen.

 

Deniz İlbi: Türkiye’de enstrüman çalan kadın caz müzisyeni olmanın yurt dışına göre sizce herhangi bir farkı var mı? Dünyadaki meslektaşlarınızla karşılaştırırsanız Türkiye’deki kadın caz müzisyenliği sürecini nasıl değerlendirirsiniz? 

 

Ayşe Tütüncü: Ben bunu nereden ölçebilirim? Bir, gittiğim festivallerdeki nüfus oranlamasından, ikincisi de katıldığım yurt dışı atölyelerinden. Pek bir fark yok. Şöyle anlatayım: 2003’te Almanya’da çok önemli bir festivale katılmıştık, festivalde kadın enstrümantalist olarak ya üç ya dört kişiydik. Biri bendim, biri Carla Bley’di, biri saksafoncu, biri davulcu kadındı. Bir elin parmakları gibi bir şeydi, öyle hatırlıyorum. Gerisi sadece erkek müzisyendi. Tüm Amerika’dan, Avrupa’dan insanlar geliyor, demek ki dünyanın hali bu. Ya da atölyeler. Mesela Hollanda’daki Barry Harris’in atölyesi, New York’tan gelmiş, bütün caz devleriyle çalmış... Ben atölyeye gittiğimde 72 yaşında bir adamdı, çok önemli bir adam. Onun atölyesine gelmişler arasında 42 kişilik bir sınıftık, dört tane kadın vardı, bunlardan ben piyanisttim, bir tane besteci kadın vardı, bir tane dansçı kadın, bir tane şarkıcı kadın vardı. Komik bir oran değil mi? Hadi o yıl öyleydi diyelim, diyelim en şanssız yılda ben gittim kadın nüfusu açısından, ama ne olabilir? 42’ye 4 ne demek? Yüzde 10 demek, e yüzde 20 olabilir, ne kadar sapacak ki eğri yüzde 30 olsun, yine ne kadar…  Barry Harris, çok kıymetli bir adam. Onun ikinci günündeyiz workshop’ta. Yaratıcılıkla ilgili bir şeyler anlatıyor, piyanoda örnek veriyor vs. Sonunda sınıfa bakarak, “Yani anlayacağınız.” dedi “Biz müzisyenler yaratıcı olmak zorundayız çünkü düşünsenize bizim bir rahmimiz yok, hâlbuki kadınların rahmi var ve doğurganlığı var.” Şimdi o zaman, bak, cümle şöyle başlıyor. “Biz müzisyenler yaratıcı olmak zorundayız çünkü kadınlar gibi değiliz.”, bu cümleden ‘müzisyenler erkektir’ çıkıyor. Bunun üzerine yanımdaki Amerikalı bir arkadaş, parmak kaldırıp “Sir, she is also a musician!” [“Bayım, bu kadın da bir müzisyen!”] diyerek beni gösterdi, Barry Harris şöyle bir durdu ve… Aslında yine çok tatlı bir adamdı, çok çok neşeli… “Yes, yes.” falan dedi, yani böyle üstüme varma, bir şey deme gibi, birazcık da utandı galiba… Çünkü karşısında hakikaten bir erkek sınıf görüyor. Ne bilsin bir yerde bir kadın, ben de böyle en önde değilim. Hasbelkader orada bir kadın var, konuşmasını ona göre ayarlayamadı yani. Ama bence bu konu üzerine kafa yormuş bir erkek müzisyen tamamıyla erkeklerden oluşan bir sınıfa da böyle konuşmazdı, konuşmamalıdır yani, mesele burada zaten.

 

Deniz İlbi
Mart 2019

 

Cazkolik.com / 10 Ağustos 2020, Pazartesi

 

Not: Bu söyleşi, Deniz İlbi’nin, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü’nde Doç. Dr. Esra Karaol danışmanlığındaki “Türkiye’de Enstrüman Çalan Kadın Caz Müzisyenlerinin Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İncelenmesi” başlıklı tez çalışması için yapılmıştır. 

 

* Yukarıda künyesi verilen yüksek lisans tezi kapsamında yapılan kuşak çalışması için bk. s. 36/51.

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Deniz İlbi

Müzikoloji yüksek lisansı mezunu Deniz İlbi Porto Üniversitesi’nde doktora yapıyor, toplumsal cinsiyet ve caz üzerine akademik çalışmalarını sürdürüyor.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.